0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » A I L E / E Ğ İ T İ M / S A Ğ L I K » SAĞLIK & SPOR » PSİKİYATRİ SOHBETLERİ"ÖLÜM TERAPİSİ"

önceki konu   diğer konu
1 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
Gast Muhammed Alperen  
PSİKİYATRİ SOHBETLERİ"ÖLÜM TERAPİSİ"
Misafir
Psikiyatri sohbetleri



ÖLÜM TERAPÝSÝ



YUSUF KARAÇAY



ÖLÜM, bu hayatýn en kesin gerçeði. Hatta tek kesin gerçeði. Ve ölümü çözmeden hayatý çözmek mümkün deðil. Küçücük çocuklar bile “ben nereden geldim?” sorusunun ardýndan, “ölünce nereye gideriz?” sorusunu cesaretle sorarken, ölümün ve hayatýn sýrrýný merak ederken, ölümü çözemeyen, daha doðrusu çözülmez sanan, ya da bulacaðý cevap ilk bakýþta “iþine gelmediði” için çözmeden býrakan insanlarýn, hayatlarýna doðru ve anlamlý bir anlam katmalarý çok zor. Olsa olsa sahte teselli, geçici oyuncak ve yalancý tanrýlarla oyalanýr ve kendilerini uyutup kandýrabilirler, o da bir süreliðine. Ama ne zaman ki insan zayýflýðýný, muhtaçlýðýný ve ölüm karþýsýndaki çaresizliðini itiraf eder ve çözüm için “yalvarýrsa,” ancak o zaman “içine düþtüðü o kuyunun duvarý yarýlýr ve þahane bir bahçeye dönüþür.” Yoksa “ben kendime sahibim, kendi adýma yaþýyorum, kendime güveniyorum, ölümü de düþünmek istemiyorum” mantýðýnda inat eden bir insan için, sahte cennetler dahi cehennem olur. Zira bir dünya cenneti kurmak, faraza kurabilse dahi onu bozulmaktan, kaybolmaktan korumak ve öleceðini bile bile ama ölüm yokmuþ gibi yaþamak, kaldýrýlacak yük deðildir. Hayat gemisinin sahibine dayanýp tevekkül etmek ve “yükünü gemiye býrakýp” zahmetini çekmekten kurtulmak lazým.

Çocuk büyütenler bilirler, 3-4 yaþlarýndan itibaren çocuklar iki konuyu ýsrarla sormaya baþlarlar: Biri doðum, diðeri ölüm. Bir yandan “ben nasýl doðdum?” sorusu, diðer yandan da “ölünce ne olur, ölenler nereye giderler?” sorularý büyükleri sýkýþtýrýr bu dönemde. Ve bu sorulara maalesef bazen saçma, bazen de kaçamak cevaplar gelir eriþkinlerden. “Seni leylek getirdi yavrum” sözü bu saçmalýklarýn en çok bilinenidir. Oysa (hep söylüyoruz) çocuklar cevabýna hazýr olmadýklarý soruyu sormazlar zaten. Dünyayý ve hayatý yeni yeni tanýmaya, anlamaya çalýþan o meraklý zihinlerin, bu temel bilgilere ihtiyacý vardýr tabii ki. Ýþte bu dönemlerde eðer aile özellikle ölümle ilgili sorulara yetersiz ve yanlýþ cevaplar verirse, çocuðun kafasý karýþýr. “Yavrum, merak etme, sen ölmezsin”, “sadece yaþlýlar ölür evladým” gibi cevaplarýn çocuðu kandýrabileceðini mi sanýyorsunuz? Çocuðunuz aptal mý? TV’den, çevreden, gençlerin, hatta kendi gibi çocuklarýn da ölebildiðini görmüyor mu sanki? Herkesin ölebileceðini, daha doðrusu herkesin mutlaka öleceðini anlamýyor mu?

