0
0
0
0
Forum Giris Giris Üyeler Ekibimiz Arama
Toplam Forum: 69     ***     Toplam Konu: 30100     ***     Toplam Mesaj: 148193
  
  Beni hatırla
Forum Anasayfa » TARİH / SİYASET / EKONOMİ » OSMANLI TARİHİ ve MEDENİYYETİ » TÜRK TARİHİNDE ADALET

önceki konu   diğer konu
2 okunmamış mesaj mevcut (Acik)
Sayfa (1): (1)
Gönderen
Mesaj
vehbi70 su an offline vehbi70  
TÜRK TARİHİNDE ADALET
919 Mesaj -

TÜRK TARÝHÝNDE ADALET

19. yüzyýl baþlarýna kadar Osmanlý Ýmparatorluðu'nun adil idaresi altýnda bulunan Ortadoðu, günümüzde belki de dünya coðrafyasýnýn en karmaþýk, en sorunlu ve en önemli bölgesidir. 20. yüzyýlýn en büyük deðeri haline gelmiþ olan petrolün yüksek miktarda çýkarýlmasýyla büyük önem kazanan Ortadoðu, yüzyýlýn baþýndan bu yana dünyanýn en istikrarsýz, en kanlý bölgelerinden biri haline gelmiþtir. Savaþ, terör, iþgal, katliam, baský, soykýrým gibi kelimeler Ortadoðu halkýnýn günlük hayatýnýn bir parçasý haline gelmiþtir.

Her ne kadar Ortadoðu'yu etkileyen güçlerin sýnýrlarý çok geniþ bir coðrafyayý kapsýyor olsa da, özellikle 1948'de bölgede bir Yahudi Devleti'nin kurulmasý ile birlikte Kudüs ve Filistin topraklarý Ortadoðu sorununun merkez noktasý haline gelmiþtir. Müslümanlarýn, Hýristiyanlarýn ve Yahudilerin kutsal mekanlarýný barýndýran bu topraklar, 1517'de Yavuz Sultan Selim'in fethi ile Osmanlý topraklarýna katýlmýþ, 19. yüzyýlýn baþlarýna kadar da Osmanlý hakimiyetinde kalmýþtýr. Ayný yýllarda Hicaz topraklarýnýn da Osmanlý sýnýrlarýna dahil edilmesiyle birlikte, bölgede tam anlamýyla bir Türk hakimiyeti saðlanmýþtýr.

OSMANLI PADÝÞAHLARININ KUDÜS'E ÖZEL ÝLGÝSÝ

Türk hakimiyeti ile birlikte bölgeye huzur, bolluk ve refah gelmiþtir. Baþta Kanuni Sultan Süleyman olmak üzere, tüm Türk Sultanlarý da Kudüs topraklarýna özel bir ilgi göstermiþ, Ýmparatorluðun en zor ve sýkýntýlý günlerinde dahi bu bölgeyi ihmal etmemiþlerdir. Kurulan vakýflarýn ve eðitim kurumlarýnýn yardýmýyla halkýn maddi durumu kadar kültür seviyesinin de yükselmesi için çaba göstermiþler, bölgede köklü bir Türk-Ýslam medeniyeti kurmuþlardýr. Günümüzde bölge halký kendini Arap kültüründen ziyade Osmanlý-Türk kültürüne yakýn hissetmekte ve bölgede Türk-Osmanlý medeniyeti, mimarisi, emeði ve tüm haþmeti ile varlýðýný hala korumaktadýr. Her üç dinin de merkezi konumundaki Kudüs tarih boyunca en uzun istikrar dönemini Osmanlýlar zamanýnda yaþamýþ, Kudüs halký 400 yýl boyunca adaletin, barýþ ve güvenliðin nimetlerinden faydalanmýþtýr. Hýristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar tüm mezhepleri ile birlikte, kendi inançlarý doðrultusunda, diledikleri gibi ibadetlerini yerine getirmiþler, kendi örf ve adetlerini yaþamýþlardýr.

