0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Mürşid-i Kamil, Mürşid kimdir, kime denir ?

önceki konu   diğer konu
2 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
der_ya su an offline der_ya  
Mürşid-i Kamil, Mürşid kimdir, kime denir ?
875 Mesaj -
Bismillahirrahmanirrahim,

Salat ve selam önce maneviyat semasýnýn güneþi Habib-i Kibriya SAV Efendimize,diðer peygamberlere,ashab-ý kirama ve evliyaullaha olsun.Bizlere de þefaatine ve himmetlerine mazhar kýlarak kulluk halkasýný boynumuzdan,Ýslam libasýný ruhumuzdan çýkarmadan huzuruna varmayý nasip etsin.Ümmeti Muhammedi birlik ve dirlik içinde,rýzasýna uygun bir halde daim ve sabit kýlsýn.

Muhterem kardeþlerim ahir zamanda yani fitnelerin, kargaþanýn ve bulanýklýðýn yayýldýðý bir zamanda hakikati arayanlara dilimin döndüðünce anlayabildiklerimi aktarabilmek amacýyla aþaðýdaki satýrlarý kaleme aldým.Niyetimiz Hakka malumdur , hatalar ise benimdir:

Yüce Allah cc Bakara30 da "Ben bir halife yaratacaðým" deyip insaný yani bizi yarattý. Bu insanýn zatýna NEFS dendi. Ýþte , insan , beden ve ruhtan oluþmuþ bir yapýdýr.Bu ruhun özüne Kalp denen bir saray kurdu.Beden ile ruhu birleþtirdi ve bu hale Can dendi. Beden aslý olan toprak sebebiyle dünya ile iliþkilidir gýdasýný da ondan alýr.Bu gýdalarýn temini için gereken cezbedici güç hevanýn arzu ve istekleridir. Bedeni tehlikelerden koruyacak itici güç ise hevanýn gazap ve öfkesidir. Ruh ise emir alemindedir. Gýdasý da o alemde olanlarýn yani meleklerin gýdalandýðý þeydir, yani zikrullahdýr. Kur'an her þey Allah'ý zikreder ancak siz bilmezsiniz buyuruyor. Bunu saðlayacak duygu ise Resullullaha sav aþýk olmaktýr.Gönül ise Allahýndýr.Böylece insan ; ruhu ile emir alemine (melekut alemi) ,bedeni ile de mülk alemine (sebepler alemi) bakacak bir yapýda yaratýldý. Melekut alemine muhattap olabilmek için bu alemden geçmek gerek.Bu ise "ölmeden evvel ölünüz" hadisinin sýrrýna ermekle mümkündür. Zatýný isteyenler içinde gönüllerine bir sýr kapýsý koydu .Bu kapýdan Hakkýn tecellisi gözlenir.Tabiki bunlar bizim harcýmýz deðildir. Bize düþen beden , ruh ve kalp nimetinin þükrünü eda edebilmektir.Yani bu nimetlere Allahýn buyurduðu þekilde ve gösterdiði yöne sevk etmektir.Bunun içinde o nun bize neler emrettiðini nelerden razý olduðunu bilmemiz gerekir.Bu emirlere muhattap olmak için mülk aleminde olmak ve bu emirleri algýlayabilecek akla sahip olmak gerekir.Allah insana can vererek yani bezm-i eleste yaratýlan ruhu anne karnýnda bedene tab ederek mülk alemine gönderdi.Araf 53 suresinde "O her þeyi kendi fermanýyla yaratmýþ, þunu bilin ki o'nun hem yaratmasý ve hem de buyurmasý vardýr" ayetiyle yarattýðý her mahluka uymasý gereken kanunlarýný da (ilahi hükümler) bildirmiþtir.

Allah bedeni yarattý ve bunun tabi olacaðý hükümleri bildirdi.Bunlara fiili hükümler denir ve bununla iþtigal eden ilme de FIKIH (Ýslam kanunlarýgöz kırpma dendi.Kul Hakkýn kendisine verdiði bu beden nimetinin þükrünü eda etmekle mükellefdir.Þükrün ifasý organlarý Allahýn kanunlarýna uygun þekilde kullanmakla mümkün olur.Böyle davranýlýrsa o bedenler azaptan yani ateþten kurtulur.Allah ruhu da yarattý ve bunun tabi olacaðý hükümleri de koydu.Bunlara Ahlaki / Ruhi Hükümler denir ve bu ilimle iþtigal eden ilime de TASAVVUF dendi.Ruhun ateþten yani azaptan korunmasý için de ruhunu bu hükümlere ram etmesi gerekir.Nasýl ki kiþi zahiren namazýn tüm þartlarýný yerine getirse fakat ruhundan bunu falan kiþiler görsün diye (Riya ile) geçirse bu namaz batýl olur , ayný bunun gibi.Allah sadece nefse kulluk yapacaðýný gösteren hükümler göndermedi, bunlarý anlayacak bir de akýl verdi. Akýl 2 türlüdür: Dünyevi faliyetlere idrak edip yürütebilecek Akýl-ý Maaþ ve uhrevi faliyetlere idrak edebilecel Akýl-i Maad. Nefs , Allahý bilmek ve sevmekle mükellef kýlýndý , zira o Halife-i Ekberdir.Bundan kasýt nefsin Allahýn 99 ismine mashar olacak istidatta yaratýlmasýdýr.Bu konuda söz uzar.Yüce Allah kullrýný zatýna inanmakla mükellef kýldý ve bunu kulluðun þartý saydý.Bütün kullarýnýn kalbini imaný , yani Tevhidi kabul edecek istidatta yarattý. Bu imanýn nasýl olmasý gerektiðini bildiren Ýmani / Ýtikadi hükümler koydu.Bu hükümlerle iþtigal eden ilme de KELAM dendi.Hakkýn emrettiði þekilde iman etmeyenler Tevhidin kalesi yani La ilahe illallah'ýn nuru dýþýnda kaldýðýnda kafir oldular.Bunlarýn hiçbir amelleri kabul görmez.Zira tevhid dairesinde yapýlan ameller kabul edilir.Bu yüzden iman olmadan eðer ilahi hükümleri icra etmek fayda vermeyecektir.Ýman þüphe duymadan,neden-nasýl demeden,Allah'ýn varlýðýna deliller aramadan asab-ý kiram gibi Allah ve Resulü'nün bildirdiklerini bildirdiði þekilde kalben tasdik hususundaki bilgiler artabilir.Demek ki bize düþen her organýn hakkýný vermektir.Yani, azalar, zahiri þeriata uygun hareket edecek (beþ duyu ile algýlanabilen amelleri yapacak yasaklardan kaçacak),ruhumuz da ayný þekilde batýni þeriata uygun hareket edecek ( Resullah'ýn güzel ahlaký ve huyu ile süslenmek), gönül ise Allahýndýr, bu da O'nu bilecek ve sevecek.

Kalu bela denilen günde verdiðimiz sözde ki samimiyetimizin ölçülmesi ve her kulun sözündeki sadakatinin diðerlerinden ayrýlýp gerçeðin olduðu gibi ortaya dökülmesi için insan nefsi imtihana tabi tutuldu.Kulluðu þartlarý bunlardýr dendi; kitap gönderildi ,icrasý böyle olmalýdýr dendi, sünnet gönderildi.Ýnsan suresinde 2,3,27,28,29,30,31 "Ýnsaný imtihan edelim diye yarattýk , iþitir ve görür kýldýk, O'na doðru yolu gösterdik, ister þükredici olsun isterse nankör, Þu insanlar çarçabuk geçen dünyayý seviyorlar da önlerindeki çetin günü ihmal ediyorlar , þüphesiz ki bu bir öðüttür, sizler ancak Rabbinizin dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz, þüphesiz Allah Alimdir Hakimdir(Allah bilicidir kimin hidayete hak kazandýðýný bilir ve O'na hidayet yollarýný kolaylaþtýrýr ve bu yönde hüküm verir), O dilediðini rahmetine dahil eder, Zalimlere gelince.. "Verilen sözlerdeki samimiyetin ölçüsünü ortaya çýkaracak bir ibtila da kondu.Bu da nefsin hevasý ve þeytanýn iðvasýdýr.Yusuf suresin de "þüphesiz nefs kötülüðe meyaldir" buyuruluyor.Ayrýca, yüce Allah Araf 16 suresinde þeytanýn "Onlarýn önlerinden de geleceðim, arkalarýndan da , sað yönlerinden de, sol yönlerinden de..." dediðini buyuruyor ve bunu için de O'na mühlet verildi.Yani cennet öyle ucuz deðildir.Enes Bin Malik'ten ra. Rivayet edilir ki , SAV Efendimiz "Mü'min 5 güçlük arasýndadýr:karþýsýndaki mü'min olur kendisine haset eder, Münafýk olur buðz eder ,kafir olursa savaþýr, þeytan ise kendini sapýtmaya çalýþýr, nefsi de kendisi ile münazaa eder. "Diyerek bu durumu bize bildirmiþtir.