Ýþte eriþkinler ölüm konusu açýldýkça böyle saçmalar, eveleyip gevelemeye baþlarlarsa, çocuk þöyle düþünür: “Anlaþýlan ölüm, korkunç ve çözümsüz bir gerçek, bu konuyu kapatmak lazým.” Ve sorularý kesilir. Cevabý alýnmayacaksa neden soru sorulsun ki? Aile de bu fýrtýnayý atlattýðý düþüncesi ile rahatlar ama asýl fýrtýna çocuðun iç aleminde þimdi kopmaya baþlamýþtýr. O nazik ve kýrýlgan ruhu, kaçýnýlmaz ve (güya) acýmasýz olan ölüm gerçeðine, ölüm korkusuna dayanamaz. Ve kaçar. Oyuncaklarýna kaçar, haylazca eðlencelere kaçar, kendini avutmaya çalýþýr. Ölümü görmemeye, düþünmemeye gayret eder.

Ama ne garip bir zamanlamadýr ki, tam da bu yaþlarda birtakým sebepsiz(?) korkular geliþir çocukta. O güne dek mesela köpeklerden, karanlýktan vs. hiç korkmayan çocuk, artýk karanlýkta yatamaz, köpek gördü mü çýðlýk atar, öcülerden bahseder. Neden olur bu sizce? Sebep açýktýr aslýnda. Ölüm korkusu ruhuna sinmiþtir. Ama ölüm her an, her yerden gelebileceði için, bu sürekli tedirginlikten kaçýnabilmek için, bu korkunun yerine, yine ölüme yol açabilecek, ama ayný zamanda kaçýnabileceði bir “sembolik korku” geçirilir. Buna týbbi dilde “replasman” denir, “yerine geçme” yani. Kaçýnýlamayan bir korkunun yerine, kaçýlabilecek bir korku objesi geçer. Böylece ölüm korkusu mesela köpek korkusuna yerini býrakýr ve köpek olmadýðý sürece de rahattýr çocuk. Tabii aslýnda derinde ölüm korkusu olduðu yerde durmaktadýr. O yüzden çocuðun mesela köpek korkusu bir þekilde çözülse bile, bir süre sonra yerine baþka (ve yine sembolik) bir korkunun geçmesi kaçýnýlmazdýr. Ve yaþ ilerleyip eriþkin çaða gelindiðinde ve mesela köpekten korkmak, artýk komik kaçtýðýnda, onun yerini mikrop kapma korkusu veya yükseklik korkusu gibi korkular alýr, eðer ölüm korkusu hâlâ halledilmemiþse.

Ýþte bu durum yýllar içinde özü ayný kalmakla beraber görünüþte biraz deðiþir ve sonunda kiþi bize gelir. “Doktor bey, ben asansörden korkuyorum”. Bu durumda bizim yapacaðýmýz iki þey vardýr.



1- Doðrudan ve sadece bu korkuyu yenmesi için ona yardým etmek.

2- Alttaki esas kaynak olan ölüm korkusuyla yüzleþtirip onu çözmesini önermek.

Birinci aþamada hasta bize hayli yardýmcý olur. Ama sýra temeldeki korkuyla, yani ölümle yüzleþmeye gelince iþimiz her zaman kolay olmaz. Zira ölüm bir tabudur o kiþinin zihninde. Problemin ölüm korkusu ile olan iliþkisi yýllar önce kesildiði için, bazý hastalar anlayamaz bile aradaki baðý. Ölüm bahsine girmemek için ayak sürerler. Ve biz de bazý soru ve örneklerle konuyu açarýz.

Mesela size psikiyatride en çok rastlanan fobi (korku) objelerini sayayým: Yükseklik, asansör, kapalý yerde kalmak, yýlan, köpek gibi hayvanlar, mikrop kapmak, hasta olmak, deprem, yangýn, sel, fýrtýna vs. Listeyi uzatabiliriz. Peki tüm bunlarýn ortak noktasý nedir sizce? Tabii ki ölüm. Tüm bunlar ölüme yol açmalarý ihtimali olan objelerdir dikkat ettiyseniz. Asansörden neden korkar ki kiþi? Aðýz kokusu duyulacak diye mi? Tabii ki deðil. “Ya asansör düþerse veya arada kalýr da havasýzlýktan ölürsem” diye korkar. Ya yükseklikten niye korkar bir insan? Rüzgarda üþütürüm diye mi? Elbette hayýr, “ya düþer ölürsem” diye korkar. Peki ölüm korkusunu yenmeden bu tip korkulardan kurtulabilir mi kiþi? Hayýr.

