0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » ölüm hakkinda bildiklarinizi paylasin

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 6 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
ilknurMerve su an offline ilknurMerve  
ölüm hakkinda bildiklarinizi paylasin

476 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.06.2005
En Son On: 20.08.2014 - 00:12
Cinsiyeti: Bayan 
s.a canlar...

ölüm ve sonrasi....bu konuda tafsiye edebileceginiz bir kitap...site..yada bildikleriniz varsa paylasin lütfen..benim hic bilgim yok bu konuda...

mesela mezarliga gittigimizde o insan bizi görüyormu?duyuyormu?

onun ruhuna okudumuz Kuranin kimin tarafindan okundugunu biliyormu?

Arkasindan agliyarak bagirip cagirmak ona azap verirmi?

SELAM VE DUA ILE...


Bu mesaj 1 kez ve en son ilknurMerve tarafından 19.04.2006 - 11:21 tarihinde değiştirilmiştir.
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 11:20
Bu mesajı bildir   ilknurMerve üyenin diğer mesajları ilknurMerve`in Profili ilknurMerve Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
Çoğu kimse ölüme, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve kat'iyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmez. Hastalık, yaşlılık, harb u darp, trafik kazaları ve deprem gibi ölüm sebebi sayılan hâdiseler zuhur ettikçe, o da tir tir titrer; kabrin yalnızlık ve vahşetini düşünerek ürperir ve hayatını tahammül edilmez bir azaba çevirir.. evet böylelerine göre, insan ölünce her şey biter. Ceset toprağa dönüşmek üzere ebedî istirahatgâhına tevdî edilir. Her şey ve her yer yokluğun karanlığına gömülür; şâirin ifadesiyle: “Artık güneş görünmez olur, rahatça dal, ölüm sonu gelmez bir uykudur.” Ebed için yaratılan, ebede namzet bulunan bir insanın böyle bir telâkki ile ne kadar muzdarip olacağı açıktır. Böyle bir ebed arzusunu, vicdanını dinleyen biri: “Bütün dünya benim olsa, gamım gitmez, nedendir?” diyerek seslendirir ki, üzerinde durulmaya değer.

Oysaki ölüm, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma, bir hiçlik, bir tükeniş olmadığı gibi, kabir de bir topraklaşma çukuru, bir yalnızlık ve vahşet hücresi değildir. Ölüm, yaratılırken belli bir plân, program, hikmet ve maslahata göre yaratılan insanın, yine bir plân ve programa bağlı olarak bir buuddan başka bir buuda intikali, bir hâl değişikliği geçirmesi, amellerinin ürünlerine göre farklı bir sürece girmesi ve neticede vatan-ı aslîsine dönerek, inanç ve davranışlarının belirleyiciliği ile tabiî, müstakim ruhların iç içe vuslatlar koridoruna girip, Yaratan'la “bî kem u keyf” yüz yüze gelip görüşmeye yürümesi ve rıdvan yudumlaması demektir. Keza kabir de, görülüp zannedildiği gibi karanlık bir kuyu, yoklukla muhat bir çukur ve tecrid odası değil, aksine, aydınlıklara açılan bir kapı, insanı nûrânî âlemlere taşıyan bir koridor ve ruhun ötelere yükselmesi adına bir rampadır. Hazreti Şâhid-i Ezelî karşısında resmigeçit vazifesini tamamlayan veya asker olarak bulundukları bu dünyada engin bir hizmet şuuruyla imanlarını ibadetlerle, ibadetlerini de ihsanla derinleştirip ebedî bir mutluluğa tam hazırlanmış olanlar yürürler bu koridordan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği tasavvurları aşkın saadetlere.

