0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » Son ümidin kırıldığı an....

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
musab_ su an offline musab_  
Son ümidin kırıldığı an....
122 Mesaj -
Son Ümidin Kırıldığı An
ABD , BirleşmişMilletler, AB ve Rusya destekli, 2005 yılına kadar bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasını amaçlayan ‘yol haritası’, İsrail’in suikast politikalarıyla kısa zamanda kana bulandı. Şaron’un yol haritasında tahliyesi ön görülen Yahudi yerleşimlerinin yenilerinin inşaası için, yerleşimcilerden, işlerini ‘sessizce’ sürdürmelerini istediği biliniyor. İsrail’de ipleri ellerinde tutan Fanatikler,
Yahudi olmayanların insanca yaşama haklarını reddetmeyi inatla
ve insafsız yöntemlerle sürdürmeye kararlılar.
Yahudiler neden kapalı bir dini toplum ve hayata bakış tarzlarını belirleyen bu dışlayıcı tutum nasıl şekillendi?
I.
Yahudi, yanındakilerle beraber evin önüne gelince kalbi daha hızlı atmaya başladı. Titrek bir vuruşla kapıyı çaldı. İçeriden kendisini bir kadın karşıladı. Kadın kendisine ne istediğini sorduğunda, Yahudi kısa bir süre önce doğduğunu haber aldığı çocuğu görmek istediğini söyledi. Yahudi’nin heyecanı giderek artıyordu. Yanındakiler, onun bu heyecanına pek anlam veremediler. Anne içeri girip çocuğu dışarı çıkardığında, Yahudi’nin kalbi neredeyse duracak gibiydi. Büyük bir heyecanla çocuğu kucağına aldı ve doğruca sırtına baktı. Tam o anda, gözleri, hiç beklemediği bir şeyi görmüş olmanın şaşkınlığıyla faltaşı gibi açıldı. Gördüğü şeyin ağırlığı, dizlerinin gücünü aştığı için daha fazla ayakta duramadı. Bayıldı.
Ayıldığı zaman, yanındakiler hemen kendisine neden bayıldığını sordular. Yahudi, çaresizlik dolu bir iç çektikten sonra, cevap verdi: “O çocuğun iki kürek kemiği arasındaki mührü (kırmızımtrak beni) gördüğüm için bayıldım. O mühür, sandığınızdan çok daha önemli. Çünkü, artık peygamberliğin ve Kitabın benim milletimden gittiği anlamına geliyor. Dahası, bundan sonra benim milletimden olanlar öldürülecek ve bilginlerimizin de itibarı kalmayacak. İşte o mühür, milletimin bundan sonra yaşayacağı kötü kaderin işareti. Benim bayılmama ve sonsuz bir üzüntü yaşamama neden olan da bu!”
Yanındakiler, Yahudi’nin niye bayıldığını şimdi anlamışlardı. Gerçekten de kendisini büyük bir dine ve millete ait hisseden, üstelik son peygamberin kendi milleti içinden çıkacağını düşünen bir kimse için bundan daha büyük bir yıkım olamazdı. Mühür, tüm Yahudilerin son ümitlerinin kırıldığının, hem de büyük bir binanın çatır çatır çöküşü gibi kırıldığının işaretiydi.

II.
Halbuki bir zamanlar herkesten daha ümitli bir millet idiler. Güzel yüzlü bir peygamber, kendilerinin Mısır’a yerleşmesini sağlamıştı. Orada güven içinde çoğalmışlardı. Ama bir zaman sonra yine sıkıntıya düşmüşlerdi. Mısır’ın yerli halkının başındaki zalim hükümdar, onlara işkence yapmaya başlamıştı.
O hükümdar onlara neler yapmıyordu ki? Onlara azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Elbette bu bırakış da hayır için olmuyordu. Kadınlarının hamile olup olmadıkları kontrol ediliyor; hamile kadınların karnından çocukları alınıyordu.
İşte böylesi kötü şartlar altında yaşamaktan, eziyet ve zillet çekmekten, Allah’ın inayeti ve O’nun kendi içlerinden seçtiği peygamberin rehberliğinde kurtulmuşlardı. Üstelik, müthiş mucizeler eşliğinde! Ki o mucizelerden birinde, Kızıldeniz karşı kıyıya geçmeleri için ikiye yarılmıştı.
Bu mucize olay sonrasında, hayatlarında tertemiz yeni bir sayfa açılmıştı. Mısır’da yaşanan dramlar geride kalmıştı. Deyiş yerindeyse, büyük sıkıntı ve belalara maruz kaldıkları Mısır’dan çıkmışlar ve peygamberleri eşliğinde, Rableri tarafından üstün tutulan, lûtfa mazhar olmuş bir millet olarak Kızıldeniz’in öbür yakasında yeni bir hayata başlamışlardı. Bundan böyle, onların üstüne düşen sorumluluk, bu iyiliğe karşılık Rableri karşısında ona iyi bir kulluk yaparak teşekkür etmekti. Bir bakıma onlar için altın tepside sunulmuş bir fırsattı bu; ve bu fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekiyordu.