Ancak bu topraklarýn Osmanlý'nýn elinden çýkmasý ile birlikte önce sömürgeci devletlerin, daha sonra 1948'de kurulan Ýsrail Devleti'nin uyguladýðý iþgalci politika, yaklaþýk 100 yýldýr bölgede dirlik ve düzen býrakmamýþtýr. Osmanlý'yý bu bölgeden uzaklaþtýrmak ve geride kalan tüm izlerini silmek isteyen güçler devreye girmiþ ve Balkanlar'dakine benzer bir oyuna baþlamýþlardýr. Özellikle de Ýngiltere ve Fransa'nýn sömürgeci politikalarý Ortadoðu'yu bitmek bilmeyen bir kargaþanýn içine sürüklemiþtir. Ortadoðu'nun dünyanýn en zengin petrol yataklarýný barýndýrdýðýnýn fark edilmesi ise Ortadoðu'yu paylaþma yarýþýný hýzlandýrmýþtýr. Sykes-Picot anlaþmasý Fransa ve Ýngiltere'nin bu gizli planlarýnýn bir belgesi niteliðindedir. 1916'da Ýngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M. F. George Picot arasýnda imzalanan söz konusu anlaþma Osmanlý topraklarýný Ýngiltere, Fransa ve Rusya arasýnda paylaþtýrýrken, Filistin için de uluslararasý bir statü öngörüyordu. Ýþte bu, ileride kurulacak olan Ýsrail Devleti için de ilk adýmdý.

BÖLGEYE TERÖR TOHUMLARI SERPÝLÝYOR...

Sykes-Picot anlaþmasý Ortadoðu'da bir Yahudi devleti kurulmasý için yapýlan ilk giriþim deðildir. MS 70 yýlýnda bu topraklardan sürülmeleriyle birlikte dünyanýn dört bir yanýna daðýlan Yahudilerin, Filistin hayali tarihin hiçbir döneminde sönmedi. 1890'larýn baþýnda aslen bir gazeteci olan Theodor Herzl'in önderliðinde dünyaya yayýlmýþ olan Yahudilerin tekrar Filistin'e dönmeleri ve baðýmsýz bir devlet kurmalarý için çalýþmalara baþlandý. Herzl, 21-31 Aðustos 1897'de Basle'da topladýðý I. Siyonist Kongre'de temel hedef ve yöntemleri tespit etti. Bu amaçla örgütler topandý, fonlar oluþturuldu, günümüz deyimiyle son derece örgütlü bir "lobici"lik faaliyeti baþladý. (Konu hakkýnda detaylý bilgi için Bkn. Yeni Masonik Düzen, Harun Yahya, Vural Yayýncýlýk, Temmuz 2000)

Filistin'de bir Yahudi Devleti kurma hedefindeki Yahudi Milliyetçileri, diðer adýyla Siyonizm savunucularý, ilk önce topladýklarý paralarla Filistin'de yaþayan Araplardan toprak satýn almaya baþladýlar. Ancak asýl hedeflerine bu þekilde ulaþamayacaklarýný biliyorlardý. Theodor Herzl 19 Mayýs 1901 tarihinde Sultan Abdülhamit'le yaptýðý görüþmede, "Avrupa Borsasýný ellerinde tutan Yahudilerin Osmanlý Ýmparatorluðu'nun bütün borçlarýný ödemesi karþýlýðýnda Filistin topraklarýnýn onlara verilmesini" içeren gizli bir teklifte bulundu. Ancak bu teklif Sultan tarafýndan "Vatanýn bir karýþ topraðý bile satýlýk deðildir" tepkisiyle geri çevrildi.