Evet ölüm, bizim için, her zaman ruhun dolaşıp durduğu çok buudlu bir mekâna ve çok derinlikli bir zamana, kulluk vazifesinden terhis mânâsına, Cenab-ı Hakk’ın “Haydi şimdi bütünüyle bana gel!” demesinden başka bir şey değildir. O’nu gönülden tanıyıp sevenler için bu “gel” deyişin üslûbunda öyle bir iltifat ve öyle baş döndürücü bir teveccüh vardır ki; “Ey gönlü itminana ve huzura ermiş ruh! Sen O’ndan, O da senden razı olarak dön Rabbine.! Katıl has kullarıma ve gir Cennetime!” şeklindeki çağrıyı alan ruh, bir dakika bile burada kalmak istemez. Zira bu çağrının mânâsı, dünyanın sıkıntı, dağdağa ve boğucu havasından sıyrıl.! Yitirdiğin Cennet’e ve ruhun asıl yurduna dön, demektir. Ölümü, bu mânâda bir iltifat çağrısı kabul edenler, dünyaya gelişi bir memuriyet ve askerlik, ondan ayrılışı da bir terhis, bir ikinci doğum ve bir ebedî varoluşa uyanma şeklinde anlar ve merdane yürürler kabre doğru. Azrail arkadaşlığını, İsrafil dostluğuyla bir bilir, Allah’a yürüme ânının her lâhzasını Cebrail rehberliğinde miraca yükseliyor gibi zevk ederler. Aslında mü’min, ölüp mezara gömülmeyi, sümbül vermek için toprağın bağrına saçılan bir tohum ve insan olmaya koşan bir sperm gibi görür.

Hangi tohum vardır ki, toprağa atılmış da başağa yürümemiştir.! Hangi sperm vardır ki, “rahm-i mâder”e düşmüş de, orada yokluğa mahkûm olmuştur! Allah, insanı kendi ruhuyla şereflendirmiş ve onu bir ebediyet üveyki olarak donatmıştır. Ceset çürüyüp dağılsa da ruh, O’nun varlığının gölgesinde ebedlere kadar yaşayacaktır. Zaten canı, Can Sahibi’nin aldığını bilenler için ölüm âdeta bir baldır, bir kaymaktır. Onlar için ölüm ve mezar bir perde; bitmeyen bir cümbüş vardır, o da az ilerde. Daha şimdiden onlar, imanları, inanç zenginlikleri ve mârifet ufukları ölçüsünde gönül dünyalarında Naîm Cennetleri’nin en mûtena yerlerinde karşı karşıya oturmaktadırlar mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde.. döner durur çevrelerinde çelik-çavak gençler, ellerinde kevserlerle köpüren testiler, sürahiler, kadehler... Onlar, ne bir baş ağrısı duyar ne de sarhoşluk hissederler.. ve tercihi kendilerine ait, başlarının üstünde istedikleri kadar meyveler... Canlarının çektiği kuş etleri, sadefleri içinde inciler gibi el değmemiş elâ gözlü eşler.. dal bastı kirazlar.. salkım salkım dolgun muzlar.. uzayıp giden gölgeler.. şakır şakır çağıldayan sular.. ardı arkası kesilmeyen ve yasakla sınırlandırılmayan meyveler... (Bu yaklaşık mealler, Vâkıa’dan.) Her zaman iyiliğe kilitlenmiş bu insanlar “salarlar kendilerini öyle koltuklara ki, orada ne güneş sıcağı görürler ne de zemheriri.. Cennet ağaçları salar gölgelerini her yandan üzerlerine.. ve meyveleri devşirilmeye hazır sarkmıştır burunlarının dibine.” (Bunlar da, İnsan Sûresi’nin bir-iki dar meali.) “O gün mutlulukla tüllenen öyle yüzler vardır ki, emeklerinin neticeleriyle lütuflandırıldıklarından ötürü o yüksek Cennet’te tam bir hoşnutluk içindedirler.. ve bulundukları yerde boş söz de işitmezler... Orada fışkırıp akan kaynaklar, (oturmaya müsait) yüksek kanepeler, içmeye hazır (dolu) kadehler, yaslanılacak yastıklar ve nefislerden nefis döşemeler vardır.” (Gâşiye’den bir kırık meal.) “İşte bunlar, mükâfatları, içinde devamlı kalacakları altından ırmaklar akan Adn Cennetleri’dir. (Dahası) Allah onlardan, onlar da Allah’tan hoşnutturlar ve bu rıza makamı da, sadece Rabbi’ne karşı saygılı ve haşyet içinde bulunanlara mahsustur. (Beyyine’den incelikleri düşünülmeden alınmış ayrı bir meal.) Evet, “Bunların mükâfatları, Adn Cennetleri’dir; girerler oraya kollarında altın bilezikler, süslenmiş olarak incilerle ve elbiseleri de ipektendir. (Girerken de) ‘Hamdolsun, bizden her türlü tasayı, kederi gideren Allah’a; doğrusu Rabbimiz Gafûr’dur, yarlığar hepimizi; Şekûr’dur, yaptıklarımızın kat katıyla mükâfatlandırır bizi’ derler.&#8221aglaFâtır’dan kısa bir alıntı.)