III.
Fakat bu o kadar da kolay olmayacaktı. Çünkü Mısır’daki yaşamları sırasında, ne kadar zillet çekmiş olsalar da, orada tecrübe ettikleri yerleşik hayata büyük bir arzu duymuşlardı. Oradaki tarım toplumuna benzer bir yerleşik hayatı, kendileri için büyük bir ideal olarak benimsemişlerdi.
Diğer taraftan, Mısır’da çektikleri sıkıntılar, kendi aralarında sıkı bir dayanışma duygusu uyandırmıştı. Ezilmişliğin getirdiği bir duyguydu bu. Dinlerini bile ırk temelli bir millet şuuru içinde algılamalarının altında da bu duygu yatıyordu.
Kesin olan bir şey vardı ki, yerleşik hayat arzuları ve millet olma bilinçleri, nazarlarını maddî bir çerçeveye oturtmuştu. Bu nazar sebebiyle, kendilerine doğrudan bir inayet ile gönderilen kudret helvalarına dudak büküyor, Mısır’daki gibi yerde biten soğan, sarmısak ve kabak hülyaları kuruyorlardı. Yine aynı sebepten, kendilerinin kurtuluşuna vesile olan peygamberleri yanlarından kısa bir süre ayrıldığında, Mısır’da aşina oldukları (ki özellikle tarım toplumlarında görülen) ineğe tapınmada hiç tereddüt göstermemişlerdi.
Anlaşılan o ki, Mısır’da kendisini Tanrı ilân eden bir hükümdarın yaptığı müthiş zulümler onları enaniyetten ve milliyetçilikten uzaklaştırmalı iken; bilakis kendilerine onca eziyeti yapmış olan hükümdarın iktidarına hayran kalıp, ona benzeme çabasına girişmişlerdi. Açıkçası, iflah olmaz bir iktidar ve medeniyet avcısına dönüşmüşlerdi.
Bunlar elbette çok büyük yanlışlardı. Ama bir yanlışları daha vardı ki, onları aşağıların aşağısına düşüren asıl sebeb bu idi. O yanlış da, sıkıntı ve zillet yaşadıkları dönemlerde Allah’ın sayısız lütufta bulunmasının onları gurura sevketmiş olmasıydı. Evet, belli dönemlerde gerçekten üstün tutulmuşlardı. Ama onlar bu üstün tutmayı, kendilerinde bizatihî var olan bir üstünlükten kaynaklandığı vehmetmişlerdi. (Haşa) Rab bile, sanki onlarda varolan bizatihî üstünlükten dolayı onları üstün tutmaya mecbur kalmıştı. Bu görüşleri onları o kadar şımarıklığa sevketmişti ki, peygamberlerine “Rabbimize dua et!” diyecekleri yerde “Rabbine dua et!” diyecek kadar küstahlaşmışlardı.

IV.
Uzun bir fetret döneminden sonra, son peygamberin gölgesi dünya üstüne düşmüştü. Kitab Ehli Yahudiler de son peygamberi dört gözle bekliyorlardı. Geçmişte nail oldukları büyük nimetlerden sonra içine düştükleri mahrumiyetlerden gelecek son peygamberin rehberliğinde kurtulmayı ümit ediyorlardı.
Onlara göre, gelecek son peygamber kesinlikle Yahudilerin içinden çıkacaktı. Çünkü bizatihî üstün olan kendileri olduğuna göre, son peygamber de ancak kendi içlerinden çıkabilirdi. İçlerindeki bu inanç o kadar büyüktü ki, Medine’deki putperest kabilelerle araları açıldığında “Son peygamber gelince biz ona tâbi olacağız, ve İrem ve Âd kavimleri gibi, sizi öldürüp kökünüzü kazıyacağız!” diyorlardı. Peygamber, onlar için adetâ kendi milletlerinin üstünlüğünü perçinleyecek ve dünyaya hâkim olmalarına yardım edecek bir manivela hükmündeydi. Yoksa yanlarındaki hakikatleri tasdik etmesi, doğrulaması, onlar için hiç önemli değildi.
Nitekim son peygamber risaletini ilân ettiğinde, onların çoğu peygamberin söylediklerine asla itibar etmedi. Bunun sebebi, son peygamberin söylediklerinin yanlış olması değildi. Sebep, yahudi olmamasıydı. Çünkü onlar için asıl belirleyici olan, yahudi olmaktı. Peygamber bile, yahudi olmadıktan sonra, onlar için bir anlam ifade etmiyordu. Nitekim, bazı yahudi bilginleri Hz. Muhammed’i (asm) son peygamber olarak kabul ederken, ona uymayı akıllarının ucundan bile geçirmediler.
Onlar açısından bunda bir çelişki de yoktu. Kendi içlerinden çıkan peygamberi bile ancak kendi menfaatlerine uyduğunda dinlediklerine göre, Arapların içinden çıkan bir peygambere uymamaları elbette bir çelişki değildi. Kendilerine emredilmesine rağmen, işlerine gelmeyip bir ineği kurban etmemek için türlü akıl oyunlarına başvuranlar onlar değil miydi?
Ortada, tam bir imansızlık manzarası vardı. Yahudiler, Allah’a değil, kendi milletlerinin üstünlüğü inancına teslim olmuşlardı. Son peygambere ittiba etmek, bu üstünlük inancını terketmek ve adalete boyun eğmek demekti. Bundan en çok yahudi din adamları endişeleniyordu. Çünkü, son peygambere uydukları an, emirleri altında bulunanlardan ellerine geçmekte olan haksız hediye ve vergilerden mahrum kalacaklardı.
Böyle bir riske girmeye hiç gerek yoktu. Yeryüzündeki üstünlükleri meselesine gelince, bunu peygambersiz de başarabilirlerdi. Gerek, tâ Mısır’dan beri marangozluk, demircilik, büyük yapılar inşa etme gibi mesleklerde sahip oldukları tecrübe, gerekse kendi aralarındaki menfaat dayanışması ve dünyevî hırsları, onlara dünyada arzuladıkları üstünlüğü verebilirdi.
Gönderen: 04.08.2003 - 12:15
Bu Mesaji Bildir   musab_ üyenin diger mesajlarini ara musab_ üyenin Profiline bak musab_ üyeye özel mesaj gönder musab_ üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1320 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.76406 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.