1917'de Ýngiltere Dýþiþleri Bakaný James Balfour, Yahudilerin lideri Edmond De Rothschild'e gönderdiði bir mektupta "Yahudilerin Filistin'de bir devlet kurmalarýný desteklediðini" ifade ediyor, böylece uluslararasý arenada Ýsrail Devleti'nin yolu da açýlmýþ oluyordu. Ancak Yahudiler için asýl fýrsat I. Dünya Savaþý'yla birlikte Ortadoðu topraklarýnýn Osmanlý'nýn egemenliðinden çýkmasýyla doðdu. 1918 yýlýnda Osmanlý askerleri Filistin'den çekildi ve bölge Ýngiliz hakimiyetine girdi. Bu yeni hakimiyetle birlikte bölge yaklaþýk bir asýrdýr süregelen bir çatýþmanýn da içine girmiþ bulunuyordu. 1880 ile 1918 yýllarý arasýnda Filistin'de 24 bin olan Yahudi nüfusunun sayýsý 65 bine çýkýyor ve böylece hukuksuzca yurtlarýndan çýkarýlan Araplarla Yahudiler arasýnda gerginlikler týrmanmaya baþlýyordu. Bölgede düzenli olarak artan Yahudi nüfusu, II. Dünya Savaþý ile birlikte toplam nüfusun dörtte birine yükseldi.

BALKAN MÜSLÜMANLARININ TÜRKÝYE SEVGÝSÝ

Son günlerde Makedonya'daki Müslüman azýnlýktan yükselen yardým feryatlarý, Türkiye'nin Balkanlar'da yüklendiði tarihsel sorumluluðu bir kez daha gündeme getirdi. Balkan Müslümanlarýnýn "Türk-Ýslam" gibi bir sýfatla tanýmlanmalarýnýn nedeni, bu sýfatýn gerek söz konusu Balkan Müslümanlarý, gerekse onlarý "düþman" olarak gören Balkan milliyetçileri tarafýndan benimsenmesidir.

Bugün baþta Sýrplar olmak üzere diðer tüm Balkan milliyetçileri, Boþnaklarý, Arnavutlarý, yani etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuþmayan Balkan Müslümanlarýný "Türk" olarak tanýmlamakta sakýnca görmüyorlar. Bunun nedeni ise, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar'daki tüm Müslümanlarýn, aralarýnda yaþadýklarý Hýristiyan uluslardan ayrý bir "millet" olarak algýlanmalarý. Bu "millet"in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüðü ifade etmese de, "Türk Milleti"...

Florida Üniversitesi'nden Balkan tarihçisi Maria Todorova bu durumu þöyle açýklýyor:

"Balkan milliyetçiliði Ortodoks Hýristiyanlarýn birliðini parçalarken, öte yandan tek vücut ve deðiþmez bir Müslüman cemaati imajý üretmiþtir ve bunu da "millet" kavramý bazýnda görmektedir. Bir baþka deyiþle, Balkanlar'daki Hýristiyan halklar kendi aralarýnda milliyetçilik kýstasýna göre ayrýmlar geliþtirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiþ gibi davranmýþlar ve bu yönde bir söylem geliþtirmiþlerdir. Bu Hýristiyan uygulamasýnýn en açýk örneði, Balkanlar'daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayýrým yapmadan, "Türk" denmesidir. Bu, bölgede hala çok yaygýn olan bir kullanýmdýr.

Öte yandan, Balkan Müslümanlarýnýn geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadýklarý için ve Balkanlar'daki ulus-devlet oluþumlarý tarafýndan dýþlandýklarý için, kendilerini ayrý bir "millet" sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuþlardýr." (Maria Todorova. "The Ottoman Legacy in the Balkans". The Balkans: A Mirror of the New International Order. s. 70)

Todorova'nýn da belirttiði gibi, Balkan Müslümanlarý için, dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerden çok önce gelir. Bosna'daki durum daha da belirgindir; Sýrplarla ya da Hýrvatlarla tamamen ayný etnik kökene sahip olan ve ayný dili konuþan Boþnaklar, bu iki halka hiç bir zaman bütünleþmemiþ, kendilerini hep Osmanlý ekseninde görmüþlerdir.