Aslýnda ölüm insanýn en büyük meselesidir. Soruyorum, bir insan mutlaka ünlü olur diye bir kural var mý? Yok. Veya mutlaka evlenir diye bir kural? Yok. Peki mutlaka zengin olur diye? Hayýr. Peki insan mutlaka ölür diye bir kural var mý? Evet, var. Bu hayatýn tek kesin gerçeðidir ölüm aslýnda. Baþka herþey mümkündür ama ölüm kesindir. Üstelik öleceðini bile bile yaþamak da sadece insana mahsustur. Hayvanlar bu bilince sahip deðildir mesela. Kurban bayramlarýnda görürüz, hayvanlar sýrayla kesilirler ama sýrasý gelene dek, diðerleri afiyetle otlamaya devam eder. Zira o bilinç hayvanda yoktur. Ama insan öleceðini bile bile yaþayan tek varlýktýr. Peki bu açmazý çözmeden, bu korkuyu üstüne gidip halletmeden insan huzurlu olabilir mi? Tabii ki hayýr.

Bunu sadece ben söylemiyorum ama. Bakýn, “dünyanýn en ünlü psikiyatristi kimdir?” diye sorsanýz, bugün çoðu kiþinin vereceði cevap “Irwin Yalom” olacaktýr. Ýþte bu Yalom’un “Varoluþçu Psikoterapi” isimli ünlü kitabýnýn yüzlerce sayfa tutan ilk iki bölümü sadece ölüm üzerinedir. Üstelik Yalom (anlaþýldýðý kadarý ile) inançsýzdýr da. Ama bu, onun apaçýk ölüm gerçeði ile yüzleþmesini önlememiþtir. Hastalarýma da bunu söylüyorum zaten. Ýlla ki inançlý olmanýz gerekmez. Ama madem ki insansýnýz ve ölümlüsünüz, ölümle yüzleþmek ve onu çözmek zorundasýnýz. Bunu nasýl yapacaðýnýz bir psikiyatrist olarak benim saham deðildir aslýnda. Ýster inançlarýnýzý kuvvetlendirirsiniz, ister baþka bir felsefe ile çözersiniz, o size kalmýþtýr. Eðer inançlý iseniz (ki ben de inanç dýþý yollarla bu meselenin “tam olarak” halledileceðini düþünmüyorum) belki o yönde tavsiyelerim de olabilir. Ama isterseniz siz mesela “ben ölünce kurbaða olacaðým, zürafa olacaðým” da diyebilirsiniz, “yokluk güzel þey aslýnda” diye bir teselli de geliþtirebilirsiniz. Bizi esas ilgilendiren, sizin bu soruna öyle veya böyle, bir çözüm bulmuþ olmanýzdýr. O zaman mesele kalmaz psikolojik açýdan.

Bilgisayar konusunda uzman, hem de aþýrý zeki bir hastam olmuþtu. Her konuda týkýr týkýr iþliyordu kafasý. Ne sorsam dakikalarca ve zekice cümlelerle cevap veriyordu. Zihnim ona yetiþemiyordu bazen. Dakikada 120-130 kelime üretebiliyordu sanýrým. Birden bire “ölüm konusunda ne düþünüyorsun?” diye sordum. Sonraki bir dakika boyunca “hýk mýk” þeklinde sadece 3-5 kelime çýktý aðzýndan. Afallamýþtý. Ardýndan yavaþ yavaþ açýldý. Ve öylesi ilginç þeyler anlattý ki. Aslýnda ölümden fena halde korkuyordu. Hiç yaþlanmamak, hiç ölmemek istiyordu. Hatta o yüzden içki-sigara içmiyor, saymasý uzun sürecek bir sürü saðlýklý yaþam prensibi uyguluyordu gündelik yaþantýsýnda. Ama maalesef ölecekti sonunda, biliyordu. Zira henüz ölüme çare bulunamamýþtý. Fakat 60-70 sene sonra týp bunun da çaresini bulacaktý, inanýyordu buna. Ama o zamana kadar beklese, bekleyebilse bile, yaþlý insanlarýn bedeninde bu “ölümsüzleþtirme” iþlemi muhtemelen yapýlamayacaðý için, kendisinin iþine yaramayacaktý bu geliþme. Bu durumda tek yol kalýyordu geriye. Bir þekilde kendisini dondurtup, o zaman geldiðinde çözdürerek ölümsüzleþmek. Bu iþlem yapýlýyordu yurt dýþýnda, duymuþtu ama bunun için de çok para lazýmdý. O yüzden 5-10 yýl içinde iddialý bir þeyler yapýp astronomik ölçülerde para kazanmalýydý. O zaman ölümden kurtulabilecekti belki.

