0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » Soru Ve Cevablar

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 2 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Soru Ve Cevablar

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Soru--İslam da Halifelerin seçimi nasıl olmaktaydı? Özellikle Hz. Peygamberin vefatından sora Ulul-Emr seçilen Hz. Ebu Bekir (r.a) nasıl halife seçilmiştir ve bu konudaki İslami hassasiyet dikkate alınmış mıdır?
Cevap- Hz. Ebu Bekir (r.a)in seçimini siyer kaynakları şöyle nakletmektedir: Peygamberimizin vefatından hemen sonra Ashab Said oğulları çardağında/gölgeliğinde toplanarak, bu ümmetin umurunu yüklenecek birisini seçmek için konuşmaya başlamışlardı. Bunu gören Ebu Ubeyde bin Cerrah Peygamberimizin defniyle meşgul olan kimselere haber vermek için geldi ve Hz. Ömer’i durumdan haberdar etti. O da Hz. Ebu Bekir’i alarak Said oğulları gölgeliğine geldiler. Ensar’dan Hazreç’liler kendi reisleri olan Sa’d bin Ubade’ye biat etmeyi düşünüyorlardı. Evs kabilesinin reisi Üseyd bin Hudayr Ebu Bekir’in yanında idi. Hazrec’in isteği olursa, halifeliği Hazrec’e kaptırmanın doğuracağı sonuçları hesap etti. Eski asabiyetin yeniden dirileceğini, birlik ve beraberliğin bozulacağı, kardeşliğin düşmanlığa dönüşeceği endişesine kapıldı. Bu kabileler bu anlayıştan çok çekmişlerdi. Habbab bin Münzir şu düşünceyi ileri sürdü: Bizden bir reis sizden de bir reis olsun deyip, Ensar’ın faziletlerinden bahsetmeye başladı. Hz. Ömer bu konuşmaya cevap vermek istedi. Hz. Ebu Bekir onu geri çekti ve ileri çıkarak bütün metanetiyle söze şöyle başladı:
"Ey Ensar! Siz kendi namınıza dile getirdiğiniz bütün faziletlere haiz bulunuyorsunuz. Fakat hakikat şudur ki, Araplar Kureyş’in riyaset ve hükümeti etrafında toplanırlar. Bu işi başkasına vermezler." Sonra Hz. Ebubekir (r.a.) Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde’yi ellerinden tutarak, "size bu iki zattan birini seçmenizi tavsiye ediyorum" dedi. Bu sözler onları yeniden düşünmeye sevk etti. Hicaz bölgesinin hassasiyetini çok iyi bilen Ensar durumu yeniden değerlendirmeye koyuldu. Bu arada Hz. Ömer şöyle bir çıkış yaparak "Hz. Ebubekir gibi bir zatın bulunduğu bir topluma emir olmayı asla kabul etmem. Hz. Muhammed’in bize namazımız için imam seçtiğini biz dünya işlerimiz için neden imam seçmeyelim?" diyerek Hz. Ebubekir’i gösterdi. Halk durumu münakaşa ederken Hz. Ömer Ebubekir’e "elini uzat sana biat ediyorum" dedi ve elini tutarak ona biat etti. Bunu Ebu Ubeyde, Hz. Osman ve Abdurrahman bin Avf takip etti. Bunların peşinden orada bulunan Ensar ve Muhacirlerin biatı takip etti. Sadece o kalabalıkta Sa’d bin Ubade biat etmedi; fakat onun taraftarları da tamamen Hz. Ebubekir’e biat ettiler. Bu seçim bazılarının söylediği gibi bir oldu bitti olmayıp tam anlamıyla bir seçim olmuştu. O gün Medine’deki siyasi gruplar dört ana grupta toplanmakta idi. Bunları şöyle ifadelendirmek mümkündür.
1- Hz. Ebubekir ve arkadaşlarının etrafında toplanan muhacirler.