O halde bir kulun neler yapmasý gerektiðini bilmesi ve bunlarý yapmasý gerekir.Eðer yapamýyorsak yapmamamýza engel olan þeylerden yani hastalýklardan da kurtulmalýyýz.Zira Allah Þems suresinde 7,8,9,10 "sonra kiþiye kötülük duygusunu da sakýnýp iyi olmayý da ilham edene yemin ederim ki nefsini kötülüklerden arýndýran kurtuluþa ermiþ, O'nu kötülüklere daldýran da ziyan etmiþtir."buyurmaktadýr. SAV Efendimiz "ilim ikidir: biri kalpte olan ilimdir ki efdalý olan budur . Diðeri dildeki ilimdir.Bu da Allah'ýn adem oðluna hudcetidir" buyurmuþtur.(Bakara suresinde “Ona kitap ve hikmet verdik” buyuruluyor) demek ki , birincisi mükellef olduðumuz zahiri ilimleri - kitabi ilim- aklýmýza doldurmak ve fiilerimizi buna göre yönlendirmeliyiz.Zira þeriatýn zahirini bertaraf edilemeyeceði fýkhýn bir ana kanunudur.Eðe zahir ortadan kalkarsa islam da belli olmaz.Fakat bunu yeterli olmadýðý da yukarýda bahsedildiði gibi malumdur. Hemen herkes Ýslam'ýn hükümlerini bilir fakat yapamaz (zahiri olan emirleri bile) . Bazýlarý çok alim ve azimlidir, ortamý da uygundur.Zahiri emirleri yapabilir. Fakat içindeki kötü arzular , hasletler, vs.. durmaktadýr. Bu kiþiler þeytanýn iðvasýna bu yönde karþý koyabilir. Þeytan zaten alenen haramý emreder.Fakat nefsin hevasýna akýl kar etmez, ilimde kar etmez.O haramý güzel gösterir.Mesela namaz kýlmak istersin, sonra daha güzel kýlarsýn , yaþlanýnca kýlarsýn, problemlerin bitince gibi sözlerle seni oyalar.Bütün zahiri ilimleri bilir ve yaparsýn fakat bu sefer bunlarla övünür, yapmayanlarý küçük görür, ilmim var amelim var der bunlara güvenirsin.Halbuki bunlar zahir günahlarýn çoðundan büyük ve tehlikelidir.Öyle ki kiþiyi imansýz götürebilir, amelleri de bozarlar, kirletirler.Zahir ilmi herkes (kafirler bile) öðrenebilir.Amelleri ihlas ile yapmamýzý engel olan ve içimizde gizlenebilen , Hakkýn haram kýldýðý kendini / Amelini ilmini beðenme (ucub) ,kendini büyük görme (gurur) , baþkalarýný küçük görme (kibir) , çekememe (haset) , gösteriþ (riya) , hýrs , öfke, fuhþu istemek , vs.. gibi günahlardan korunmak bize vacip olsa gerektir.Zira Allah c.c. Naziat suresinde " ve nefsini hevasýndan men ederse varacaðý yer cennettir." buyuruyor.Fakat muhakkak ki bunlarýn iç dünyamýzda býraktýðý kötü etkiler , manevi zararlar vardýr .Ve bunlar içimizde ki hastalýklardýr. Bu yüzden bu hastalýklarýn da tedavisi gerekir.Çünkü Allah Þuara suresinde 89 " her türlü hastalýktan salim kalp ile Allah a gelenler fayda görür. "buyuruyor. Demek ki ruh hastalýklarýmýzý tedavi ettirmek , hastalýk kaynaðý olan yani hevasýna uyan nefsi terbiye etmek ve sonra ruhumuzu terbiye ederek Habib-i Kibriya SAV Efendimize gerçek ve halis ümmet olabilmenin sýrrýna ulaþmak gerekir.Hakikaten böyle doktorlar var mýdýr?Elbette vardýr.Kýyametin ne zaman kopacaðý sorusuna SAV Efendimiz "Kalbi her an Allah , ...diyen biri oldukça kýyamet kopmaz , Allahýn sevdikleri var oldukça kýyamet kopmaz" þeklinde verdikleri cevaplar var olduðunu gösterir ( kýyamet kopmadýðýna göre onlar vardýr).Biat hakkýndaki ayetler ve hadisler bunun Allahýn ve Resulunün emri olduðunu , asabýn da sünneti olduðunu gösterir ( Feth 10 " muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah a biat etmektedirler. Allahýn eli onlarýn ellerinin üzerindedir." Feth 18 "Allah mü'minlerden razý olmuþtur.Çünkü onlar aðacýn altýnda sana biat ediyorlardý ." )Bazýlarý bu biat devlet baþkanlýðý için derler. Deriz ki ; Mekkenin fethinden öncede biat oldu , Kulluk hem ruh ile hem de beden ile olur.Dolayýsýyla biat ederken can, mal,vs gibi zahiri ve batini deðerlerin Ýslam uðrunda harcanmasý yönünde biat alýnmýþtýr.(Kütüb-i Sitte Biat Ahkamýgöz kırpma.Bu durumda ortaya bir problem çýkýyor. Biat edilecek þahýs kim olmalýdýr.Bu sorunun cevabý o kiþinin taþýmasý gereken özellikler ve geçirmesi gereken prosedür neler olmalýdýr sorusuna verilecek cevaptadýr.(Hucurat :"Onlar O kimselerdir ki Allah onlarýn kalplerine takva için imtihan ve ibtila etmiþtir.", SAV "þüphesiz insanlardan Allaha yakýn olanlar vardýr: Kur'an ehli , Allah ehli ve Allah'ýn has kullarý "Mace-,"yeryüzünün en hatýrlý kiþisi insanlara Allah'ý sevdiren , Allah'ýn da insanlarý sevmesi için yalvarandýr" - Avarif -)
***Mürþid insanlarý kendine inananlarý Resulluha sav ve Allah'a muhatap olabilecek hale getirmeleri için terbiye eden bir öðretmendir. Hem de insanýn kendisine raðmen.Böyle diyorum zira insanýn nefs terbiyeyi kabul etmez. O ancak hevasýndan arzu etmekte hep istemektedir .Yarýný düþünmez.O kendinde rububiyet görmektedir.Ýmtihan da zaten nefsin istekleri ile Hakkýn istekleri arasýnda tercih yapma esasýna dayanýr.Bu tercih azmi ve bunun fiiliyata dökülmesi ise sevap ve günah olarak bize yansýr.Mürþid Peygamberimizin SAV varisi durumunda olduðundan O'nun ahlakýyla ahlaklanmýþtýr ve kendi nispetinde O'nun sav býraktýðý mirasa sahiptir.Ebu Hüreyre ra'a Peygamberimizin sav ahirete intikalinden sonra bazýlarý "Sen hep Resulullah'ýn sav yanýndaydýn , ne öðrendin bize anlat." Diye sorunca " Resullullah dan sav iki ilim öðrendim birini size anlattým ki o islam dýr , diðerini söylersem beni öldürürsünüz" . Anlaþýlan o ki Tasavvuf ehlinin bahsettiði o ledünni ilimi söz ile anlatýlamaz, kelimeler bu ilmi anlatmak için kafi deðil , akýlla ise yeterli deðil. Bu yine onlarýn dediði gibi aþk ilmidir.Nasýl aþýk olan kendi halini bilir fakat anlatamazsa bu da öyledir.Herkes bilir ki þiþe içindeki balý iþaret edip bu çok tatlýdýr demek yeterli deðildir. Onu tadýný ancak tadan bilir.Yüce Allah cc "Tatmayan bilmez" buyuruyor.Resulullah sav Efendimiz " Rabbimden üç ilim getirdim , biri risaletle emr olunduðun Ýslamdýr , diðerini isteyene vermekle emr olundum , diðeri de benim ile Rabbim arasýnda sýrdýr" sözünde ki ilme ve hale sahip olmak isteyen gönülleri cezbetmek , Hakka sürüklemek için mürþidler ayný Resullullah gibi eðitim metodu uygulamýþlardýr.Bu metotlara Arapça tarifi ( =yol =sistem =metot , çoðulu tarikat) denmektedir.Eðitimin amacý insan ruhunu terbiye etmektir.Ýnsanýn yapýsýný oluþturan elemanlarý yaratýlýþlarý istikametine uygun hale getirmektir.Bundan kast edilen þudur.: Her þey aslýný sever ve ona dönmek ister.O'nda olduðunda huzur bulur.Ýnanýn annesine yakýnlýðý gibi .Ýþte , insanýn yapýsý ise iki þeydir.Toprak , yani dünya ve ruh.