Eğer, sırf cismaniyet adına dahi olsa, ölümün arka yüzü bu ise, bu ten kafesinin parçalanıp dağılmasına ağlayıp inlemek değil, bizi dar bir zindandan, genişlerden geniş bağlara bahçelere alıp götürdüğü için sevinmeliyiz; sevinmeliyiz zira, gönüllerimizde kendini hissettiren ve rüyalarımızın menfezleriyle her gece ruhlarımıza tebessümler yağdıran o büyülü ve baş döndüren âlemin biricik köprüsü var. O da ölümdür; O’nun emri ve izni dairesinde gelen ölüm... Ölümün hakikatini kavramış gönlü imanla, duyguları da aşk ve heyecanla köpük köpük bir muhabbet kahramanı bin can ile koşar Sevgili’ye. O’na kavuşunca da, dünyevî benliğiyle şekerler gibi erir ve şerbete dönüşür. Farklılaşır ve uhrevîlerin letâfetine ulaşır... Rûhânîlerin “hay-huy”u ve meleklerin kanat sesleriyle banyo yapar. Başkalarının, nefsânî kirleriyle çevrelerinde tiksinti uyardıkları bitevî ve tulûu, gurûbu olmayan kederlerle yoğrulduğu kesintisiz bir zamanda o, gül gibi elden ele dolaşır ve uğradığı her yerde misk ü amber gibi koklanır. Can Hükümdarı da, ona başları döndüren, gözleri kamaştıran ebedî sultanlıklar bahşeder.. onu her zaman yeni yeni teveccühlerle iltifatlandırır.. hususî muamelelerle ağırlar.. Cemaliyle ufkunu aydınlatır.. hoşnutluğundan besteler dinletir ve ruhuna kâse kâse güzellikler içirir. Var olmayı ganimet bilip değerlendirmiş bir mârifet eri; imanı ve aşk u şevki ölçüsünde âhiret pazarının her menzilinde incilerin, elmasların gördüğü teveccühü görür; hayatını suiistimal edenlerin, zifiri karanlıklarda ürkek ürkek dolaşmasına karşılık o, hep ışık görür, ışıklarla hasbıhal eder; ışık atmosferinde sabahlar ve akşamlar; ışık yudumlar ve ışıklar içinde sermest dolaşır; onun ufkuna asla gece uğramaz ve onun mağriblerini kat’iyen gurublar karartamaz. Otağını böyle bir ufka kuran bahtiyar, hemen her zaman insanî duygularının yaratılışına gaye teşkil eden şahikalarda dolaşır; irade ufkundan şuur zirvesine, şuur zirvesinden kalb arşına yükselir ve yükseldiği her burçta kendini ayrı bir mevhibe sofrasının başında bulur ve ayrı bir temâşâ zevkinin vecdini yaşar. Bunlar idrakleri aşkın öyle lütuflardır ki, bir kısmını dünyada bazı gönül erleri duysalar da, tamamını yaşayıp hissetmek âhirete mahsustur.

Bu hususiyete mazhar olacak bir mü’min, hiçbir petekte bulamayacağı balı, hiçbir yerde elde edemeyeceği kaymağı, orada dili damağı arasında bulur. Bu bildiğimiz göklerin ve yerlerin bulunmadığı o sihirli dünyada her şey, bütün o feyizler ve güzellikler kaynağı etrafında sabahlar-akşamlar; sadece O’nu görür, O’nu bilir, O’nu duyar ve O’nun câzibesiyle kendi mahiyet çizgisinin üstüne yükselerek, O’nun varlığının ziyasına bağlanır ve pâr pâr parlamaya başlar.. ve “Bir şûlesi var ki şem-i cânın / Fânûsuna sığmaz âsumânın” (Gâlib) hakikatinin mücessem bir misali olur.