2- Sa’d bin Ubade’nin ve arkadaşlarının yanında bulunan Hazreçliler.
3- Üseyd bin Hudayr ve arkadaşlarının yanında bulunan Evsliler.
4- Hz. Ali ve Zübeyr’in yanında bulunan Haşimiler.
Bu dört gruptan üçünün iştiraki ile Hz. Ebubekir halife seçilmiştir. Dördüncü guruptan Hz. Ali, Zübeyr ve Abbas’ın bu toplantıya gelmemesinin esas sebebi Mevlana Şibliye göre seçilmeme korkusu idi. Oradaki mahcubiyeti yaşamamak için Hz. Fatıma’nın evinde toplanmışlardı.
Bunların dışında kalan cemaatın çoğunluğu bu seçime iştirak ederek Hz.Ebu Bekir (r.a.)’i halife seçtiler. Sa’d bin Ubade, Hz. Ali ve Zübeyr gibi fertlerin katılmaması toplumun iradesinin önüne geçecek durumda değildi.
Peygamberin Ashabı en isabetli seçimi yaparak Hz. Ebubekir gibi bir zatı bu makama getirmiş; böylece çok ciddi bir felaketin önüne geçmişlerdi. Hz. Ebubekir’in şahsiyeti, ahlakı, müslümanlar arasındaki yeri, Rasulullah ile olan beraberliği, berrak muhakemesi, sağlam iradesi herkes tarafından bilinmekteydi. Ondan başkası çıkacak ayrılık ateşini söndürecek konumda değildi. Peygamberimizin hastalandığından beri, Onun emriyle Rasulullah’ın mihrabına durarak Müslümanlara imamlık görevini yapıyordu.
İkinci gün umumi biat günüydü. Hz. Ebubekir minbere çıkarak şu konuşmayı yaptı:
"Ey müslümanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde size emir seçilmiş bulunuyorum. Vazifemi yerli yerince yaparsam bana yardım ediniz. Yanlış yaparsam beni düzeltiniz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. Güçsüz olanınız (haklı ise) hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür. Güçlü olanınız (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkı alıncaya kadar benim yanımda güçsüzdür. Bir millet Allah yolunda cihadı bırakacak olursa Allah, mutlaka o milleti zillete uğratır ve her hangi bir millette kötülükler yaygın olursa Allah, o millete umumi bir bela verir. Allah'a ve Rasulü’ne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Şayet Allah'a ve Rasulü’ne karşı gelirsem bana itaat etmekle mükellef değilsiniz. Şimdi namazınıza kalkınız, Cenabı Hakkın rahmetine nail olasınız." Bunu müteakip minberden inerek mihraba geçti ve cemaata namaz kıldırdı. Böylece İslam da ilk olarak halife seçimi yapılmış oldu.
İşte Hz. Ebubekir böyle halife seçilmişti. Bu konuda "İslami hassasiyet dikkate alınmış mıydı?" şeklindeki sorunuza gelince: Konuya taalluk eden İslami hassasiyet "Emaneti ehline vermektir." Bütün ümmet şahiddir ki bu işe Hz. Ebubekir’den daha ehil kimse yoktur. İslam’ın ilk gününden itibaren feraseti, feragati, ihlas ve samimiyeti, bütün varlığı ile Allah ve Rasulü’ne teslimiyetle hizmeti kıyas kabul etmez konumda olan bir kimseydi.
Rasulullah’ın vefatında gösterdiği metanet ve feraseti, olaylara olan derin vukufiyeti, meselelere acil çözümler üretmesiyle ümmetin birlik ve beraberliğini sağlamış, çalkantılı dönemi salimen atlatarak ümmeti sükun ve selamete erdirmiştir. İki yıllık imametinde peygamberin dönemini aratmayacak icraatta bulunmuştur. Tarih o dönemi saadet asrı olarak kaydetmiştir.