Ýnsan bedeni dünyevi olduðundan beþeri , dünyevi hazlara arzu duyar , zira topraktandýr.Bu doðal bir istektir ve karþýlanmalýdýr. Fakat þeriatýn çizdiði sýnýrlarda.Ancak beden de kendisini halk eden Halýkýna kulluk etmelidir ki bu da þeriat ile belirlenmþtir (Ameli hükümler).Ruh ise bilindiði gibi Habib-i Kibriya sav Efendimizin nurundan yaratýlmýþtýr. O halde O'na sav müþtak olma gibi bir istidadý vardýr ve ruh Resullullaha aþýk hale getirilmelidir.Ruhun da Halýkýna karþý kulluk görevleri vardýr.Bu da þeriatýn Ahlaki hükümleri ile belirlenmiþtir.Bu iki hal insaný oluþturmakta ve bunlar birbirini etkilemektedir.Mesela insanýn iç dünyasýnda ki huzur namazýnda huþu ile kendini belli eder.Fakat çeþitli sebepler yüzünden insan içindeki duygularý , istekleri diðer insanlardan gizleyebilir.Sevmediði halde sever görünmek gibi.Fakat Allah cc der ki "Ben sizin kalplerinize bakarým". Peygamberimiz sav ki kainat O'nun hürmetine yaratýlmýþtýr .Hayatý hep sýkýntýlar içinde geçmiþtir.Bu sýkýntýlar O'nun sav dediði " Beni Rabbim terbiye etti" sözünün ifadesidir.Demek ki içi ve dýþý nur olan böyle bir zat bile sýkýntýlardan geçmiþtir.Peygamberimizi böyle bir eðitime muhtaç olduðunu söylemek istemiyorum zira O her zaman ve her haliyle mükemmeldir.Fakat bir örnek insan olmasý sebebi ile irþadla görevlendirilecek kiþilerin hangi iþlemlerden geçmesi gerektiðini iþaret etmek için bizzat kendi yaþamýþtýr.Bu sýkýntýlar temelde , nefsin hoþlanmadýðý þeylerdir.Genel olarak da Zillet= hakir tutulmak , Kýllet= fakirlik ve Ýllet = hastalýk , dert olarak sýnýflandýrýlýr.Bunu sonu da sekam denen büyük bela gelir ve bunu takiben de ilahi aþk tecelli eder ( Maide 6 :" Allah'ýn muradý sizi sýkýntýya koymak deðil ve lakin sizi temizletmek ve üzerinize olan nimetini tamamlamak istiyor ki þükredesiniz."göz kırpma Demek ki þeyh denen kimsenin geçmiþine bir bakmak gerekir.Buna benzer dönemlerden geçmiþ mi yoksa babasýnýn, abisinin veya kayýnpederinin tahtýna mý oturmuþ! Dikkat edilirse þer'i ilim tahsili diye bir kayýt yoktur.Helali ve haramý bilmek zaruridir fakat yeterli deðildir.Bu eðitim sonunda kiþi ehli olursa ve Allah cc þeyhin emrederse o kiþi erbaine (çile= kýrk gün) sokulur.Þeyh olmak için bu þarttýr.Delili : Araf suresinde ki "Musa ile kýrk gün için sözleþtik." Ve Bakara suresinde ki " Musa ile otuz gün için sözleþtik ve O na bir on gün daha kattýk" ayetleri ile Cebrail inmeden önceki Peygamberimizin sav Hira maðarasýnda ki erbaini yeterlidir.Ayrýca özellikle yakýn tarihte olduðundan hayatlarý bilinen evliyalarýn sözleri ile kitaplarý bunun gerekliliðini gösterir.(Örneðin: Eþrefoðlu Rumi'nin Müzzekkin Nüfus'u , Molla Camii 'nin Nefahat'ül Üns'ü , Sühreverdi'nin Avarif kitaplarý , Marifetname , Mehmet Zahit Kotku' nun Tasavvufi-Ahlak 5 kitabý , Hacý Bayram-ý Veli'nin ve Mevlana'nýn Medreselerinde ki erbain odalarý ).Mahiyeti insan aklýný aþan ve kiþiye ruhaniyet verilen yer ve olay burasýdýr.Yoksa akýldan geçenleri bilmek acayip iþler yapabilmek kiþinin veli olduðunu göstermez.Zira insan üstü denen nice þeyler vardýr ki özel bir eðitimle kafirler bile yapabilir ve yapmaktadýrlar. Örneðin Kung-fu iç okul ustalarýnýn ilkel kabile savaþçýlarýnýn vs.. bu gün ki Rufailerin yaptýklarýndan daha zorlarýný yapabilmeleri gibi. Bunlar nefs eðitimi sonunda elde edilen þeylerdir.Bu yolda asýl olan sünnete uymak ve ledün ilminin verilme merci olan erbain sýrasýnda lütfedilen ruhaniyete sahip olmaktýr.Müritte meydana gelen ahlaki deðiþiklikler þeyhin ruhaniyeti vasýtasýyla onda yaptýðý ameliyatlarýn sonucudur.Ýnsan nefsi Yusuf suresinde buyurulduðu gibi kötülüðe meallidir (nefs-i emmare). Ýnsan ona uyduðunda maneviyatýnda bu kötü fiilerin etkisi görülür.Bu fiiller onun ruhunu yaralar.Dolayýsýyla ruhen insanlar hastadýr.Hasta olanýn da Allah'ýn emirlerini yerine getirmesi pek mümkün deðildir , ne kadar ilmi olursa olsun , zahiren ne kadar amel ederse etsin.Peygamberimizin sav dediði gibi "ilim amel insaný kurtarmaz" . Zira kiþi ilmim var amelim var diye aklýndan geçirebilir ve buna güvenebilir.Halbuki bu kiþiyi gizli þirke götürür.Gururlanmasýna kendini beðenmesine yol açar.Bunlar da amelleri bozar , bunlar ruhun hastalýklarýdýr.Þeytan da bunlardan kaybetti.Nasýl ki bedenen hasta olan tedavi olmalýdýr.Ruhen de hasta olan tedavi olmalýdýr ayrýca bu hastalýk etkenini de (nefsi) kontrol altýna almalýdýr. Bu olay nasýl olabilir; bir cerrah maddi kalbi hasta olan birini yine ona etki edebilmesi için onun cinsinden olan yani maddi aletlerle ameliyat eder.Ayný bunun gibi ruhu hasta olan birinin ameliyatý da ruhun cinsinden olan yani ruha etki edebilen bir vasýtayla bir aletle mümkündür.Bu alet de ruhaniyettir.Ruhaniyet meleki yapýdadýr. Melekler her yerde vardýr fakat maddi alemin cisimleri bunu fark edemez.Fakat melekler istediklerinde tabiat olaylarýný da yönlendirir ve icra eder.Yani fiziksel etki bile yapabilirler.Ruhani yapýda olan Azrail ruhu maddi yapýda olan bedenden ayýrabiliyor , bunun gibi.Ýþte ruha müdahale edebilme yapýsýna sahip olan ruhaniyet erbaini kabul olmuþ kiþiye Allah'ýn cc emri ile Resullullah tarafýndan erbaine giydirilen Resullullah Efendimizin Ruhaniyetidir.Bu ruhaniyet zahir azalarýmýz gibi azalara sahiptir.Fakat bu bir benzetmedir.Yani batýnýmýzýn el, ayak, dil gibi azalarý vardýr, fakat fiilleri onlara benzemez , meleklerin fiillerine benzer.Ýnsanýn melek gibi olmasý bu demektir.Bu saye de þeyh müridinin kalbini temizler , hazýrlar, kalp yaralarýný uzaklarda olsa bile tedavi eder.Yeter ki mürit bu ameliyata hazýr olsun.Nasýl melek insan kalbine mana olarak söz ilka ederse , gerçek bir þeyh de tam baðlanmýþ müridine ilim ilka eder, telsiz gibi ( duyulmayaný duyururlar, görülmeyeni gösterirler).Þeytan bile insan kalbine vesvese verebilirken bir Allah dostuna bu çok kolaydýr.Dolayýsýyla erbaine girmeyen kiþi havada uçsa da acayip iþler yapsa da mürþid deðildir.Birkaç küçük olayýn keramete baðlanmasý ve o kiþiye þeyh damgasý vurulmasý hatadýr.Ýsdidraç denilen acayip olaylar kafirlerden de , özel olarak eðitilmiþ kiþilerden de zuhur edebilir. Herkes böyle küçük þeylere meyil ederse ahir zamanda çýkacak deccalýn hilesinden nasýl kurtulacak , insanlar o zaman ona bir peygamber bir tanrý gözüyle bakacaklardýr.Halbuki kýstas kuran ve sünnet olsa böyle hatalara düþülmez.Bir þeyhe baðlanan onun ruhaniyetinin etkisini en azýnda toplu zikirde ve kendi özel hayatýndaki ve huylarýndaki iyiye dönüþten bilir , bizzat kendi bilmelidir( Amellerinde deðil , zira dini bir topluluða katýlan insanlarýn görebileceði amellerinde düzeltmeler yapar , o topluluða uyar halbuki nefsi hastalýktan arý deðildir.Hiçbiri þeytandan alim ve abid deðildir.Biliriz k i þeytan bu nefsani duygularýn etkisine kapýlýp isyankar oldu.)þeyh ruhaniyetiyle bu ameliyatý yapabilmek için kiþide ki hastalýðý da görmelidir.Profesör olan cerrah kalp ameliyatýnýn nasýl yapabileceðini bildiði halde tahlil ettirmek ve rontgen çektirmek gibi iþlemlerle hastalýðý teþhis etmek ve görmek zorundadýr.Bunun gibi þeyh de kiþide ki ruh hastalýðýný ve buna sebep olan nefsin durumunu görmelidir, görür.O nefsin halini gören ameliyat etme yetkisine sahip olan þeyh kiþiye bir ilaç verir.Bu kiþiyi ameliyata hazýrlamak ve tedavi etmek içindir.Zira kiþi ilaçla tedavi olmalý mümkün mertebe ameliyat hafif geçirilmelidir.Eðer bu ameliyat kýsa sürede olursa mürit dayanamaz.Nasýl ki ameliyata girecek kiþinin bedeni yapýsý , kilosu ,yaþý, vs dikkate alýnýyor , ameliyatý kaldýrýp kaldýramayacaðý hesaba alýnýyor , ayný bunun gibi.Ruhun da ameliyatý kaldýracak hale gelmesi gerekir.Ruh melek-i olduðundan gýdasý da onlarýn gýdasýnýn aynýdýr.Yani zikrullahdýr.Ýþte zikre devam eden kiþi kendi ruhunu ameliyata hazýrlar ,zikir ile güçlenir , besler , nur depolar.Zikrullahýn çok etkileri vardýr (Kainatýn ayakata durmasý her birinin 99 esmadan bir kýsmýný zikr etmesiyledir).