Ama aslýnda bu da tam bir çözüm deðildi. Zira bunu baþarsa ve ölümsüzleþse dahi, fiziksel hesaplara göre ve entropi kanunu uyarýnca, milyonlarca yýl sonra dahi olsa, bir þekilde kâinat yok olacaktý ve sonunda öyle veya böyle mutlaka ölecekti. “Ha on yýl yaþayýp ölmüþüm, ha on milyon yýl yaþayýp ölmüþüm, ne farký var ki?” dedi. Zekasý muazzamdý ama temel meselesi beþ yaþýndaki çocuklar dahil olmak üzere, hepimizin ortak meselesiydi yani. Ve ölüm konusuna girince ölesiye korkuyordu. Konuyu deðiþtirdi ve içindeki “sebepsiz” gerginliði anlatmaya döndü. Ama ben ona tavsiye edeceðim kitabý bir kaðýda yazmaya baþladým: “Ölüm Son Deðildir, Selim Gündüzalp.”

Bu kitapla ilgili bir hatýram daha var. Yaþlý bir teyze gelmiþti. Yaþýtý olan bir dostunun ciddi bir hastalýða yakalanmasý sonrasý nedense(?) sýkýntý, moral bozukluðu ve uykusuzluk baþlamýþtý. Konu ister istemez ölüme geldi tabii. O kadar açýktý ki sebep-sonuç iliþkisi. Biraz direndi. Ama sonunda bu konuyu düþünmeye ve önerdiðim o kitabý okumaya söz verdi. Birkaç gün sonra kýzý aradý telefonla. “Doktor bey, siz o kitabý önerdiniz ama, annem okudukça ‘ben de öleceðim’ diye daha da korkuyor. Bence yanlýþ yaptýk.”

“Hayýr! Bugüne dek üstü örtülmüþ bir yarayý açýða çýkardýk” dedim. “Baþlangýçta bir tedirginlik yaþamasý doðaldýr. Bir sorunu çözmek için yüzleþmek lazým. Ýlk yüzleþmede de bazý sýkýntýlar olabilir, bence dozunu düþürmekle beraber devam edin.” Pek aklýna yatmadý kýzýnýn. “Biz þimdilik sadece ilaçlarý kullanalým, kitap sonraya kalsýn” dedi. “Siz bilirsiniz” deyip ýsrar etmedim. Bir hafta sonra hayli rahatlamýþ olduðu haberi geldi. Kitap konusunda yine uyardým, yine dinlemediler. Ondan da bir hafta sonra bu kez kendisi geldi teyzenin. Bitkindi, çok moralsizdi. Kitabý okuduðundan deðil, okumadýðýndan. Zira önceki gün hasta arkadaþý ölmüþtü. Görüþme sonunda kýzýna þöyle dedim: “Eðer çevrenizde mesela bir yýl boyunca, kimsenin ölmeyeceðini, annenizin de hiçbir þekilde ölüm haberi vs. almayacaðýný garanti edebiliyorsanýz, bu konuyu kapatabilirsiniz. Yok bunu yapamayacaksanýz, ki yapamazsýnýz, o zaman lütfen þu ölüm korkusunun üstüne gidin artýk.” “Haklýsýnýz” dedi.