Balkan uzmaný Eran Frankel, bu kimlik yapýsýnýn Makedonya için de geçerli olduðunu vurgular. Frankel'e göre, Makedonyalý Müslümanlar hiç bir zaman Makedonyalýlýk adýna Ýslam'ý geri plana atmýþ ya da reddetmiþ deðildirler. Aksine, çoðu kez kendi Slavlýklarýný reddetmiþler ve Slav olmayan bir Ýslam kimliðini benimsemiþlerdir. Yine Frankel'e göre Makedonya'daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, Slav kimliðini benimsemektense, kendilerini "Türk" olarak tanýmlanmayý tercih ederler. (Eran Frankel. "Turning a Donkey into a Horse: Conflict and Paradox in the Identity of Macedonian Muslims", 23rd National Convention of the AAASS, Miami, 1991)

Ýþte bu nedenle de, Türkiye'nin Balkan Yarýmadasý'ndaki "uzantýsý" olan halklar, yalnýzca birkaç milyonluk Balkan Türkü deðil, nüfuslarý 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarýdýr. Çoðu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuþmayan bu insanlar, kendilerini ayný dili konuþtuklarý Sýrplardan ya da Bulgarlardan çok Türklere yakýn hissetmektedirler.

Çünkü bu insanlar her þeyden önce "Osmanlý"dýrlar ve Türkiye de Osmanlý'nýn yegane mirasçýsýdýr. Yukarýdaki satýrlarý yazan Maria Todorova, bu konuda þöyle söyler:

"Türkiye'nin Balkanlar'daki etkisi oldukça komplekstir. Bu etki, öncelikle Balkanlar'daki Türkçe konuþan nüfusa yöneliktir. Bu nüfusun büyük bölümü Bulgaristan'da yaþar, kalan kýsmý ise çok daha az sayýlarda Yunanistan, Romanya ve eski Yugoslavya'dadýr. Ancak Türkiye'nin etki alaný bununla sýnýrlý deðildir. Ayný zamanda Slav diliyle konuþan Müslümanlar da Türkiye'nin etki alaný içindedirler." (Maria Todorova. "The Ottoman Legacy in the Balkans". The Balkans: A Mirror of the New International Order, Ýstanbul, 1995. s. 71)

Todorova, Türk olmayan Balkan Müslümanlarýnýn kendilerini Türklükle özdeþleþtirme eðilimlerine gösterge olarak ilginç bir noktanýn daha altýný çizer: 20. yüzyýl boyunca Balkanlar'dan Türkiye'ye göç eden Slav Müslümanlar (Arnavutlar dahil) Türk kimliðini benimseyerek Türk toplumu içinde asimile olmuþlardýr. Bu durum Todorova'ya göre, "Osmanlý mirasýnýn Türk etkisine dönüþmesinin açýk bir örneðidir".

Kuþkusuz bu fenomen Türkiye açýsýndan son derece önemli bir stratejik avantajdýr. Tüm Balkanlar'da, aslýnda etnik olarak "Türk" olmamalarýna karþýn, kendilerini "Türk" olarak gören ya da görmeye eðilimli büyük bir Müslüman nüfus vardýr. Bu "fahri soydaþlarýmýz"ý bize bu denli baðlayan unsur ise Osmanlý mirasýdýr.

Ýþte Türkiye'nin Osmanlý kimliðine sahip çýkmasý gerektiðini, çünkü bunun Türkiye için büyük bir stratejik avantaj oluþturduðunu söylemekle tam olarak bunu kastediyoruz. "Osmanlý" kavramý, Türkiye'nin etkisini sýnýrlarýnýn çok ötesine taþýyan büyük bir vizyonun adýdýr. Bu durum, Balkanlar'da olduðu gibi Ortadoðu ve Kafkaslar'da da böyledir.

Türk Sultanlarý da Kudüs topraklarýna özel bir ilgi göstermiþ, Ýmparatorluðun en zor ve sýkýntýlý günlerinde dahi bu bölgeyi ihmal etmemiþlerdir.

Osmanlý'nýn Ardýndan Ortadoðu

Osmanlý sonrasýnda Ortadoðu'da kalýcý bir düzen ve istikrar oluþturulmamasýnýn nedeni, sömürgecilerin bunu yapabilecek bir güce sahip olmamalarý deðil, bunu yapmak için gerekli olan stratejik anlayýþa sahip olmamalarýydý. Osmanlý ise fethettiði bölgelere "nizam" götürmeyi Ýlahi bir görev sayan bir anlayýþla yönetiliyordu. Þimdi baþta Ortadoðu, Kafkaslar ve Balkanlar olmak üzere tüm dünya yeni bir Osmanlý'yý bekliyor.