--------------------
Gönderen: 09.08.2008 - 20:24
Bu Mesaji Bildir   der_ya üyenin diger mesajlarini ara der_ya üyenin Profiline bak der_ya üyeye özel mesaj gönder der_ya üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Moderator


4254 Mesaj -
Elinize Saglik Te$ekkürler KARDESiM


Kamil mürþid kime denir? Kamil bir mürþide baðlanmanýn hükmü nedir? Farz mý, vacib mi, sünnet mi? Þeyhe baðlanmamak kiþiye ne kaybettirir? Gerçek mürþid nasýl aranýr ve tanýnýr, özellikleri nelerdir?
- Mürþid rehber, kýlavuz ve yol gösteren demektir. Mürþid-i kamil sýrat-ý müstakimi gösteren, dalaletten hidayete sevkeden kiþidir. Tarikatta seyr u sülûkunu tamamlayýp irþada ehliyetli olan kiþiler için kullanýlýr bir tabirdir. Tasavvufta þeyh ile ayný anlamadýr. Kamil bir mürþide baðlanmanýn hükmü kiþilerin durumuna göre deðiþir. Mesela, evlenmek nasýl bazýlarý için farz, bazýlarý için sünnet, bazýlarý için mubah ise, bir mürþide baðlanmanýn hükmü de öyledir. Kimileri için farz, kimileri için sünnet, kimileri için mubahdýr. Bir mürþide baðlanmadan nefsinin þerrinden kurtulamayacak ve harama düþecek kimseler için farz, manevi derecesinin yükselmesine yardýmcý olacak kimseler için müstehab, ama intisab kendilerine birþey kazandýrmayacak olanlar için mubahtýr. Ýnsanýn hakyol arayýþýnda gayret içinde olmasý gerekir. Nitekim: "Bizim uðrumuzda uðraþanlarý elbette kendi yollarýmýza eriþtireceðiz." (el-Ankebut,29/69) buyrulmuþtur. Bir cehd ve gayret olmadan manevi mücahede, manevi mücahede olmadan manevî terakki gerçekleþmez. Þeyhe baðlanmadan tasavvufi bir hayatýn gerçekleþmesi mümkün olmaz. Mümkün olsa bile insanýn ayaklarý kaymaktan salim olmaz. Bu bakýmdan herkes için tarikata girmek zarureti yoktur belki ama, zühdi bir hayat, manevi bir eðitim görmek isteyenlerin mutlaka bir mürþide baðlanmalarý gerekir. Bunu biz þöyle bir misalle açýklayabiliriz. Ýstanbul Boðazý'ndan yabancý bandýralý gemiler geçiyor. Bu yabancý bandýralý gemilerin Boðaz'dan geçerken kýlavuz kaptan almalarý zorunluluðu var. Kýlavuz kaptan almaz ve kaza yapacak olurlarsa cezasý ona göre daha aðýr. Bu gemilerin kaptanlarýnýn elinde Boðaz'ýn haritasý, pusula ve diðer yardýmcý aletler olduðu halde niye kýlavuz kaptan zorunluluðu var? Çünkü kýlavuz kaptan, oradan defalarca geçmiþ bulunduðu için Boðaz'ý elinde harita, pusula ve diðer yardýmcý aletler bulunan gemi kaptanýndan çok daha iyi tanýmaktadýr. Tasavvufi hayata giren kimse de, bu yoldan geçmiþ ve sonuç almýþ olan kimseden, elinde kitaplar, eserler ve bilgiler bulunan kimseye nazaran, daha çok istifade eder. Çünkü tasavvuf nazari bir ilim deðil, tatbiki bir ilimdir. Mürþide baðlanmayan kiþi, böyle bir yolda önemli bir rehberden mahrum olarak yola çýkmýþ demektir.

Ýnsanýn manevi yolculuða çýkmadan önce bir mürþid aramasý gerekir. Hatta Nakþbendiyye tarikatýnda Abdulhalýk Gucdüvanî tarafýndan konulan onbir prensipten biri olan "Sefer der-vatan"'in bir anlamý da mürþid aramak için yolculuða çýkmak demektir. Aranan bir mürþidde bulunmasý gereken vasýflar þöyle sýralanmýþtýr: Mürþid olacak kimsenin kitap ve sünnetin emirlerine âgâh olacak kadar bilgili, kemal sýfatlarýyla donanmýþ, dünya ve makam sevgisinden geçmiþ, riyazat ve mücahede ile nefsini arýtmýþ, nafile ibadet ve zikirle rûhunu yüceltmiþ, Muhammedî ahlaka sahip bir kimse olmasý ve silsileye sahip bir mürþidden icazetli bulunmasý gerekir. Ayrýca yetiþtirdiði insanlarda bu manada bir takým tezahürlerin görünmesi de beklenir. Þeyhin ictihad derecesinde bir fýkhî bilgiye sahip olmasý gerekmez ama müntesiplerinin meselelerini çözebilecek bir kalb diriliðine sahip olmasý iktiza eder. Bir de bütün tasavvuf kitaplarýnda ittifakla ifade edilen bir husus bu konuda son derece önemli bir ölçüdür: "Þeyh olacak kiþi hubb-i dünya ile müttehem olmamalýdýr." Bunun manasý þeyh olan kiþi, yaptýðý iþten dünyalýk bekleyen bir konumda olmamalý, aksine varidatýný hizmette kullanabilmelidir. Bu konuda çevresindekilere örnek olabilecek bir konumda bulunmalýdýr. Yüzü nûranî, sözü rabbanî olmalý ve insanýn içine inþirah veren yüzü, görenlerde uhrevîlik ve rabbanîlik duygusu meydana getirerek Allah'ý ve ahireti hatýrlatmalýdýr. Bu özelliklere sahip insanýn gönlünün ýsýndýðý kiþi, mürþid olarak teslim olabileceði kiþidir.

- Þeyh ne demektir? Þeyhi kim seçer, babadan oðula veya akrabaya mý geçer? Mürþidin görevlendirilmesinde ölçü nedir? Açýklar mýsýnýz?

- Þeyh lügatte sîmasýnda yaþlýlýk alametleri beliren, saçý sakalý aðaran en az elli yaþlarý civarýnda kiþi, baþkan, kabile reisi gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise mürþid ile ayný manayadýr. Bir tarikatta irþada izinli tekke ve dergahda terbiye ile meþgul olan kimselere denir. Þeyhler genellikle kendi müridleri arasýndan akranýna tefevvuk eden ve manevi geliþmeye yatkýn kimseleri, daha saðlýklarýnda icazet vererek muhtelif yerlerde irþad hizmetiyle görevlendirirler. Þeyhin hayatýyla baðlý bulunan bu irþad görevi þeyhin vefatýndan sonra merkez tekke ve ser-halîfe tarafýndan yeniden gözden geçirilir, ya ibka edilir, ya da baþka görevlerde istihdam edilir. Þeyh kendi saðlýðýnda seyr u sülûkünü tamamlattýrýp irþadla görevlendirdikleri için tayinden önce istiþare ve istihare ile karar verip görevlendirirdi. Þeyh kendisinden sonra yerine geçmesini istediði kimse için bazan yazýlý, bazan sözlü iþarette bulunurdu. Þeyhin yerine irþad makamýna geçmede iki yol izlenirdi. Bunlardan biri yoldan gelme, diðeri ise belden gelme usûlüydü. Yoldan gelme usülüne göre þeyh, ihvaný arasýnda bu iþe en liyakatli gördüðü kimseye iþarette bulunur, ihvan da o zata tereddüdsüz tabi olurdu. Belden gelme usulünde ise emanet þeyhin evladlarýna intikal ederdi. Þeyh Efendi, evladlarý arasýndan bazan birine iþarette bulunur ve ona tabi olunurdu. Þeyhin açýkça iþarette bulunduðu zaman þeyhlik makamýna kimin geçeceðinde problem olmazdý. Ýþaretin açýk olmadýðý zamanlarda ya ihvan aralarýndan en liyakatli gördükleri birine bey'at ederlerdi. Ya da dergah þeyhliði boþalýr, o zaman meþihat makamý baþka tarikatlardan ehliyet ve icazetini ibraz edenlere tekkeyi tahsis ederdi. Þeyhin birden fazla halifesi olduðu ve kimin postniþin olacaðý açýkça anlaþýlamadýðý zamanlarda halifelerden herbirinin irþadlarýný sürdürdüðü de olurdu.

- Mürþid-i kamillerin ezelde müridlerini seçme ruhsatlarý var mýdýr?

- Mürþid-i kamillerin ezelde müridlerini seçme mes'elesi belki herkesin saadet ve þakaveti konusunu anlatan hadisin verdiði bilgiler ýþýðýnda deðerlendirilebilir. Hadis þöyle: "Sizden herbirinizin cennet veya cehennemdeki yeri ezelde yazýlmýþtýr." (Buhari, Tefsiru'l-Kur'an, 65/92) Bu hadise göre herkesin ezelde hangi konumda olduðu yazýlý olduðuna göre, þeyhin müridlerinin kimler olduðu da Hakk'a ma'lümdur. Þeyhlerin þahsen yapacaklarý seçimin sonuca tesiri olmaz. Ama kendi seçimleri Hakk'ýn seçimine tetabuk ederse bir anlam ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber de amcasý Ebû Talib'in ümmetinden olmasýný þahsen istemiþti. Fakat ilahî iradeye tetabuk etmediði için bu talep gerçekleþmedi. Ama Hz. Ömer'in Ýslamý Hz. Peygamber'in seçim ve talebi ilahî iradeye uygun düþtüðü için hemen gerçekleþti. Ezelde ilahi iradeden baþka bir irade yoktu.

- Mürþid bulamayanlar ne yapmalýdýrlar? Her dönemde mürþid bulunur mu?

- Mürþid ihtiyacýný hissedenler aramaya devam etmelidir. Çünkü her devirde o devrin þartlarýna göre bir mürþid bulunur. Belki her devrin mürþidinin özellikleri ayný olmayabilir ama, her devirde mürþid bulunur.