Yaþlýlar kadar, hatta daha da fazla, çocuklar için ölüm korkusu ciddi bir sorundur demiþtik. Bir akrabamýn altý yaþýnda bir oðlu var. Kýzlarýmla oynarken hep “seni bir býçaklarým, kafaný uçururum, ölürsün” gibi sözler kullanýyordu ve hayli de hýrçýndý. Hâli ilgimi çekti. Bilinç altýnda ölümle ilgili korkularý olduðu açýkça belliydi. Bir kenara çekip sordum: “Ölünce ne olur?” Birden ciddileþti ve “hastaneye götürürler” dedi. “Sonra?” dedim. “Orda kalýr” dedi yüzüme bakmadan. “O kadar mý?” “Evet.” Suskunlaþmýþtý. Annesine döndüm. Güya annesine hitaben, “Siz ölümün bir son olmadýðýný, ölenlerin buradan daha güzel bir dünyaya gittiklerini, hele çocuklar ölürse doðrudan cennete gideceklerini anlatmadýnýz mý?” diye sordum. Çaktýrmadan beni dinleyen çocuk birden gülümsemeye baþladý ve “biliyorum, duymuþtum” deyip atlaya zýplaya keyifle oynamaya devam etti. Sonra annesini uyardým. Yaptýklarý hata, çocuða bu bilgileri bir zamanlar sadece birkaç kez verip sonra bunu yeterli görmeleri olmuþtu. Oysa sürekli tazelenmesi gerekirdi bu telkinlerin. Ve çocuðu bu konularda bilgilendirdikten sonra, ilerleyen günlerde çocuðun hýrçýnlýðýnda da belirgin bir azalma olduðunu hayretle gördüler.

Aslýnda çocuklar ölüm konusunda en rahat konuþtuðumuz kiþilerdir, biliyor musunuz? Eriþkinlerin manevralarý, yandan cevaplarý, kaytarmalarý, uzun cümlelerle yaptýklarý (güya) mantýklý savunmalarý çocuklarda yerleþmemiþtir henüz ve 5-10 yaþ arasý bir çocuða “ölüm hakkýnda ne düþünüyorsun?” diye sorduðunuzda o denli ilginç ve ayrýntýlý cevaplar alýrsýnýz ki, þaþarsýnýz. Bazý eriþkinlerden gelen “Doktor bey, ben ölümden korkmuyorum, prostat kanserinden korkuyorum sadece” türünden komik savunmalar yapmaz onlar. Ve çocuklar sandýðýnýzdan çok daha fazla düþünürler ölümü. Ama siz konuþmaz veya hep konuyu baþka yerlere çevirirseniz neden eþsinler ki bu tabuyu? Konuyu önce siz açmalýsýnýz. Bir zamanlar geçiþtirdiðiniz sorularý kaza etmelisiniz yani.

Denilebilir ki “herkes ölümden korkar, bunda bir gariplik yok.” Hayýr, herkes korkmaz. Birçok insan hayat felsefeleri veya inançlarý sayesinde ölüm korkusunu yenmeyi baþarabiliyor. “Ölüm bugün gelse baþ-göz üstüne geldin diyeceðim” diyenler çoktur. Hele inancý saðlam olan birisinin ölümden korkmasý anlamsýzdýr bile denebilir. Ama o inancý tam sindirmek gerekir tabii.

Mesela, inançlý olduðu konuþmalarýndan anlaþýlan, hatta tesettürlü bir bayan hastam, aynen þöyle demiþti bana: “Doktor bey, ben ölümü ve sonrasýný kitaplardan öðrendim zaten. Ölüm aslýnda güzeldir, bunu biliyorum. Ama böyle sýkýntýlý þeyleri düþünmem þart mý?” Elimde olmadan gülümsedim bu çeliþkiye. Hem “ölüm güzel” diyordu hem de “sýkýntýlý”. Neden? Zira ölüm konusunda bildikleri “rafta duran ilmihal kitabý” gibiydi. Çok gerekmedikçe devreye girmeyen, hakkýyla sindirilmemiþ bir bilgi. Bu gibi kiþiler genellikle bir “devekuþu” mantýðý kullanýrlar. Konu açýlmadýkça ölüm yokmuþ gibi yaþamaya çalýþýrlar. Ölümden sadece baþkalarý için bahsederler. Ama býçak kemiðe dayanýnca, bir hastalýkla, bir kayýpla ölümün kendileri için de hak olduðunu hissedince, ancak o zaman rafta duran kitabý açar ve “ha, ölüm son deðilmiþ” diye teselli bulurlar. Fakat biraz rahatladýktan sonra ölümü yine unuturlar. O yüzden de bu korku tam olarak çözülmez.