Eğer bütün bu mazhariyetlere ölüm köprüsünden geçilerek ulaşılabiliyorsa, bence ölüm insanın en tatlı emeli olmalı.. ama hayata çağrı ve ona mazhariyet bize ait olmadığı gibi, ölümü arzu etmek ve istemek de bizim hakkımız değildir. Yaratan çağırınca severek O’na koşarız; “Hele az daha durun!” dediğinde de, vuslata karşı sabır mülâhazasıyla dişimizi sıkar dayanırız.
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 11:23
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
İnsanoğlu, ölmek için var olur, dirilmek için ölür ve ebediyeti duyup yaşamak için de dirilir. Bir bir gelinir bu dünyaya.. bir bir yürür herkes bu upuzun hayat yolunda.. onca müştereklere rağmen herkes kendi kaderiyle oturur-kalkar.. kendi kaderini yaşar ve programlandığı çerçevede, daha sonra bir başka hayatı duyup yaşamak için arkasına bakmadan yürür ebediyete.

Evet insan, dünyaya daha ilk adımını attığı andan itibaren, onun için geriye sayma başlamış demektir. Hatta embriyolojik sürecin mebdei, bir mânâda onun için sonun başlangıcı sayılabilir. Çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık dönemleri bu vetirede sadece birer konaktırlar. İnsan nasibi ölçüsünde ya bu konakların hepsine uğrar ve bir süre misafir olur veya yürüyen bir trenden dışarıya atılıyor gibi, ümit edilen menzile ulaşılmadan, herhangi bir meçhul noktada, kendisine cebrî bir çıkış verilir ve onun için dünya ile alâkalı her şey biter. Her gün bu kabil hâdiselerle, duyguları delik deşik ve düşünceleri allak-bullak yolculuklarını devam ettirenler ise, son durak mülâhazası veya gerçekten O’na yaklaştıklarından ötürü, sürekli ense köklerinde yokluğun sopsoğuk elinin dolaştığını sanır, onun rengiyle sararır, her an sürpriz bir bitişin şokuyla tir tir titrer, hazan yemiş yapraklar gibi sarsılır ve her zaman kendilerini amansız bir çözülüşün pençesinde hissederler.. ederler de, günler, haftalar, aylar ve yıllar ilerledikçe, daha bir artan hafakanlarla kıvrım kıvrım kıvranır, işittikleri her seste ölüm ağıtlarından nağmeler dinler ve ruhlarındaki cehennem zakkumunu besleyen esintiler ölçüsünde, her gün birkaç defa ölür ölür dirilirler.

Mevsim dönüp de hayatın sonbaharı gelip çatınca, âdeta her şey ve herkes tarafından terkedildiklerini hisseder.. bütün varlığın kendilerine arka çevirip onları yalnızlığa attığını sanır.. dört bir yanın poyrazla inlediğini duyar gibi olur ve hazanla sararıp düşen her yaprakta kendi makûs kaderlerinin yazılarını okur.. çığlıklarını dinler, inkisarla iki büklüm olur.. buruklaşır.. ve hele ötelere inançları da yoksa, ruhlarının alacakaranlığında hayatlarının gurûp sonrasını tahayyülle sürekli yutkunur ve ölüm terleri dökerler.

Artık, ne çevrelerinde neş’eyle köpüren hayat, ne varlığın rengârenk güzellikleri, ne kuş cıvıltıları, ne ırmak çağıltıları, ne koyun-kuzu meleyişleri, ne de tabiat meşherinin o temâşâsına doyulmayan manzaraları onlara hiçbir şey ifade etmez.. etmez ve onlara göre artık her ses bir ölüm ağıtı.. her güzel manzara plastize bir hüzün paketi.. her doğum, bir ölüm referansı ve doğumlar ölümlere emanet.. her sevinç de bir aldanmışlık ve teselli mırıltısıdır. Bunların iç dünyalarında elemleri elemler kovalar, kâbuslu rüyalarda olduğu gibi gönülleri ve dilleri sürekli korkulara takılır, “kem-küm” eder. Her zaman bakışları bulanık, başları dumanlı, yaklaşan sonun şokuyla hezeyandan hezeyana sürüklenir ve daha mezara girmeden hep kabrin sadefleşmiş kemikleri arasında yılanlarla-çıyanlarla âdeta saklambaç oynarlar. Yer yer burunlarının yokluğa değdiğini ve ufalanıp toz-toprak haline geldiklerini hisseder ve her biri ayrı ayrı kendi kaderinin ağında “Keşke anam beni doğurmasaydı!” der, inler.