- Birden fazla mürþide baðlanýlabilir mi? Halk arasýndaki "Her kapýda olan hiçbir kapýda; bir kapýda olan her kapýda?" sözü ne anlama gelir?

- Tarikatta seyr u sülûkünü tamamlamamýþ birinin birden fazla mürþide baðlanmasý iyi karþýlanmaz. Çatal uçlu kazýk nasýl yere girmezse, birden fazla mürþide baðlanan insanýn kalbinde sevgi bölüneceðinden istifade zorlaþýr. Çünkü mürþidlerdeki meþreb ve irþaddaki üslub farký, ister istemez bir kýyaslama yapmayý gerektireceði için feyze engel olur. Ancak seyr u sülûkünü tamamlamýþ kimselerin bir baþka þeyhe intisabýnda mahzur yoktur. Ýlk þeyhe tarikat þeyhi, ikincisine teberrük þeyhi denilir. Ýlk intisabda giydirilen hýrkaya tarikat hýrkasý, seyr u sülûkün tamamlanmasýndan sonraki intisabda giydirilen hýrkaya "hýrka-i teberrük" denir. Bir de ilmî intisab vardýr ki, bu da ya vefat etmiþ bir þeyhe eserlerini okuyarak olur, ya da hayatta olan bir mürþidden ders okumak suretiyle seyr u süluke girmeden olur.

- Þeyhler kaç kýsýmdýr? Hakîkî þeyh hangisidir?

- Genelde yaygýn tasnife göre þeyhler üç kýsýmdýr: Ta'lim þeyhi, sohbet þeyhi ve tarikat þeyhi. Ta'lim þeyhi: Tasavvufi konularda bilgi veren muallim konumundaki sofidir. Sohbet þeyhi: Sohbetine herkesin katýlýp sözlerini dinlediði hal ve hareketleriyle örnek olan kiþidir. Bunlardan ilki sadece öðretici, ikincisi ise haliyle etkileyicidir. Tarikat þeyhi: Mürid ve müntesiblerini bir annenin yavrusunu terbiye etmesi titizliði ile yetiþtirmeye çalýþan þeyhtir. Buna terbiye, irþad ve teslik þeyhi de denir. Böyle bir terbiye þeyhi, mürid ve müntesiblerinin beden ve ruhlarý üzerinde mutlak söz sahibidir. Mürid ne diliyle, ne de kalbiyle böyle bir þeyhe itiraz etmemeli, aksine gassal önünde meyyit gibi teslim olmalýdýr. Böyle bir þeyh, Allah Rasûlü'nün naibi, Allah'ýn yeryüzünde halîfesidir.

Þeyhler ayrýca, hal, kâl, yol veya yal þeyhi olmak üzere de üçlü bir tasnife tabi tutulmuþtur. Hâl þeyhi gerçek anlamda tarikat ve tasavvufu yaþayýp yaþatan, kâl þeyhi sözde þeyh; yani müteþeyyih, yol veya yal þeyhi ise menfaatçý þeyh; mensuplarýný bir takým çýkarlar için çevresinde tutan sahtekar. Her iki tasnifin ilkinde tarikat þeyhi, ikincisinde de hal þeyhi aranýp bulunmasý gereken mürþid-i kamildir.

- Eskiden mürþid vefat etmeden halîfelerinden birisine veya birkaçýna mürþidlik verir, bunu da belgelendirirmiþ. Bir ya da birkaç kiþiye hilafet verilebilir mi? Günümüzde böyle bir belge olmadýðýna göre, derviþ bu karmaþayý nasýl çözsün? Çünkü alakasý olmayan insanlar da mürþidlik sevdasýna kapýlabiliyor.

- Eskiden ve bugün þeyhlerin hayatlarýyla kayýtlý olmak üzere bir kýsým kimselere hilafet verdikleri bilinen bir husustur. Bu hilafet bir tür ders vekaleti olduðundan þeyhin hayatý ile sýnýrlýdýr. Þeyh, eðer vefatýndan önce kendisinin yerine kimin geçeceðini yazýlý ve sözlü bir biçimde açýklamýþ ise bu halifelerin hilafeti sona erer. Böylece onlarýn tekrar yeni þeyh tarafýndan görevlendirilmeleri gerekir. Eðer bir iþaret vaki olmadan emr-i Hakk olur ve þeyh vefat ederse, o zaman halifelerin bu hizmeti devam ettirmeleri mümkündür. Ancak hal-i hayatýnda þeyhten icazet almamýþ kimselerin herhangi bir iddia ile ortaya çýkmalarýný önlemek için icazet zorunluluðu getirilmiþtir. Günümüzde böyle bir kontrol mekanizmasý iþlemediðine ve irþad için resmî bir belge bulunmadýðýna göre artýk iþ ihvanýn firasetine kalýyor. Elbette mürþidlik sevdasýna kapýlýp: "Ömrümüz boyunca mürid olarak mý kalacaðýz" diyen insanlar çýkacaktýr. Böyle zamanlarda þeyhlik iddiasýnda bulunan kiþinin hal ve tavýrlarýna, etrafýnda toplanan insanlarýn istikametlerine bakmak ve iddia sahibinin dünyalýk bir menfaat devþirme amacýnda olup olmadýðýný iyice tartmak gerekir. Önce þeyhin hareket ve davranýþlarýna bakmalý, ardýndan gönüllere danýþmalýdýr.

- Þeyhin sahtesi ile gerçeði arasýndaki farklar nelerdir?

- Þeyhin sahtesi ile gerçeðini tanýmada en önemli ölçü þeriata riayet ve Ýslamî esaslara baðlýlýktaki dikkattir. Ýcazet müessesesinin iþlediði ve tekkelerin meþihat makamýna baðlý olarak hizmet verdiði dönemlerde bu iþin resmî ölçüsü icazetli, îcazet sahibi olmakla birlikte þeriata riayet etmeyen ve mensuplarýný haramlara yönlendirme yolunu tutanlar gözetim altýna alýnýr, böyle bir suçu sübût bulanlar þeyhlikten uzaklaþtýnlýrdý. Bugün bir kimsenin þeyhlikteki iddiasýnýn geçerli olabilmesi için en azýndan haramlara bulaþma, farzlarý terk gibi bir zaaf göstermemesi gerekir. Þeyhlik kurumu insanýn ruh dünyasýna ve gönül alemine hitab ettiði için etkili ve yararlý olduðu kadar, son derece istismara açýk bir kurumdur. Ancak bu iþin istismarcýlarý çabuk farkedilir. Þer'i konulardaki zaaflar, menfaat iliþkileri ile kadýnlarla iliþkilerde þer'i kurallarý zorlayan mahremsiz teketek görüþmeler ve ihtilât sayýlacak birliktelikler bu konuda önemli ipuçlarýdýr.

- "Bir mürþide baðlandýktan sonra daha fazla ilim aramaya gerek yok. Esas ilim, mürþidi bulmaktýr." deniyor. Böyle bir iddia doðru mudur?

- "Bir mürþide baðlandýktan sonra daha fazla ilim aramaya gerek yok." sözü, "Avamýn mezhebi müftünün fetvasýdýr." sözüyle birlikte düþünüldüðünde belki bir anlam ifade eder. Tarikata ilk intisab eden kiþi, avam sayýlýp mürþidinin fetvasýyla amel edecektir. Bu yüzden ilmî konularda behresi bulunmayan kimse bir mürþide baðlandýktan sonra ona teslim olmalý ve önce manevi eðitimini ikmale bakmalýdýr. Manevi eðitimi devam ederken ilim adýna birþeylerle uðraþmasý ilgisini daðýtýp yoðunluðunu eksiltir, letaifin çalýþýr hale gelmesini önler. Bu söz bu anlamda söylenmiþse doðrudur. Ancak "tarikata intisab ile her türlü ilmî iþ ve araþtýrma sona erer" anlamýna söylenmiþse yanlýþtýr. Çünkü ilmin sonu yoktur. Mezara kadar, Çin'de de olsa, ilim aramak bir vecibedir. Tasavvuf ve tarikatýn ilim düþmaný olduðu imajýný verecek bu tür bir iddia doðru olamaz. Ýlk sûfilerden Seriy Sakatî'nin yeðeni Cüneyd Baðdadî'ye söylediði: "Önce muhaddis, sonra sûfî ol! Önce sûfî sonra muhaddis olma!" sözü dînî ilimlerin tasavvuftan önce öðrenilmesi gereðini vurguluyor. Ýlimlerin bütünlüðü ilkesini teyid ediyor.

- Peygamber Efendimiz: "Her yüz senede bir dîni yenileyecek bir müceddidin geleceðini" (bk. Ebû Davud, Melahým, 1) haber vermiþtir. Müceddid bir kaç tane mi, yoksa bir tane mi olur? Kim olduðu kendisi hayatta iken belli olur mu? Eðer belli ise günümüzün müceddidi kimdir?