Bu nedenle bizim inancımıza göre, bu seçimde gerekli hassasiyet gösterilmiş ümmeti birleştirecek en uygun şahıs toplumun önünde gerekçeleri gösterilerek açık bir seçimle seçilmiş; onaylaması gereken (sonradan ehli hal vel akd diye isimlendirilecek olan) gurup tarafından bizzat eli tutularak onaylanmıştır.
Seçim denince bunun demokratik seçimlerle karıştırıp karşılaştırmamız doğru değildir. Ayrıca henüz işin başında olan bir devletin ve rejimin bütün kurumlarının teşekkülü ve yerli yerine oturmuş olması mümkün değildir. Kurumların teşekkül etmemiş olması ilkelerin işlemesine mani değildir. İşi bilen ve nebevi eğitimden geçmiş insanların bu konudaki uygulamaları gösteriyor ki işin esası kavranmıştır. Henüz peygamberin cenazesi kalkmadan devlet başkanı seçmenin gerekliliğine inanıyorlar. Biliyorlar ki otorite boşluğu ümmete önü alınmaz gaileler açabilir. İşte bu ümmet kimi, nasıl ve ne zaman seçip onaylayacağını da bilerek bu seçimi hakkıyla gerçekleştirmiş ve tarihi sorumluluklarını yerine getirmişlerdir.
Burada Hz. Ali (r.a) için peygamber(a.s) tarafından tayin ve tavsiyelerle ilgili Şia kaynaklı iddiaların kabul edilebilir bir mesnedi olmadığı gibi; yapılan ilk seçimde kimse bu tayinden söz ederek, "durun, ne yapıyorsunuz; bu konuda Peygamberimizin şu sözüyle bu göreve falan kimse seçilmişti" demiyor. Ayrıca Hz. Ali (r.a) mescitte otururken yanına Ebu Süfyan sokularak (kabile asabiyyetinin verdiği bir anlayışla): "Sana lazım olan at ve develeri sağlayayım da halifeliği ele geçir" deyince; Hz. Ali’nin cevabı şu olur :’Allah'tan kork! Benim asla öyle bir iddiam yok, kardeşim Ebu Bekir bu işe benden daha layıktır. En son müslüman oldun, ilk defa terk edenlerden olma; benden uzaklaş" diyor.
Hz. Ömer’in seçilmesi ise yine benzer bir yöntemle yapılıyor. Hicri 13. yılın cemaziyelahir ayının başında rahatsızlanan Hz. Ebubekir, cemaata imam olma görevini Hz. Ömer’e bırakıyor. Hastalığın ilerleyen günlerinde vasiyetini yazdırmadan önce sahabenin ileri gelenlerinden Abdurrahman bin Avf, Hz.Osman, Said bin Zeyd, Üseyd bin Hudayr ile ayrı ayrı görüşerek onlara Ömer hakkındaki düşüncelerini soruyor. Hepsi de "senden sonra Ömer’den iyisi olamaz." diyorlar. Daha sonra Ensar ve Muhacirlerden bir çok kimseyle görüşüp düşüncelerini alıyor. Hepsi de Ömer’in durumunu onaylıyor. Durumu haber alan Talha, Hz. Ebu Bekir’e gelerek "Cenabı Hak sana Ömer’i niçin seçtin derse ne cevap vereceksin? Onun bize gösterdiği şiddeti görmüyor musun?" diyor. Hz. Ebubekir yattığı yerden kaldırılmasını istiyor ve doğrulup yaslandıktan sonra şöyle cevap veriyor: "Siz beni Cenabı Hakkın adına dayanarak korkutmak mı istiyorsunuz? Rabbime kavuştuğum zaman şöyle diyeceğim; Ey Rabbim! Kullarının işlerini en hayırlısına tevdi ettim. Sen bu sözlerimi seninle beraber bulunan herkese anlat." Bundan sonra Hz. Osman’ı çağırtarak vasiyetini yazdırdı ve Hz. Ömer’i kendisinden sonra ümmete tavsiye ettiğini bildirdi. Bundan sonra Hz. Ömer’i de yanına çağırtarak O’na uzun uzun tavsiyelerde ve nasihatta bulundu. Vefatından sonra ümmet bu tavsiyeye uyarak Hz. Ömer’e biat edip halifeliğini onayladılar. Yine tarih, bu seçimin de ne kadar doğru olduğunu /işin ehline verildiğini kaydetmiştir. Adaleti, feraseti, hikmetli kararları, ileri görüşlülüğü merhameti, herkesin hak ve hukukuna riayetteki titizliği ile dost düşman herkesin takdirine şayan bir devlet adamı olmuştur.