Bazen de þöyle bir itiraz gelir:

“Doktor bey, ölümün son olmadýðýný, ahireti biliyorum ama açýkçasý pek hazýrlýklý deðilim, ibadetimi yapamýyorum. O yüzden korkuyorum ölümden.”

Ben de sorarým:

“Kendinizi hazýrlýklý hissetmeniz için ne yapmanýz gerekir sizce?”

“Namazýmý kýlmam lazým hiç olmazsa.”

“Kýlýn o zaman. Çok mu zor namaz kýlmak?”

“Deðil aslýnda ama nedense baþlayamýyorum.”

“Demek ki siz ölümle hakkýyla yüzleþmemiþsiniz, biraz daha düþünün bu konuda.”

“Nasýl yani?”

“Gerçekten ölümü düþünmüþ ve hakkýyla korkmuþ olsaydýnýz gereðini yapardýnýz, deðil mi? Bakýn, ölümü (yeterince) düþünmeyen, ölüme hazýrlanmaz. Ölüme hazýrlanmayan, ölümden korkar. Ölümden korkan, ölümü düþünmemeye çalýþýr. Ölümü düþünmeyen de yine ölüme hazýrlanmaz. Ölüme hazýrlanmayan da yine ölümden korkar, ve bu böyle gider. Bir fasit daire kurulur yani. Bunu bir yerde kýrmazsanýz, devekuþu mantýðý ile hayatýnýz boyunca ‘iki arada bir derede’ gidersiniz.”

O yüzden ben hastalarýma ölümü düþündürmeyi tercih ederim, es geçmeyi deðil.

Bunun ilginç bir örneðini de geçenlerde yaþadým. Yaþlý bir teyze gelmiþti bana. Fiziksel hastalýklarý sebebiyle “bir ayaðý çukurda” denebilecek durumdaydý. Ve sebepsiz bir sýkýntý ve uykusuzluk gibi yakýnmalarý vardý. Ölüm korkusu o kadar net hissediliyordu ki. Görüþme sýrasýnda ölüme getirdim bahsi. Önce biraz direnç gösterdi ama sonra inancýnýn da yardýmý ile yüzleþmeyi baþardý. Görüþme bitip teyzeyi dýþarý çýkarýrlarken son söz olarak ona “ilaçlarýný kullan, ölümü de unutma” dedim. Kapýda teyzeyi götürmeye hazýrlanan hemþirenin yüzünü görmeliydiniz. Zira o “merak etme teyze, aslan gibisin, ölmezsin, sen beni bile gömersin” türünden sözlere alýþýktý. Neden böyle yapar bazý doktorlar bilmem. Hastalarý saf mý zannediyorlar acaba? Vücudunun her yeri iflas etmeye baþlamýþ ve ölümü ensesinde hisseden birisine, bu tip yalanlarýn ne faydasý olur sizce? Siz “merak etme, saðlamsýn” deseniz, bu onun apaçýk hissettiði ölüm gerçeðini yok edebilecek mi sanki? Böyle yapmakla aslýnda ölümün ne denli korkunç bir þey olduðunu imâ etmiþ olmuyor muyuz? Nereye kadar kandýrýp kaçýracaksýnýz ki o kiþiyi ölümden? Ve faraza o hastalýktan ölmese, baþka bir sebeple ölmeyecek mi?

Fýrtýna ve selden korkan bir diðer hastam olmuþtu. Aðustos 2000 de Ýzmit’te yaþanan sel felaketinden beri gözü havalardaydý sürekli. Uzakta bir bulut görse korkuyordu, “ya yine sel olursa” diye. Ona sordum:

“Ýzmit’te böyle bir sel olma ihtimali nedir? On yýlda bir ancak olur, deðil mi?”

“Evet?”

“Peki böyle bir selde kaç kiþi ölebilir?”

“Olsa olsa 10 kiþi.”