Osmanl,ý Ortadoðu'yu I. Dünya Savaþý ile birlikte yitirdi. Savaþýn ardýndan da Ortadoðu'da, bölgenin yeni hakimlerinin siyasi ve ekonomik çýkarlarýna uygun bir düzenleme yapýldý. Ýngiltere ve Fransa, eski Osmanlý vilayetlerinden yapay devletler oluþturdu. Baðdat vilayeti, "Irak" adlý bir devlete dönüþtürüldü ve Ýngiliz egemenliðine býrakýldý. Halep ve Þam vilayetlerinden de "Suriye" isimli bir devlet çýkarýldý. Öte yandan, tarihsel olarak Suriye'nin bir parçasý olan Beyrut ve çevresi ise "Lübnan" adýyla ayrý bir devlete dönüþtürüldü. Daha güneyde, Ürdün nehrinin batý yakasýnda ise o zamana kadar sadece coðrafi bir bölge olan "Filistin" bir devlet haline getirildi. Nehrin doðu yakasýnda ise "Transjordan" (Ürdünötesi) adlý bir devlet kuruldu. Bu devlet bir süre sonra sadece "Ürdün" ismiyle anýlmaya baþlandý.

Bu devletlerin hiçbiri etnik ya da dini bir birliðe dayanmýyordu. Irak denen ülkede, birbirlerinden çok uzak üç ayrý grup varmkbldý; Kürtler, Sünni Araplar ve Þii Araplar. Suriye daha da karýþýktý. Sünni Araplar, Alevi Araplar, Dürziler, Kürtler... Hepsi bu yeni devletin çatýsý altýnda yaþýyorlardý. Filistin'de ise Araplarýn yanýnda giderek artan ve kendi devletlerini kurmayý hedefleyen bir Yahudi nüfusu vardý. Lübnan ise Hýristiyan Araplar ile Müslüman Araplarý barýndýrýyordu. Ancak bu iki temel ayrým da, kendi içlerinde mezhep farklýlýklarýyla bölünmüþlerdi.

Osmanlý sonrasýnda oluþan bu karmaþýk Ortadoðu'nun bir baþka özelliði ise, sýnýrlarýn tamamen masa baþýnda ve cetvelle çizilmiþ olmasýydý. Sýnýrlar herhangi bir etnik temel gözetilerek deðil, sadece Fransa, Ýngiltere ve Ýsrail'in çýkarlarýnýn öngördüðü þekilde belirlendiler. Bu yapay sýnýrlarla hedeflenen ikinci önemli husus ise yeni kurulan devletlerin siyasi istikrarý saðlayamayacak bir düzene göre þekillendirilmeleriydi. Çünkü birliðini kurmuþ, siyasi istikrarýný saðlamýþ ve ekonomik refaha ulaþmýþ bir devletin Ýngiliz, Fransa ve Ýsrail'in çýkarlarýna uymayacaðý açýktý. Asýl amaç bu ülkelerde sürekli iç çatýþmalarýn, savaþlarýn, istikrarsýzlýðýn süregelmesi, Ortadoðu'nun kolay yönlendirilebilecek bir bölge halini almasýydý. Kýsacasý oluþturulan mozaik barýþa ve birarada yaþamaya deðil, çatýþmaya ve savaþa uygun olarak hazýrlandý. Nitekim Siyonizm, bir devlet haline gelip Ýsrail'e dönüþtükten sonra, bu mozaiði kullanarak, Arap devletleri arasýndaki çatýþmalarý ya da devletler içindeki iç savaþlarý körükleme imkaný elde edecekti.

Fransa ve Ýngiltere'nin yeni kurduklarý devletlerde yaptýklarý düzenlemeler de istikrar bozucu nitelikteydi. Örneðin Suriye'deki Fransýz yönetimi, ülkede azýnlýk durumunda olan Alevileri Sünnilere karþý kayýrdý ve bugün hala sürmekte olan azýnlýk iktidarýna zemin hazýrladý. Bu politika, Suriye'de kalýcý bir Alevi-Sünni çatýþmasýnýn tohumlarýný da attý.