- Genellikle tecdid ile teceddüd kavramlarý birbirine karýþtýrýlmaktadýr. Teceddüd yenilikçilik ve modernizm demektir. Bunlarýn davasý, dîni yeniliklere uydurmaktýr. Bugün milleti maddi bakýmdan geri kalmýþ gören ve bu durumu ýslah için Ýslam ile mevcud sistemden yeni bir karýþým ortaya çýkaran, ümmeti, adýndan baþka Ýslamî bir rengi kalmayacak þekilde sistem boyasýna boyayan kiþilerin yaptðý iþ teceddüddür. Bunlara müceddid deðil, müteceddid denilir. Tecdid ise, ne mevcud sistemle anlaþmak için yol ve çare aramak, ne de Ýslam ile sistemden meydana gelecek bir karýþýmdýr. Gerçek tecdid, Ýslamî ona sonradan bulaþtýrýlmýþ unsurlardan temizlemek, onu mümkün olduðu kadar saf ve berrak haliyle hayata geçirmektir. Soruda temas edilen hadiste Efendimiz bu manada her yüzyýlda bir müceddidin geleceðini haber vermektedir. Bu müceddid, ulemadan olabileceði gibi, meþayýh ve devlet ricalinden de olabilir. Nitekim ilk hicrî asýrda Ömer b. Abduülaziz gibi bir devlet adamý müceddid kabul edilmiþtir. Ondan sonraki asýrlarda tam bir ittifak hasýl olmamakla birlikte mezheb imamlarý yaþadýklarý asýrlarýn müceddidi sayýlmýþtýr. Müceddidin ayný asýrda birkaç tane olmasýna mani bir hüküm yoktur. Önemli olan yapýlan tecdidin boyutudur. Müceddid, peygamber deðildir. Ancak tabiat ve mizacý bakýmýndan peygambere en yakýn olan insandýr. Müceddid, çoðu zaman kendisinin müceddid olduðunu bilmez ve böyle bir iddia ile ortaya çýkmaz. Gerek çevresindeki çaðdaþlarý, gerekse sonraki asýrlarda gelen insanlar hizmetlerine bakýp onun müceddidliðine hükmederler. Sufîler arasýnda müceddidliði konusunda tevatür derecesinde ittifak hasýl olanlarýn baþýnda Ýmam-ý Rabbanî gelir. Kendisi ikinci bin yýlýn müceddidi sayýlmýþtýr. Çünkü o dönemde Hindistan'da yeni bir din kurmak iddiasýyla ortaya çýkan Ekberþah'a karþý Ýslam'ýn safiyetini savunmuþ ve bunda muvaffak olmuþtur. Her devirde sufilerden böyleleri çýkabileceði gibi böyle iddialarla ortaya çýkanlar da bulunabilir. O zaman kiþinin yaptýklarýna bakmak gerekir. Çünkü: "Görünür þahsýn rutbe-i aklý eserinde."

- "Þeyhi olmayanýn þeyhi þeytandýr" sözünden maksad nedir?

- Bayezid Bistamî'ye atfedilen bu söz, eski tasavvuf kitaplarýmýzdan itibaren hemen bütün kaynaklarda yer almaktadýr. Buradaki "þeyh" kelimesi mutlak manada mürþid demektir. Bütün uygulamalý ilimlerde o ilmin öðrenilmesi, bir üstad aracýlýðý ile olur. O konuya dair eserleri okumak, o ilmi öðrenmek için yetmez. Mesela Ýslamî ilimlerden "Kýraat" uygulamalý bir ilim olduðundan "fem-i muhsin"den (yetkili aðýz) öðrenilir. Tecvid ve kýraat kitaplarý okunarak kurrâ olunamaz. Marangozluk, kaportacýlýk gibi çaðdaþ iþler, futbol gibi oyunlar bile mutlaka bir ustadan öðrenilir. Futbol kitabý yazan biri, iyi bir futbolcu olmayabilir. Marangozluðun kitabýný yazan da öyle. Hatta Týp Fakültesini bitiren kimse nasýl bir uzmanýn yanýnda ihtisas görmeden uzman olamaz ve olmaya kalkýþtýðýnda insanlarý canýndan ederse, ayný þekilde bir üstadýn yanýnda tasavvufi eðitim görmeden kendi kendine sufilik etmeye kalkýþan bir kimse mutlaka yanýlýr ve þeytanýn oyuncaðý haline gelir. Bu sözle þeyhsizlikten maksad, tasavvuf ilminin þeyhsiz öðrenilip uygulanamayacaðýdýr.

- Kadýnlar da intisab etmeli mi, onlarýn intisabý nasýl olmalýdýr?

- Kur'an'da kadýnlarýn Ýslam, îman, taat, sýdk, sabýr, huþu, tasadduk, oruç, namusu koruma, ve zikir konusunda erkeklerle ayný olduðu vurgulanmakta (bk. el-Ahzab. 33/35), cihad dýþýnda bütün konularda erkeklerin muhatab olduðu hükümlere muhatab olduklarý belirtilmektedir. Bu bakýmdan tasavvufun manevi hayata yönelik hükümleri onlarý da kapsar. Mekke fethi günü inen bir ayet-i kerimede Allah Teala kadýnlarýn bey'atlarýný almasý konusunda Hz. Peygamber'e þöyle buyurmaktadýr: "Ey Peygamber! Ýnanmýþ kadýnlar, Allah' a hiçbir þeyi ortak koþmamak, hýrsýzlýk yapmamak, zina etmemek, çocuklarýný öldürmemek, gayr-i meþru bir çocuk doðurup onu kocalarýna isnad etmemek, iyi iþ iþlemekte sana karþý gelmemek hususunda bey'at etmeye geldikleri zaman sen onlarýn bey'atlarýný kabul et. Onlar için Allah'tan maðfiret dile!" (el-Mümtahýne, 60/12) Bu ayetin nuzülünden sonra Allah Rasulü kadýnlarýn da bey'atini kabul etmiþ ve onlardan ahid almýþtýr. Bu ahid sýrasýnda Allah Rasülü'nün eli kadýnlarýn eline deðmemiþti. Bu bakýmdan kadýnlarýn intisabý sýrasýnda sünnete uygun biçimde þeyhin eli, kadýnlarýn eline deðmemelidir. Kadýn mahremi aracýlýðýyla þeyhine ulaþmaya çalýþmalý veya þeyhin mahremi aracýlýðý ile, intisab etmelidir. Ya da görüþmeler perde arkasýndan yapýlmalýdýr. Ayný mekanda vaki olacak görüþmelerin fitneden uzak bir biçimde olmasý uygun olur. Kadýnlarýn topluca ve tesettüre uygun bir biçimde þeyhleriyle görüþmelerinde mahzur yoktur. Mahzurlu olan topluca da olsa, kadýnlarýn tesettüre uymadan açýk saçýk bulunmalarý, ya da kapalý da olsa tek baþýna görüþmeleridir.

- Mürþide baðlý olmayan, Kur'an ve sünnete sýmsýký sarýlan mü'minlerin durumu ne olacaktýr?

- Kur'an ve sünnete sýmsýký sarýlan bir mümin, bir mürþide baðlý olsun veya olmasýn elbette iyi bir noktadadýr. Çünkü amaç Kur'an ve sünnetin istediði bir insan ve salih bir mümin olmaktýr. Mürþide baðlanmaktan maksad da budur. Yoksa mürþide baðlanmak Kur'an ve sünnetin üstünde birþey deðildir. Ancak burada þu hususu gözönünde bulundurmak gerekmektedir: Acaba insan Kur'an ve sünnete baðlý yaþýyorum derken, bunu gerçekten becerebiliyor mu, yoksa kendi kendini mi kandýrýyor? Çünkü nefs insana çoðu zaman böyle tuzaklar kurar, yanlýþlarýný hoþ, eksiklerini tam gösterir. Ýnsan içinde bulunduðu olaylarý ve durumlarý objektif olarak deðerlendiremez. Böyle olunca da hep kendinden yana yontar. Ama böyle bir mürþid-i kamilin yanýnda bulunan kimse onun tecribelerinden yararlanmak durumundadýr. Mürþid ona, nefsinin kendisine kuracaðý tuzaklarý gösterir. Böylece daha çabuk mesafe alýr. Mürþide baðlanmak istemeyen kimse, önce kendisine bu duygularýn nereden geldiðini anlamaya çalýþmalýdýr. Eðer bunlar intisab edilecek bir þeyh bulamadýðý için ise bunun da þeyhlerin eksikliðinden mi, kendisinden mi olduðuna bakmalýdýr. Ama herþeye raðmen benim gönlüm buna ýsýnmadý diyen ve kitap sünnete baðlý kalmaya azmettiðini söyleyen kiþi, kendisini olaylara ve dünya gailesine salývermemelidir. Çünkü insanýn en çok ayaðýnýn kaydýðý nokta, meþru olmayan þeylerin zaman içinde tabii hale gelip insanýn yüreðini pörsütmesidir. Diri bir kalb, uyanýk bir gönül olmadan bugün sünnet çizgisinde Ýslamî hayat zor yaþanýr.

- Ashab, Peygamber Efendimiz'e hizmetle sevap kazanýyorlardý. Bizler de alimlere, þeyhlere hizmet ederek sevap kazanabilir miyiz?

- Ýslam'ýn genel tarifinde: "Allah'ýn emirlerine tazim, yaratýklarýna þefkat ve hizmet" ölçüsü vardýr. Hizmetlerin en güzeli din yolunda ve Allah için olanýdýr. Ashab, Allah Rasûlü'nün gösterdiði hizmetlerle yýldýz þahsiyetler oldular. Benlik ve feragat sýnavýndan geçtiler. Bu sayede sahabî oldular, "Ýlme hizmet, ilim adamýna hizmettir." ilkesinden hareketle konuya yaklaþtýðýmýz zaman elbette ilim ve irþad adamlarýna hizmet edenler, dine hizmet etmiþ gibi ecir kazanýrlar. Niyyet hizmet olduktan sonra hizmet eden daima kazançlýdýr. Hatta hizmet edilen hizmete layýk olmasa bile yapýlan hizmet ve ecri zayi olmaz.

- Hakîkî þeyhin tahsil durumu önemli mi? Mutlaka velî olmasý gerekir mi? Yoksa her mümin þeyh olabilir mi?