Gönüllerini imanla donatmış ve kalblerinin balansını ötelere göre ayarlamış “İman hem nurdur, hem kuvvettir, hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” duygu ve düşüncesiyle tam bir metafizik gerilim içinde bulunanlara gelince; onlar, çocukluklarını bir zevk zemzemesi içinde duyar ve her zaman var olma şevkiyle haykırır.. gençliklerini Yusuf gibi birer iffet ve irade kahramanı olarak disiplinlerle geçirir.. olgunluk çağlarını arkadan gelenlere örnek olabilecek davranışlarla süsler ve yollardaki reflektörler gibi sürekli düz yolda yürümenin lâzım geldiğini vurgular.. yaşlılık dönemlerini de “ulü’l-azmâne” bir kararlılık, ciddiyet içinde ve nebîleri hatırlatan bir itminanla, Cennet koridorlarında seyahat ediyormuşçasına inançla, azimle ve ümitle sürdürürler.

Başkalarının kaybetme hezeyanlarıyla çıldırıp durduğu, en amansız gibi görünen demlerde, onlar, her zaman imanlarının, ümitlerinin meyvelerini devşirir ve bütün hassasiyetleriyle burada var olmanın, ötede de ebedî kalmanın neşvesini duyar ve âdeta ömürlerini bir şiir, bir hayal ikliminde yüzüyor gibi geçirirler. Öyle ki, Allah’a ve ötelere imanın herhangi bir faslı, herhangi bir ifadesi karşısında, sihirli balonlarla, fezanın sonsuzluğunda ötelere yürüyor gibi ruh-efzâ bir seyahat yaptıklarını sanırlar. Kendini duygularının, düşüncelerinin büyüsüne kaptırma ölçüsünde her inançlı ruh, şöyle ya da böyle cismaniyetten uzaklaşıyor ve ruhanîliğin enginliklerine açılıyor gibi olur ve ötelerin tasavvurları aşkın bütün romantizmini birden duyar.

Evet, her imanlı gönül, varlığın, her zaman güzelliklerini temâşâ ettiğimiz şu esrarlı meşherinde ne harikalara, ne harikalara şahit olur!. Ne büyülü sesler duyar!. Ne aşkın şeylerle yüz yüze gelir!. Gelir de yol boyu, kendisini selamlayan nice güzelliklerden iltifat görür.. nice ses hevenkleriyle büyülenir, kendinden geçer ve âdeta rüyalarda olduğu gibi, her gördüğü, her duyduğu, her düşündüğü şeye çarçabuk ulaşır ve kendini sürekli bir zevk çağlayanı içinde hisseder.. hisseder ve ömrünün bitmesini kat’iyen istemez.. dünyaperest ruhlar gibi değil; varlığın tenteneli perdesinin arkasındaki hakikî güzelliklere, Güzeller Güzeli’nin cemalinin değişik dalga boyundaki tecellilerine vurgun olduğundan dolayı ömrünün bitmesini istemez.

Daha doğrusu bunlar, ötekilerin, o dünyalarını karartan ruhlarındaki Cehennem zakkumuna bedel kalblerindeki iman çekirdeği sayesinde kendilerini her zaman, âhiret âlemi ve onun zevkle tüllenen manzaraları ile yüz yüze, Cennet ve onun Hakk’ı temâşâya açık yamaçlarında tenezzühde sanır ve bir bakıma, fiziği-metafiziği, dünyayı-ukbayı, ruhu-bedeni bir bütün hâlinde duyar ve yaşarlar.