“Kaç kiþi yaþýyor Ýzmit’te? Yakýn çevreyle beraber 500 bin kadar diyelim. Bu durumda senin bu yýl selden dolayý ölme ihtimalin ne oluyor? 500 binde bir.”

Ýster istemez güldü, “çok düþükmüþ” dedi.

“Peki” dedim, “sen daha kaç yýl yaþarsýn?”

“20 yaþýndayým” dedi. “Ýnþallah 50 yýl daha yaþarým.”

“Bu 50 yýlýn herbirinde ölme ihtimalin olduðuna göre, bu yýl herhangi bir sebeple veya ecelinle ölme ihtimalin 50 de bir olmuyor mu?”

“Evet?”

“Ama sen bu 50 de birlik ihtimali hiç düþünmüyor ve 500 binde bir ihtimalden korkuyorsun?”

“Haklýsýnýz” dedi, “peki ne yapayým?”

“Her an ölebileceðini hatýrlayýp ve kendini buna hazýrla”

“Nasýl?”

“Mesela bugün bile ölebilirsin deðil mi?”

“Evet?”

“Bugün ölseydin nasýl olurdu bu ölüm, dakika dakika ayrýntýlý bir senaryo yazsana.”

“Bu bir tür terapi mi oluyor?”

“Evet” dedim. Yalom’un kitabýnda geçer. Ama aslýnda eskiden beri tasavvuf ehli tarafýndan yapýlan ve adýna ‘rabýta-i mevt’ denilen bu yöntem, þimdi Batýda terapi olarak uygulanýyor.”

“Çok ilginç” dedi, “ölüm terapisi ha?”

“Evet” dedim, “istersen sana o kitapta bahsedilen bir terapi yöntemi daha anlatayým. Mezar taþýna ne yazýlmasýný isterdin, onu söyle mesela.”

Biraz düþündü ve “hiç” dedi.

“Zaten” dedim, “ölümü hakkýyla düþünmeyenler hep bu cevabý veriyorlar.” Güldü.

Bir diðer bayan hastam ise, herhangi bir yeri aðrýsa, müthiþ bir korkuya kapýlýyordu. “Acaba ölüyor muyum?” diye panikliyor ve doktor doktor geziyor, tetkikler yaptýrýyor, tonla ilaç yutuyordu. Görüþme sýrasýnda ölüm konusuna girmeye çalýþtým. Müthiþ direnç gösterdi. Sonra bir gün eþime (ki tanýþýrlar) dert yanmýþ: “Doktor bey’e gitmeye çekiniyorum. Benim ölümden korktuðumu söylüyor, o konuyu açýyor, bu da beni rahatsýz ediyor. Bir daha gitmeyeceðim ona. Sahi, benim için tefriciye duasý okur musun? Eþimin kalbi biraz rahatsýz da, ciddi bir þey çýkmasýn diye korkuyorum.” Ne denebilir böyle bir mantýða sizce?

Böyle hastalar bazen itiraz ederler “doktor bey, siz de hep ölümden bahsediyorsunuz. Sürekli ölümü düþünürsek, hayatýn ne tadý kalýr ki?” Onlara þöyle cevap veririm: “Ben herkese ölümden bahsetmiyorum. Sadece açýkça ölümle ilgili korkularý olan, bu konuyu çözememiþ kiþilere bahsediyorum. Üstelik ölümü düþünmek, hayatýn tadýný filan da kaçýrmaz. Hatta tam tersine. Ölümle yüzleþmenin iki temel faydasý vardýr:

Birincisi: Ölümle bile yüzleþen ve ölümden korkmamayý öðrenen kiþi, artýk hiç bir þeyden korkmaz kolay kolay. Ne mikroptan, ne hastalýktan, ne fýrtýnadan. Ki bunu birçok hastamda görüyorum. Bana ilk geldiðinde kalbini dinlemekten, hastalýk evhamýndan hayatý zehir olmuþ birçok hastam, þimdi bunlarý hiç önemsemediklerini, hayatlarýnýn çok daha huzurlu ve korkusuz olduðunu söyleyip teþekkür ediyorlar.