Ortadoðu'da bir yüzyýldýr devam eden, özellikle de Ýsrail'in kurulmasýndan bu yana þiddetlenen karmaþanýn nedeni, iþte bu Osmanlý sonrasý düzenlemeydi. Osmanlý sonrasýnda oluþan "otorite boþluðu" Batýlý güçler tarafýndan hiçbir zaman doldurulamadý. Fransa ve Ýngiltere Ortadoðu'ya istikrar deðil, bitmeyen çatýþmalar ve savaþlar, dinmeyen gözyaþý ve kan getirdiler. Ýngiltere'nin koruyucu kanatlarý altýnda geliþen Siyonizm, kýsa sürede bölgenin geneline yönelik bir tehdit haline geldi.

Osmanlý sonrasýnda Ortadoðu'da kalýcý bir düzen ve istikrar oluþturulmamasýnýn nedeni, sömürgecilerin bunu yapabilecek bir güce sahip olmamalarý deðil, bunu yapmak için gerekli olan stratejik anlayýþa sahip olmamalarýydý. Osmanlý, ele geçirdiði bölgelere "nizam" götürmeyi Ýlahi bir görev sayan bir anlayýþla yönetiliyordu. Sömürgeciler ise sadece kendi menfaatlerini gözettiler ve bu menfaatler düzensizlik gerektirdiðinde düzensizlik meydana getirdiler. Balkanlar'da ve Ortadoðu'da söz konusu olan bu durumun yakýn tarihi incelendiðinde, bölgesel farklýlýklarla birlikte, Kafkasya ve Orta Asya için de geçerli olduðu görülecektir. Týpký Balkanlar ve Ortadoðu'da olduðu gibi, Osmanlý hinterlandý içinde yer alan Kafkasya ve Orta Asya'da da, Osmanlý hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte barýþ ve güvenlik yerini, baský, þiddet ve karmaþaya býrakmýþtýr. Baþta Ortadoðu, Balkanlar ve Ortaasya olmak üzere tüm dünya yeni bir Osmanlý'ya muhtaçtýr. Bu tarihsel sorumluluðu yerine getirmeye layýk tek ülke Osmanlý Ýmparatorluðu'nun mirasçýsý olan Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

BU SAYFA BÝLÝM ARAÞTIRMA VAKFI TARAFINDAN HAZIRLANMIÞTIR


Gönderen: 02.09.2006 - 16:36
Bu Mesaji Bildir   vehbi70 üyenin diger mesajlarini ara vehbi70 üyenin Profiline bak vehbi70 üyeye özel mesaj gönder vehbi70 üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
LAZBAKKAL su an offline LAZBAKKAL  
136 Mesaj -

Baþta Ortadoðu, Balkanlar ve Ortaasya olmak üzere tüm dünya yeni bir Osmanlý'ya muhtaçtýr. Bu tarihsel sorumluluðu yerine getirmeye layýk tek ülke Osmanlý Ýmparatorluðu'nun mirasçýsý olan Türkiye Cumhuriyeti devletidir.


Gönderen: 31.01.2007 - 19:37
Bu Mesaji Bildir   LAZBAKKAL üyenin diger mesajlarini ara LAZBAKKAL üyenin Profiline bak LAZBAKKAL üyeye özel mesaj gönder LAZBAKKAL üyeyi arkadas listeme ekle Yukari
Pozisyon - İmzalar göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   diğer konu

Lütfen Seçiniz:  
Şu an 1 üye ve 1269 Misafir online. En son üyemiz: Didem_
16977 üye ile 13.07.2024 - 11:50 tarihinde en fazla ziyaretçi online oldu.

[Admin | Moderator | Kıdemli Üye | Üye]
Dogum Gününüzü Tebrik Ederiz    Doğum gününüzü tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
Son 24 saatin aktif konuları - Top Üyeler
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.70880 saniyede açıldı   

Reklamlardan
RAVDA sitesi
hiçbir şekilde
sorumlu değildir.