- Þeyh olacak kimsenin ilim ve irfaný önemli ama diplomasý ve dünyevi ilimlere aid tahsil durumu önemli deðildir. Çünkü þeyhlik ve mürþidlik tahsil ve diploma ile elde edilecek bir hususiyet deðildir. O kalb eðitimi ile elde edilecek bir hususiyettir. Her þeyhin velayet mertebesine ermiþ kamil bir insan olmasý gerekir. Ancak keramet ýzharý gerekmez. Çünkü gönlünde itmînana ermiþ, yüzüne bakýldýðýnda insana Allah'ý hatýrlatan kimselerdir onlar. Bu da velilik sýfatýdýr. Her mümin þeyh olacak olsa müridlik kime düþecekti. Elbette her mümin þeyh olamaz. Bu iþin bir takým özellik ve þartlarý var.

- Müslümanýn teblið vazifesi bellidir. Bu vazife gereði aktif organize faaliyetlerde bulunmak, mürþidin sahasýna karýþýp haddi aþmak mýdýr? Yoksa ona hizmet mi?

- Ýslam, inananlara bir teblið vazifesi yüklemiþtir. Ancak Ýslam'da önce salah, sonra ýslah anlayýþý vardýr. Yani kiþinin önce kendi pürüzlerini gidermesi, nefsini eðitmesi ve onun ilahi hükümlere ram etmesi gerekir. Bu yüzden, böyle bir amaçla bir mürþid gözetiminde manevi bir eðitime baþlamýþ olan kimse, sosyal faaliyetlerini ve hizmet alanlarýný da mürþidine danýþarak düzenlemelidir. Deðilse manevi hayatý açýsýndan yanlýþ þeyler yapabilir. Gireceði organize teblið hizmetlerinin de mürþidinden habersiz olmamasý iktiza eder. Vakýa böyle bir iþ mürþidin sahasýna karýþmak olmaz ama, baþýboþluk ve sorumsuzluk olur. Ona hizmet olabilmesi için onun onayýndan geçmesi ve verdiði diðer hizmetlerle çatýþmamasý gerekir. Deðilse salik kalbi bulanýk hale gelebilir.

- Mürþidin kadýn müridlerine el öptürmesi caiz midir? Vazifeliler, kocasý evde olmayan ve ev sahibesinin yanýna girebilirler mi?

- Mürþidin mahremi olmayan kadýn müridlerine el öptürmesi caiz deðildir. Hadislerde kaydedildiðine göre Hz. Peygamber kadýnlardan bey'at alrrken onlarla musafaha etmemiþ ve kadýnlarýn elini tutmayacaðýný ifade etmiþtir. Hadis ve fýkýh kitaplarýnda var olan bu hükme imtisalen þeyhlerin de kadýn müridleriyle musafaha etmesi ve el öptürmesi caiz görülmemiþtir. Bununla birlikte kadýn ihvanýna el öptüren þeyhler de olmuþtur. Ancak onlarýn varlýðý cevazýna delil deðildir þüphesiz.

- Mürþidin kalbine veya nefsine iblis vesvese verir mi?

- Þeytanýn mürþidin kalbine vesvese vermeðe çalýþmasý kadar tabii birþey olamaz. Ancak kemal sahibi veli-sýfat bir mürþid mahfuzdur. Yani ibadet ve taatlarý sebebiyle þeytanýn vereceði vesveseleri Allah'ýn yardýmýyla aþabilecek manevi olgunluktadýr. Peygamberlerin ismet sýfatý gereði ma'sum olmalarý ile velilerin mahfuz olmasý arasýnda fark vardýr. Peygamberlerin ismeti, kendilerinden sadýr olan zellenin Cebrail aracýlýðý ile tashihi þeklindedir. Hýfz ise ibadet ve teslimiyyet sayesinde nefs ve þeytanýn iðvasýndan Hakk'ýn himayesinde olmak demektir. Tabii ki böyle bir insan hata yapmaz anlamýna gelmez.

- Anadolu'da bir çok tarikat ve pek çok mürþid var. Tabiî ki bu mürþidlerin pek çoðu alim deðil. Biz pek çok mes'elemizde alimlere mi uyacaðýz, cahil de olsa milrþidlere mi uyacaðýz?

- Anadolu'da birçok tarikat ve mürþidin varlýðýndan bahisle bunlarýn da bir kýsmýnýn gerekli ilmî seviyeye sahip bulunmadýðýný ifade ediyor ve "biz, cahil de olsa mürþidlere mi uyacaðýz?" diye soruyorsunuz. Bir defa cahillikle mürþidliðin bir arada bulunmasýnýn mümkün olmadýðýný düþünüyorum. Bir kiþi cahil ise mürþid olamaz. Mürþid ise cahil sayýlamaz. Ancak cehaletle ictihad seviyesinde alim olmayý birbirine karýþtýrmamak gerekir. Þeyhler ve mürþidler ictihad seviyesinde alim olmayabilirler. Aslýnda öyle olmalarý þart da deðildir. Ama hangi konuda kime baþvurulacaðýný bilecek irfana sahiptirler. Bilmedikleri fýkhî mes'eleler için ihvanýný ehlinden sorup öðrenmeye sevkedecek firasetleri vardýr. Müridini kendisine sorduðu fýkhî konularda fetva için, ilgili kiþilere göndermekten çekinmez ve bunu bir haysiyet meselesi yapmaz. Çünkü kendisinin görevi her seviyede fýkhi bilgi ile müridlerinin ilmi seviyesini yükseltmek deðil, manevi ve ahlakî seviyesini yükseltmektir.

- Tasavvufta þeyhe çok övgüler yapýlmaktadýr. Oysa bir hadiste Allah Rasülü: "Beni övmeyin, ben ancak bir kulum. O halde bana sadece Allah'ýn kulu ve Rasûlü deyin"aglaBuhari, Enbiya 48; Ebû Davud, Rikak, 68) buyurur. Hamd Allah'a aid iken, yüzlerce ayet sadece Allah'ý övmenin gerekliliðinden bahsederken, nasýl olur da aciz ve zayýf insanlar peygamberlerin de üstüne çýkarýlarak adeta Tanrý katýnda bilinir?

- Tasavvufta þeyh ve mürþidler için övgü ifade eden söylerin varlýðý doðrudur. Övgü bir sevgi ifadesidir. Sevginin olduðu yerde; ölçülü ve ifrata varmayan bir övgü tabii karþýlanýr. Hz. Peygamberin kendisine yapýlacak aþýrý tazim ve övgülere gösterdiði tepkinin sebebi bellidir: "Beþer konumundan çýkarýlýp ûlühiyet konumuna konulmak." Putlarla mücadele için gelen ve tevhidin teþbîhî deðil, tenzîhî olaný üzerinde duran bir dinin peygamberinin böyle davranmasýndan tabii birþey olamaz. Tarihte peygamberlerine ülûhiyet isnadýna kalkýþan kavimler olduðundan Peygamberimiz böyle davranarak en saðlýklý yolu seçmiþtir. Tarikatlarda müridin, kendisine ahiret hayatýný kazanmaya yardýmcý olan mürþidine minnettar olmasý ve ona þükran ifade eden sözler söylemesi doðaldýr. Nitekim sahabiler de Allah Rasulü'ne hitaben: "Anam babam sana feda olsun, caným sana kurban olsun." gibi ibare ve ifadelerle minnettarlýklarýný ifade etmiþlerdir. Onun traþ sýrasýnda kesilen saç ve sakallarýný toplamýþlar, abdest suyu ile teberrük etmiþler, yüzlerine gözlerine sürmüþlerdir. Onun kullandýðý ve hediye ettiði hýrka ve eþyayý da ondan bir hatýra olarak saklamýþlardýr. Bunlarýn hepsi ona duyulan sevginin tezahürleridir. "Mehtaplý bir gecede bir Allah Rasülü nün yüzüne, bir de aya baktým. Rasülullah'ýn yüzü daha paklak ve aydýnlýktý." (bk. Darimî, Mukaddime, I, 30) diyen sahabînin sözünü acaba bir abartý olarak mý deðerlendireceðiz, yoksa bir sevgi tezahürü mü? Sevgi insana sevdiði insanýn güzellikleriný daha güzel gösterir. Seven sevdiðinin bu güzelliklerini söylemek, anlatmak ve paylaþmak ister. Sûfîlerin þeyhleri ile ilgili övgüleri "fena fi'þ-þeyh" mertebesinde söylenmiþ sözlerdir. Hz. Ömer'in Hz. Peygamber'in vefat haberi üzerine: "Kim Muhammed öldü derse boynunu vururum." þeklindeki sözü, seven insanýn sevdiðini kaybettiði sýradaki feveraný deðil de nedir?

Allah Rasûlü: "Ýnsanlara þükretmesini bilmeyen Allah'a da þükretmez." (Ebu Davud, Edeb, 11; Tirmizi, Birr, 35) buyurarak Allah'a þükretmenin yolunun Ýnsanlara þükür ve minnettarlýktan geçtiðini belirtmiþtir. "Ýfk" olayý sonrasýnda Hz. Aiþe'yi aklayan ayet indiðinde annesi, Hz. Aiþe'ye: ''Kocan Rasûlullah'a teþekkür etmeyecek misin?" demiþti de Hz. Aiþe: "Hayýr, ben ancak Allah'a þükrederim." cevabýný vermiþti. (Buharî. Enbiya, 19; Ahmed, Müsned. VI. 367.)Annesi, müjdeyi getiren olduðu için Hz. Peygamber'e teþekkür etmesini insanî bir görev oiarak isterken Hz. Aiþe asýl failin Allah olduðunu düþünerek buna ihtiyaç duymadýðýný belirtmiþtir. Demek ki aslolan hediyeyi göndren sultandýr, ama hediyeyi getiren hizmetçiye teþekkür etmek de insanî bir görevdir. Hatta duyulan ihtiyaca göre insanýn bunaldýðý bir sýrada kendisine efendisinden bir hediye getiren hizmetçi ve kölenin elini ayaðýný öpmesi ve minnettarlýðýný ona arzelmesi ne kadar tabii ise müridlerin þeyhlerine olan bu tür minnettarlýklarý da tabiîdir. Zaten þeyhlere yapýlan övgüler genellikle henüz "fena fi'þ-þeyh" konumunda olan mübtedî müridlerin özelliðidir. Fena fi'r-Rasûl ve fena fillah'a ermiþ olanlar artýk gerçek faili görür ve öyle konuþurlar.