Gün gelip de öteler perde aralayınca, düşüncedeki Cehennem tohumu, kapkaranlık bir kâbus gibi her yanda kendisini hissettirir.. mağmalar gibi köpürür ruhlara korkular salar.. bir sis, bir duman gibi bütün ufukları kaplar.. azap olur canları yakar.. musibet olur sağanak sağanak yağar.. ve tabiî gönüllerdeki tûba-i Cennet çekirdeği de dal-budak salar.. bağrında göğerip geliştiği gönüllere tebessümler yağdırır, revh u reyhanla tüllenir.. yapraklarına tutunanları sırlı asansörler gibi huzura, emniyete, rıdvana ve ebediyete taşır.. Cennetle buluşturur, Hak Cemali’nin temâşâ edildiği ufka ulaştırır. Hâsılı her iki zümre de sînelerinde taşıdıkları çekirdek ve tohumun inkişafıyla vicdanlarında icmâlen duydukları şeyleri, tafsilen ve fiilen görüp-yaşayacakları ayrı bir buuda intikâl eder de her şeyi ayan-beyan görmeye başlarlar:

Evet, hele “Sûra üfürüldü mü, işte o gün çok çetin bir gündür; (bilhassa) kâfire (hiç de) kolay değildir.” (Müddesir, 8-10) Ya o “Göklerin yarılıp parçalandığı, cehennemin köpürüp alevlendiği ve Cennetin yaklaştırıldığı an, her nefis, dünyada ne hazırlayıp oraya sunduğunu (mutlaka) bilecektir.” (Tekvir, 11-14)

&#8220aglaİşte) O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar (kaçar; çünkü) o gün herkesin, başından aşkın bir işi var.. yüzler vardır o gün parıl parıl, gökçek ve sevinçle mütebessim.. yüzler de vardır, karanlık ve toz-toprak bürümüş, işte onlar kâfirler ve mücrimlerdir.” (Abese, 34-42)

“Şüphesiz kâfirler için zincirler, bukağılar ve çılgın alevler hazırladık. İyilikle oturup kalkanlara (gelince, onlar) kadehlerle kâfûr karışımı (kevserler) içerler.” (İnsan, 4-5)

Arzın darmadağınık olup, yıldızların bağı kopmuş tesbih taneleri gibi sağa-sola savrulduğu o dehşetli gün, dimağlardaki Cehennem tohumu ve gönüllerdeki Cennet çekirdeğinin ayrı bir inkişaf faslıdır: Evet bir yanda: “Hayır hayır! Yer çarpılıp paramparça olduğu, meleklerin saf saf (olup durduğu) ve cehennemin getirildiği o gün (evet işte o gün) insan her şeyi anlar (anlar ama) onun için (artık anlamanın) ne yararı var ki? (O) keşke bu hayatım için (bir şeyler hazırlayıp) gönderebilseydim, der.. artık O’nun azabı gibi kimse azap edemez ve O’nun gibi kimse zincire vuramaz.” (Fecr, 21-26) Ürperten bir tablo; diğer yanda da: “Ey itminan içindeki nefis! O senden, sen de O’ndan râzı olduğun hâlde dön Rabbine! (Dön) kullarım arasına katıl ve Cennetime gir!” (Fecr, 27-30)

Nimetlerin bayıltan güzellikleri, musibetlerin ürperten çirkinlikleri ve yol boyu, tûba-i Cennetin üfül üfül esintileri, cehennem zakkumunun da sam yeli gibi iliklere işleyişi hissedilir: “O gün nice yüzler ışıl ışıl ışıldar ve Rabbi’ne bakar; nice yüzler de vardır ki, ekşir, asıklaşır ve belinin kemiklerinin kırılacağını sanır; (sanır ve iki büklüm olur).” (Kıyame, 22-25) İkincilere: “Haydi yalanladığınız şeye doğru yürüyün! Yürüyün, gölgesi olmayan ve alevden korumayan üç buudlu (katmerli) cehennem karanlığına! O karanlık, ulu ağaçlar gibi kıvılcımlar salar. O (kıvılcımlar) kalın urganlar gibidirler. O gün Hakk’ı yalanlayanların vay hâline!.” (Mürselat, 29-34) Birincilere de âdeta tebrikler yağdırılır ve: “Şüphesiz müttakiler gölgeler (altında), çeşmelerin yanında ve iştihalarının çektiği meyvelerin başındadırlar. (Onlar) amellerinizin mükâfatı olarak afiyetle yeyin, için!. İşte biz iyilik edenlere böyle karşılık veririz.” (Mürselat, 41-44) müjdeleriyle karşılanırlar.

