0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » SABAHA UYANMAK

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 3 mesaj mevcut
Ekleyen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
SABAHA UYANMAK

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
Sabah ezanı okunuyor. Etrafın sessizliği yankının büyümesine, çağrının en ücra yerlere kadar sokulmasına ve vaktin hissedilmesine yardımcı oluyor. Allah memleketimizi ezansız bırakmasın diye dua ediyor kimileri yataklarından doğrulurken, hiçbir ses duymadan uykunun derinliğinde geziyor kimileri, uykusunu bölen bu sese kızıyor kimi ama söylenmeye cesaret edemiyor ve kimi uyanmış, yatağında bekliyor.
Faruk da duydu ezanı. Şimdi artık hiç duymamış, hiç uyanmamış gibi yapmak, uykuya kaçmak olmaz. Kimi kandırıyor? Bismillah deyip kalksa, şöyle güzel bir abdest alıp şeytanı bertaraf etse, namazını kılsa. Sonra yine devam eder uykusuna kaldığı yerden. Ama kaldığı yerden devam edemiyor ki. Uykusu bölündü mü bir daha öyle kolay uykuya dalamıyor. Sonra uykusuz uykusuz işe gidecek, verimsiz olacak, oradaki insanların da hakkına girecek. Kul hakkı her şeyden önemli; namazın affı var ama kul hakkının affı yok. O insanların verdiği parayı çoluk çocuğa yediriyor. Evlatlarını hak etmediği para ile, haram lokma ile mi büyütsün? Haşa! Namaz önemli de bunlar önemli değil mi? Nice Müslüman namaz kılıyor da harama helale onun kadar dikkat etmiyor. Hak hukuk dinlemiyor. Ne oldu şimdi onların namazı, boş. Hem demiyor mu, bir mü’minin kalbini kırdıysan bu kıldığın namaz değil. Öyle insanların kıldığı namazdan ne olacak? Çok şükür kendisi o tiplerden değil. Dürüstlüğüyle, hak hukuk bilirliğiyle, çalışkanlığıyla tanınıyor çevresinde. Fakiri fukarayı da gözetiyor. Allah biliyor ya zekâtını sadakasını hiç ihmal etmiyor.
Uzaklardaki başka camilerin ezan sesi duyuluyor hafif hafif. Aslında kalkıp namazını kılması gerek. Dört rekât, ne olacak. Kısa surelerden okursa hemen biter. Gerçi diğer namazlarda da uzun sure okuduğu yok ya, sabah namazı ayrı. Uykuyla uyanıklık arası bir yerlerde kılıyor namazı çoğu kez. Çocukken annesi mutlaka kaldırırdı sabah namazına. Büyük bir sevinç ile uyanır, kendisinin de artık evin esas üyelerinden biri olduğunu düşünerek sevinir, kimsenin ilişmediği kardeşlerine acıyarak bakar, duyduğu gururu kendine saklardı. Soğuk sularla abdest alır ve üşüyen her uzvunda onu kardeşlerinden ayıran bir yön bularak namaza hazırlanırdı. Elleri, kolları, ayakları kendisinin değilmişçesine uzaklaşır, bilmediği bir yerlerde, bilmediği iklimlerde ısınır geri dönerdi. Ne kısa gelirdi sabah namazı o vakitler. Uzatmak için her rekâtta kısa surelerden birkaç tane okur, secdeleri de uzun tutarak içindeki huzuru çoğaltmaya çalışırdı. Babası namazdan sonra Kur’an okur; fakat sabah okula gideceği için onun okumasına izin vermezdi. Namazı kılar kılmaz yatması gerekirdi. Oysa bütün vakitlerden, o beyaz iplikle siyah ipliğin ayrıldığı nokta gibi ayrılan bu sabahlar Faruk’un gizli hazinesiydi. Herkes uyuyordu, kardeşleri, komşuları, arkadaşları… O, annesi ve babası uyanıktı. Vaktin bütün sihrini toplayıp gizlice bölüşüyor, bunu birbirlerinden dahi sır gibi saklıyor, hiç sözünü etmiyorlardı. Dile dökülmeyen, sabahın yarı karanlığında sözcüklerden saklanan bir mutluluk vardı. Neye elini atsa sabah namazıydı. Havlusu, yün çorapları, küçük seccadesi, banyonun ışığı, kardeşlerinin uyuyan yüzü, annesinin tatlı sesi, babasının kıpır kıpır dudakları… Hepsi hepsi sabah namazı demekti. Belki bu kadar çok şeye karşılık geldiği için, namazın nasıl ifade bulacağını bilmiyor; bu vaktin ellerine konan ışığından kimseye bahsetmiyordu. Vaktin hükümranlığını ele geçirmek demekti. Geceden sabaha geçişe, güneşin herkesin kolay kolay rastlayamayacağı bir salınımla gelişine, evdeki lambanın odaya dolmaya başlayan ışığın gücüyle sönmesine, erkenin bereketine vakıf olmak demekti.