Sözü uzatmadan şunu belirtelim ki Risalet mektebinin ilk mezunları olan bu insanlar, İslam’ı gereği gibi anlayan, yaşayan ve yaşatmaya gayret gösteren kimseler olmaya hepimizden daha layık ve hak sahibidirler. Dinlerinin gereğini canları pahasına yapmaya çalışmışlardır. Ancak bu demek değildir ki bunların hiç düşmanı yoktu. Bunların aleyhinde kimse bulunmadı; Allah'ın Rasul’ünden bile razı olmayanlar varken, onun arkadaşlarından da razı olmayıp, ileri geri konuşanlar tarihin her döneminde olmuş ve de olacaktır. Bundan kimse kurtulamaz. Fakat müslüman olanların şuna dikkat etmesi mutlaka gereklidir: Kendimiz, dinimiz için ne kadar samimiyetle titizlik gösteriyorsak, en az o kadar titizliği ve samimiyeti de o insanların göstereceğini kabul ve teslim etmeliyiz. Allah Kur’an’da İfk olayından dolayı: "Peygamberin hanımıyla ilgili bu olayı duyduğunuzda bir mümin olarak olayı kendinize kıyaslayarak bu açık bir iftiradır demeli değil miydiniz?"agla24/12-16) buyuruyor. Bizler bugün dinimiz için bu kadar ince eleyip sık dokuyoruz da, dini için onca fedakarlık yapan, malıyla canıyla cihat eden, Allah için hicret eden bu insanların da bizden daha hassas davranacaklarından emin olmalıyız diyoruz. Onlar için dinleri canlarından daha kıymetli idi. Bunu tarih önünde Allah'ın huzurunda ispatlamış bir nesil idiler. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuşlardı.(98/8). Biz de onlardan razıyız ve onlara selam olsun diyoruz.
Ekleme Tarihi: 04.11.2009 - 20:52
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Soru : Hz. Ebubekir’in ardından gelen Ulu’l-Emirlerin öldürülmüş olmaları, halife seçiminde uygulanan metot yanlışlıklarından mı kaynaklanmakta; yoksa bu cinayetlerin arkasında başka siyasi nedenler mi var?
Cevap: Elbette halifelerin şahadetlerinin arkasında başka sebepler vardır. Allah'a ve Ahiret gününe inanan bir neslin arka arkaya dört tane devlet başkanını öldürmeye yönelmesi düşünülemez.
İslam’ın kısa zamanda Arap Yarımadası’nın dışına taşması sonucunda Yahudi, Hıristiyan ve Ateşperest insanların İslam toplumuna katılmasıyla büyük bir kitle oluştu. Bunların içinde isteyerek İslam’ı kabul eden insan sayısı oldukça az olduğu gibi, İslam’ı özümsemiş insan sayısı ise daha da azdı.