Evet “Vadedilen (o büyük) hakikat gelip çatınca, küfredenlerin bakışları donakalır. ‘Vah bize! Biz bundan gâfilmişiz; daha doğrusu biz zâlimlerin ta kendisiymişiz.’ (derler ve onlara) siz ve Allah’tan başka bütün taptıklarınız cehennemin yakıtlarısınız ve oraya döküleceksiniz denir.” (Enbiya, 97-98) “Kendilerine tarafımızdan saadet vadedilenler ise, işte onlar, cehennemden uzaklaştırılmışlardır. (Öyleki) cehennemin hışırtısını bile duymazlar. Onlar, canlarının istediği nimetler içinde ebedîdirler. En büyük korku bile onları tasalandırmaz.. ve melekler onları: ‘İşte bu, size vadedilen sizin gününüzdür.’ (muştularıyla) karşılarlar.” (Enbiya, 101-103)

Müttakiler, bir de kitaplarını sağdan alma sevinciyle coşar, neş’e çığlıkları atar ve şükranla iki büklüm olurlar: “Kitabı sağdan verilen: ‘İşte alın, okuyun bu kitabı! (Zaten) ben böyle bir hesapla karşılaşacağıma inanıyordum.’ der. Ve artık o, hoşnut olacağı bir yaşayış içinde, (meyvelerin) salkımları (burnunun dibine) kadar yaklaşmış Cennettedir. Ve onlara: Geçmişte yaptığınız amellere karşılık, afiyetle yeyin, için, denir. Kitabı soldan verilenler ise: ‘Âh keşke, bana bu kitap verilmeseydi! Keşke hesap nedir bilmeseydim!. Ve keşke ölüm işimi bitirmiş olsaydı! Malım hiçbir işe yaramadı. Güç ve hâkimiyetim yok olup gitti.” (Hâkka, 19-29) der hasretle inler.

Artık “Mücrimler, şaşkınlık ve azap içindedirler. O gün (onlar) yüzükoyun sürüm sürüm ateşte sürüklenirler; (sürüklenirler de onlara): ‘Tadın ateşle teması!’ denir.” (Kamer, 47-48) “Müttakilere (gelince) cennetlerde, ırmakların başında, Kudreti Sonsuz Melik’in nezdinde, sıdk makamında (birer yâd-ı cemil)dirler.” (Kamer, 54-55)

Bir yandan gözlerin görmediği, kulakların işitmediği nimetlerin sağanak sağanak yağması, diğer yandan da cehennemin gayızla gürleyip öfkeyle köpürmesi ve mazhariyetlerine imrenilecek, istihkaklarından ürperilecek insanlarla her şey ebediyete akar durur: “Takvâ erbabına geleceğin en güzeli vardır: Adn cennetleri, ardına kadar kapıları açılmış, (onlar da, bu cennetler içinde) tahtlara yaslanmış olarak (çeşit çeşit) meyveler ve içecekler isterler. Yanlarında da, gözleri eşlerinin üzerinde, dilberler vardır.” (Sâd, 49-52) &#8220aglaOrada) azgınlara da en kötü bir azap (söz konusudur): Gider cehenneme yaslanır; o ne kötü bir istirahat döşeğidir! Tadıp duymaları için (onlara) kaynar bir su ve bir de irin (verilir), bu türden daha çift çift azablar...” (Sâd, 55-58)

Kimileri ferih fahûrdur. Değişik mazhariyet ve iltifat sağanakları karşısında; kimileri de buruk, ekşi ve hezeyan içindedirler: “Defterini sağdan alanlara gelince, nereden bileceksin ki, (o büyük mazhariyeti)?. Onlar dikensiz sedir ağaçları, salkım salkım muzlar arasında ve upuzun gölgeler altında çağlayıp duran ırmakların başındadırlar.” (Vâkıa, 27-31) “Kitabını soldan alanlara gelince, nereden bileceksin ki (o korkunç mahrumiyeti)?. Onlar iliklerine kadar işleyen kaynar bir su içinde, serinlik ve rahat vadetmeyen kapkara bir dumanın gölgesinde (bekler dururlar); zira onlar dünyada, şımarıklık içinde, günahlarda hep ısrarlı idiler.” (Vâkıa, 41-45)