Ve ikinci faydasý: Ölümü düþünen, hayatýn kýymetini daha iyi anlar. Aslýnda hayatý kýymetsiz ve anlamsýz hale getiren, hiç ölmeyecekmiþ gibi ve hedefsiz yaþamaktýr. Sanki bu dünyaya çiviyle tutturulmuþ gibi, hiç kopmayacakmýþ, sonsuza dek yaþayacakmýþ gibi hissedip, amaçsýz bir þekilde, vur patlasýn-çal oynasýn matýðýyla günübirlik yaþamak, hayatý anlamsýz bir koþturmacaya çevirir. Oysa ölümü düþünen ve hayatýnýn sýnýrlý ve geçici olduðunu hisseden kiþi, “peki ben niçin yaþýyorum, hayatýmýn hedefi nedir?” diye sormaya baþlar ve daha bir hissederek, daha bir anlamlý yaþamaya baþlar ömrünü.

Aslýnda ölümle yüzleþmeyi, kiþinin sadece kendisi için deðil, yakýnlarý ve sevdikleri için de yapmasý gerekir.

Ýstanbul’da oturan eriþkin bir tanýdýðýma sormuþtum:

“Depremden korkuyor musunuz?”

“Hayýr” dedi, “kendim için korkmuyorum ama çocuklarým için korkuyorum.”

“Nasýl yani?”

“Depremde ben en kötü ihtimalle, ölürüm. Ölüm ise zaten kaçýnýlmaz. Üstelik bir son da deðil. Öbür dünyaya gideriz. Ýnþallah Allah rahmet ederse, buradan daha güzel bir yerdir. Çok korkacak bir þey yok yani.”

“Peki,” dedim, “ölmek güzel bir þeyse, bu güzelliði çocuðunuzdan neden esirgemek istiyorsunuz?”

“Eee, þeyy...”

“Bunu biraz düþünün bence” dedim, “ölüm aslýnda güzelse, kendimiz için de, çocuklarýmýz, sevdiklerimiz için de ondan korkmamamýz lazým. Yok eðer kötüyse, o zaman býrakýn çocuklarý öne sürmeyi, kendimiz için de korkmalýyýz.”

Kýsacasý, herkesin hem kendisi hem de sevdikleri için ölüm gerçeði ile yüzleþmesi þarttýr. Özellikle anne-babalarýn çocuklarýna “bir þey olmasý” (ki hep böyle derler, ölüm kelimesini anmamak için) konusunda hayli tedirgin olduklarý, bilinen bir gerçektir. Çocuðu 5 dakika gecikse, çoðu anne-babanýn aklýna “baþýna bir þey mi geldi acaba, yoksa kaza mý geçirdi?” gibi düþünceler gelir ister istemez. Peki çocuðunun ölümüne engel olmasý mümkün mü bir insanýn? Hayýr. Tüm gün baþýnda bekçilik yapsanýz bile, bir mikrop onu elinizden alabilir, deðil mi? Peki eðer o çocuk mesela bugün bir sebeple ölseydi, nasýl düþünür ve nasýl teselli bulabilirdiniz acaba?

“Ay, düþünmek istemiyorum.”

“O zaman çocuðunuzun ölebileceðini de hiç düþünmeyin.”

“Ama ister istemez aklýma geliyor.”

“O zaman bu meseleyi çözün.”

Ve bir hadis anlatýrým bu noktada: Bir sahabenin çocuðu ölür. Aðlayarak Peygamberimizin yanýna gelir. Peygamberimiz onu alýr yanýna, çocuðun mezarýna giderler beraberce.

Peygamberimiz mezara doðru seslenir: “Ey filanca!” Mezardan cevap gelir: “Buyur ey Allah’ýn elçisi!”

“Anne-babanýn yanýna dönmek ister misin?”

“Hayýr, ben onlardan daha hayýrlýsýný buldum.”



NOT: Bu yazý, týpký çoðu insanýn ömrü gibi, umulmadýk bir yerde, hazýrlýksýz biçimde, âniden bitiverdi.





yusufkaracay@zaferdergisi.com
Gönderen: 18.01.2004 - 08:30
Bu Mesaji Bildir   Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an Yok üye ve 1297 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.74605 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.