Özellikle Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak tamamen fethedilerek İran Sasani imparatorluğunun sınırına ulaşılmıştı. Hz. Ömer orada durulmasını istedi. Onun engin tecrübesi, fethedilen ülke insanının, İslam’ı ve Müslümanları yeterince tanımasını gerektiriyordu. Bu nedenle kitlenin eğitilmesinin gereğine inanıyordu. Ancak İran sınırında sürekli isyanlar çıkıyor, bunlar Müslümanları rahatsız ediyordu. Durumu Ebu Ubeyde’den soran Hz. Ömer şu cevabı aldı: "Hürmüzanın (Sasani imparatoru) tahtında oturan biri olduğu sürece burada isyanlar bitmez.’ Yani bunun anlamı İran fethedilmeden bu isyanlar devam edecektir demekti. O günün ateşperest İranlıları, son derece varlık içinde şımartılmış bir yapıya sahip olmaları nedeniyle Müslümanların başarısını bir türlü kabul edemiyorlar ve sürekli halkı kışkırtarak isyanlar çıkartıyorlardı. Bu olaylar üzerine Hz. Ömer şu tarihi sözünü söyledi: "Keşke İran’la aramızda ateşten bir dağ olsaydı da ne onlar bize, ne de biz onlara saldırsaydık." Ama çaresiz fethe karar verildi.
Fakat olayın korkulan boyutu, bu kalabalık insan yığınlarının barış şartlarında nasıl kontrol edileceği idi.
Olayın bir başka boyutu ise İslam’a teslim olmak zorunda kalan Yehud ve Nasara’dan oluşan İslam’ın düşmanları da boş durmuyorlardı. Meşhur Abdullah ibni Sebe, Sebeiyye çetesini kurarak İslam’ı içten çökertmek için entrikalarını hazırlıyordu. Hz. Ömer’in engin feraseti karşısında bir şey yapamayan bu şebeke Hz. Ömer’in şahadeti için fırsat kolluyorlardı. İran’ın fethinden sonra Hürmüzanın muhiplerinden Medine’ye gelerek yerleşenler de vardı. Abdullah ibni Sebe bunlardan da istifade ederek Ebu Lü’lü adındaki İranlı bir köleye bu işi ihale etti. Hz. Ömer mescitte secdeye varınca o menfur eylemi gerçekleştirdi. Aynı şebeke bundan sonra ortamı müsait bularak İslam coğrafyasında fütursuzca dolaşarak fitne tohumlarını ekmeye devam etti.
Bunun sonucunda Mısır, Küfe ve Basra’dan gelen isyancılar eliyle de Hz. Osman’ın şehadeti gerçekleştirildi. Bu olaydan sonra, Ümeyye oğullarının Hilafet hırsını da yanına alan fitne bir türlü durulmak bilmedi. Sıffın savaşından sonra ortaya çıkan Harici fırkasının eliyle de Hz. Ali şehid edildi. Bu kervana daha sonra halifelik hakkını ümmetin vahdeti için Muaviye’ye devretme erdemini gösteren Hz. Hasan’da katılarak İslam halifelerinin şahadet kervanı tamamlandı. Bundan sonrası için artık saltanat hırsıyla zulmün arkası kesilmedi.
Bunların arkasındaki esas sebebe baktığımızda, Hz. Ömer’in endişesinde ne kadar haklı olduğunu görürüz. O İran’a girmek istememişti. Biliyordu ki devletin tebası benimsediği fikri özümsemez ve gereği gibi kontrol edilemezse, ülkede anarşi ve kaosun doğması kaçınılmaz olacaktır. Neticede öylede olmuş, Emirlik makamı kana bulanmıştır.
Bu nedenle İslam dünyası Müslümanlardan değil, Müslüman olduğu zannedilenlerden çekmiştir. Daha ilk dönemlerde sahabenin içine katılan Abdullah İbni Sebe, Ka’bu’l-Ahbar, Vehb İbni Münebbih, Mervan Bin Hakem gibi insanların çevirdiği entrikalar, hep müslüman görüntüsü altında yapılmıştır.
Sözün özü bize göre bu cinayetlerin ardında seçim hatası değil Ümeyye oğullarının iktidar hırsı ile Yehud ve Nasara’nın İslam’a olan kini vardır diyoruz. Kurtlar kuzu postuna bürünerek İslam’dan intikam almışlardır.
Ekleme Tarihi: 04.11.2009 - 20:53
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1302 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.62277 saniyede açıldı