&#8220aglaArtık) o gün, cennetliklerin ebedî kalacakları yer en hayırlı bir yer, dinlenecekleri makam da en güzel bir makamdır.” (Furkan, 24) Gönüllere akan zevkleri yudumlar ve kendi kendilerine: “Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamdolsun! Şüphesiz bizim Rabbimiz, günahları bağışlayan ve şükürlere de karşılık verendir. O’dur ki, bizi böyle bir makama yerleştirdi.. bir makam ki, (insana) ne yorgunluk ârız olur ne de usanç gelir.” (Fatır, 34-35)
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 11:24
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
akincimetin su an offline akincimetin  

359 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 12.06.2005
En Son On: 08.03.2011 - 16:36
Cinsiyeti: Erkek 
Ölüm Kardeşim.gül

Pek fazla yazmak istemiyorum Ölüm Kardeşim gereken açıklamaları yapmış ancak,Bir kaç kelam edecek olursak müslümanlar için kurtuluş kapısıdır.Hakkıyla bu dünyada Allaha kul olup resulullahın yolunda gitmiş ise ve dinini tebliğ edebilmiş ise ne mutlu ona ne mutlu ona ki ebedi saadeti kazanmıştır.sonsuz bir alemin bir basamaklarını tımranmanın ilk adımıdır ölüm.
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 12:33
Bu mesajı bildir   akincimetin üyenin diğer mesajları akincimetin`in Profili akincimetin Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
YeSiLKuBBeM su an offline YeSiLKuBBeM  

7 Mesaj

Kayıt Tarihi: 07.02.2005
En Son On: 25.10.2007 - 09:24
Cinsiyeti: Bayan 
Alıntı
Orijınalı akincimetin

Hakkıyla bu dünyada Allaha kul olup resulullahın yolunda gitmiş ise ve dinini tebliğ edebilmiş ise ne mutlu ona ne mutlu ona ki ebedi saadeti kazanmıştır.
sonsuz bir alemin bir basamaklarını tımranmanın ilk adımıdır ölüm.



InsaALLAH, InsaALLAH ALLAHA layik Kul oluruz ve Gülefendimize layik Ümmet oluruz..ağlar gülağlar

Ölüm: ALLAHA kavusturur InsaALLAH, ebediyet ordan itibaren baslar..
Nasil yasarsan öyle ölürsün.. !!!!!
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 12:51
Bu mesajı bildir   YeSiLKuBBeM üyenin diğer mesajları YeSiLKuBBeM`in Profili YeSiLKuBBeM Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
ilknurMerve su an offline ilknurMerve  

476 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.06.2005
En Son On: 20.08.2014 - 00:12
Cinsiyeti: Bayan 
ölüm abi ve akincimetin abi Allah razi olsun..gül..gül..

SELAM VE DUA ILE..
Ekleme Tarihi: 21.04.2006 - 11:46
Bu mesajı bildir   ilknurMerve üyenin diğer mesajları ilknurMerve`in Profili ilknurMerve Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1213 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
VuSlaT_ZaMbaK (40), HAMAS (41), cilekesh (34), Umuda_Dogru (35), muhammed yakub (53), -selenay- (38), kiciman (53), -Dushi- (37), melike_ (44), 271277sedat (47), katade_58 (42), samimikul (52), sansarselim (39), omerbicak (47), rajaahmet (48), BETÜL SULTAN (44), Toprakkiz (38), perteviyat (54), azra aksu (51), esiir (47), eminem (44), cihann4 (41), merve987 (38), ceylan (43), byberk (39), mehmetaliakti (45), serkanberber20 (50), FTK (38), p.celik (39), keklik (38), nazan (38), GREY (54), ketcapm (39), faruk1987 (37), semanurnl (54)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.74291 saniyede açıldı