Elbette þeyhlere yapýlan övgülerde sýnýrý aþmamak ve onlarý peygamberlerin üstünde bir konuma çýkaracak ifadeler kullanmamak gerekir. Þeriat buna izin vermediði gibi, böyle bir tavýr tasavvufî adaba da uygun düþmez. Herþeyin hakkýný teslim etmek ve kimseye layýk olmadýðý bir sýfat izafe etmemek gerekir. Yine de Mecnun'un gözünde "Leyla" ne ise, aþýk bir müridin gözünde þeyhi de öylesine övgüye layýktýr. Gönül taþkýnlýðý türünden söylenen bu mecazlarý, hakiki anlamýyla anlamamak ve kendi içinde deðerlendirmek problemi çözer. Çocuklarýn gözünde bile "en güçlü ve en iyi insan" babalarýdýr.

- Tarikatlarda þeyhden Allah'dan korkar gibi korkmak telkin edilmektedir. Allah korkusu dýþýnda halife ve reis gibi yaratýklardan korkmak var mýdýr? Müridin Allah'dan korkar gibi þeyhinden korkmasýný hangi delile dayandýrýyorsunuz?

- Tarikatlarda müridin þeyhten korkmasý, asker ocaðýnda erin çavuþundan korkup çekinmesine benzer. Erin gözünde en çok çekinilecek çavuþudur. Çünkü kendisinin birebir iliþki içinde olduðu kiþi de, kendisine ceza veya mükafat verecek olan da odur. Hiyerarþik yapý içinde çavuþtan çok daha yetkili subay ve komutanlar olduðu halde er için korkulacak tek kiþi çavuþudur. Er, zaman içinde askeriyedeki düzeni öðrenip ast ve üstü tanýdýktan sonra çavuþun yeri neresidir, diðer komutanlarýn yeri neresidir, anlar. Bununla birlikte en yakýn komuta kademesindeki çavuþ ile iliþkiyi de iyi götürmeye çalýþýr. Tasavvufta da salik, kendisinin en yakýn eðiticisi olduðu için þeyhine karþý son derece saygýlýdýr. Salikin þeyhten çekinip korkrnasý, yýrtýcý hayvandan ve gardiyandan korkar gibi bir korku deðildir. Aksine bu korku sevgi ile harmanlanmýþ bir korkudur. Ýçinde karþýsýndakinin sevgisinden mahrum olma özelliði taþýmaktadýr. Mürid þeyhinden çekinirken onun cezalandýracaðýndan çok iltifatýný esirgeyeceðinden korkar. Þeyh-mürid iliþkisi baba-oðul iliskisi gibidir. Nasýl oðul babasýndan çekinir, korkar ve bu korku sadece ceza korkusu deðilse, þeyh ile mürid iliþkisindeki korku da öyledir. Müridin Allah'tan korkar gibi þeyhinden korkmasý deðil, Allah için þeyhinden sakýnmasý gerekir. Bu þeyhini kendisinin rehberi görerek gerektiðinde ceza da verebileceðini kabulden gelen bir korku ve saygýdýr.

- Tarikatlarda insanlarýn mürþidlerine karþý ifrata varan tavýr ve davranýþlarý var. Halbuki Hz.Peygamber (s.a.) böyle davranýrlarý yasaklamýþ, insanlara aralarýnda peygamber varken bile tabiî olmalarýný tavsiye etmiþtir. Býrakýn mürþidleri, halifeleri bile öyle sulta kurmuþlar ki soru sormak yasak; tam itaat isteniyor. Bu gibi haller tabiîliði aþmýyor mu?

- Türkçe'de: "Dað yanýna varýnca küçülür." diye bir söz var. Alman düþünürü Goethe de þöyle diyor: "Bütün politikacýlar, askerler büyük sandýðýnýz insanlar, yakýndan tanýdýðýnýzda küçülürler. Bunun bir tek istisnasý vardýr o da müslümanlann peygamberi Muhammed'dir." Hz. Peygamber (s.a.) toplum içindeki hayatýnda da, ikili iliþkilerinde de, aile hayatýnda da davranýþlarý bütün ayrýntýlarýna kadar tesbit edilmiþ bir insandýr. Onun en yakýn çevresinin bildiði iliþkilerinde bile bir gayr-ý tabiîlik ve hafiflik asla görülmez. Bu yüzden o ümmetine daima tabiîliði tavsiye etmiþtir. Ancak bütün insanlarýn; yönetici ve idarecilerin Hz. Peygamber gibi herhal ve durumda tabiilik, ciddiyet ve vakarýný korumasýný bekleyemezsiniz. Çünkü insanlarýn çoðu buna güç yetiremez. Ýþte bu sebepledir ki, gerek hoca-talebe, gerek þeyh-mürid, gerekse yönetici-halk iliþkilerinde bir takým yanlýþlarýn önlenmesi ve idareci konumda bulunan kiþilerin korunmasý için araya biraz mesafe konulmuþtur. Þeyhlerin müridleriyle çok sýk görüþmemesi, talebe ile hocanýn ayný helayý kullanmamasý bu sebepledir.

Hz. Peygamber (s.a.) þahsý için hürmet ifade edecek tarzda ayaða kalkýlmasýný bile istemediði halde ashabýndan bir kýsmýna hürmet amacýyla ayaða kalkýlmasýný emretmiþtir. Kendisine saygýnýn da aþýrýlýða götürülmesinden kaçýnmasýnýn sebebi, ileride bu saygýnýn üluhiyet isnadýna varacak yanlýþlara ulaþmasýný önlemektir. Ama baþkalarý için böyle bir saygýyý istemesi bunun örfe göre cevazýný göstermektedir. Bu tür davranýþlar genellikle örfe býrakýlmýþtýr. Mesela Türkçe'de konuþurken ikinci þahsa "siz" diye hitabetmek saygý ifadesidir. Allah'a dua ederken "sen" diyoruz. Bu saygýzlýk mýdýr?

Aslýnda ifrata varan saygý ve sevgi izharý türünden davranýþlar çoðu zaman karþýmýzdaki insanlarý da sýkmaktadýr. Elbette ki doðrusu tabii olandýr. Ama insanlarýn hepsi bir deðil. Þeyhi için her içeri giriþ çýkýþýnda ayaða kalkmamayý kendine kusur telakki eden insanlar bulunabiliyor. Ama bundan rahatsýz olan þeyhler pek çoktur. Nitekim Ramazanoðlu Mahmud Sami Efendi: "Ýhvana söyleyin, halk içinde elimi öpmesinler, ben daha çok istiðfar etmek zorunda kalýyorum." dermiþ. Bu biraz bizim milletimizin askeri yapýsýndan ve disiplin ve töreni seven anlayýþýndan kaynaklanýyor. Nitekim Mýsýr ve Arap dünyasýndaki tarikatlarýn çoðunda þeyh-mürid iliþkilerinde bu tür merasim ve saygý ifade eden tavýrlar göremezsiniz. Þeyhinin yanýnda ayak ayak üstüne atan veya oturduðu ile yattýðý tefrik edilemeyecek biçimde oturan insanlar pek çoktur. Bu bir örf ve görenek mes'elesidir. Ýçten gelen duygu meselesidir. Adamýn içinden gelen duygusu þeyhinin elini öpmek, huzurundan geri geri çýkmak þeklinde ise bunu deðiþtirmeye zorlamak tabiiliðe aykýrý olur. Ama bunu yapmayana dudak bükerek bakmak da ayný ölçüde yanlýþtýr. Bunlar esasata müteallik þeyler deðildir. Teferruat içinde fazla boðulmamak gerekir.

Þeyhlerin ve halifelerinin soruda "sulta" diye ifade edilen otoriteleri ve sual sorulmasýna bile izin verilmemesini ise ben bu iþin bir gereði gibi görüyorum. Camide de hocalara sual sorulmaz. Ama namazdan sonra münferid sual sormada bir sakýnca yoktur. Þeyh ve halifelerin toplantýlarý bir bilgilenme meclisi olmadýðý, aksine bir ilgi ve sevgi meclisi olduðu için sual sorulmamasý gayet doðaldýr. Sual sorulan ortamlar genellikle tartýþmayý beraberinde getirir. Tartýþma ise tasavvuf yolunda kiþinin nefsaniyetini tahrik edici bir unsur olarak görülür. Sohbetten sonra veya özel görüþmelerde þeyhlere de halifelerine de sual sorulmasýný engelleyecek bir durum yoktur. Aksine orada, sual varsa sorulmasý istenir. Binaenaleyh herkesten heryerde tabiîlik, ve her yerde sual sorulmasýna izin vermesini beklemek mümkün deðildir.
alinti
Gönderen: 09.08.2008 - 21:10
Bu Mesaji Bildir   Muhtazaf üyenin diger mesajlarini ara Muhtazaf üyenin Profiline bak Muhtazaf üyeye özel mesaj gönder Muhtazaf üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1311 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.78223 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.