Uyku, günün bu ıssız vaktinde kalbini hafifleten esintiye güç yetiremezdi. Yastığıyla yorganıyla, onların sıcağıyla barışık bir esintiydi bu. Çocukken ve yeni yeni yeşertirken ötelere dair duyduklarını, insan nasıl da umarsızdır dünyaya karşı. Onu dünyaya bağlayan şeylerin sayıca azlığından çok henüz kök salmamış olması şanslı kılar. Makamı mevkisi yoktur, çoluğu çocuğu, işi gücü, karısı patronu, malı mülkü yoktur. Dünya tam da layık olduğu kadar bir değere sahiptir. Bir sabah vakti, Faruk’un çocukluğu için onu namazdan alıkoyabilecek şeyler, kendisi gibi hayata uyanırcasına namaza uyanan anne babası ve sıcak yatağıdır. Dünya bu kadarcık bir dairedir. Çapı namazın yarıçapını dahi bulamaz. Şimdi öyle mi ya? Geçen yıllar dünyasını büyüttü de büyüttü. Namazı, bu büyüklük karşısında şaşkın ve güçsüz bir çocuk gibi çoğu zaman yine kendi mazisinden beslenerek hayatta kaldı. Kaç vakit, kaç namaz kaynayıp gitti gündelik telaşların ömürlük yanılgısının coğrafyasında. Namaz eski ve tanıdık bir dosttu. Onu anlardı. Hatalarını bağışlardı. Sonra dönüp dolaşıp vardığı yer yine seccadesinin yıpranmış yerlerinden çizdiği cennet haritası değil miydi? Bile bile yenilemiyordu seccadesini. Bu eskimişlikten gizli bir gurur duyuyor; fakat bu gizlilik içine sığmıyor olacak ki, dizlerini koyduğu yerlerden başlayarak ömrünün âhirete uzanan yolunu çizen seccadeyi gözler önüne sermekte sakınca görmüyordu.
Kendini yeterince emniyette hissetmediği zamanlarda, seccadesini serip üzerine oturuyor, kaç vakit namazın eserinin nefsinde iz bırakmamış olmasına içerliyordu. Hâlbuki işte seccadesi ortadaydı. Kaç defa buluşmuştu alnı meleklerin kanatlarıyla, kaç kere selam vermişti etrafındakilere, kaç kere yenilemişti bu kapıdan başka yerde huzur bulamayacağının kaçınılmaz yeminini? Kaç vakit namazı diğer vakitle kesişirken kendisi ezanları duymazlıktan gelmişti? Aklından hızla geçen surelere yetişemeyen dilini ne kadar zorlamıştı? Zaman kıymetliydi, yapılacak işler vardı, bir an önce namazı kılıp hayatın kalabalığından nasibini almalıydı. Seccadesi kıldığı ne çok namaza şahit, kılmadığı ne çoğuna hasretti. Olmuyordu. Her seferinde bundan sonra, alnını secdede aklamadan güne başlamamaya karar veriyor ve verdiğinden daha kolay şekilde alnını karartan hayatına geri dönüyordu. Allah rahman ve rahimdi. Kullar acizdi. Şeytan haindi. Nefis kaimdi. Bütün bu kuşatılmışlık içinde kaçırılan namazlar belki de affedilirdi.
Önce, her şeyden önce, kendini kandırmasını öğreniyor insan. Çünkü biliyor bu sarsak hayatı bir yere dayamazsa dünya ile âhiret arasında bir yerlerde kalacak, hiçbir tarafa ait olamamaktan, arafta salınıp durmaktan deliliğin sorumsuz serüvenine kaçacak ve bir daha geri dönüşü olmayacak. En iyisi dünyaya dalmışken, âhireti için ezberine aldığı birkaç sahneyi zihninde sürekli yineleyerek teselli bulmak; âhirette kaybolmuşken Allah’ın “dünyadan da nasibini unutma” emrine uymak konusunda aceleci davranmak. Onu orta yaşlılığın hafif güvenli telaşına taşıyan şey sadece takvimlerin şaşmak bilmeyen ritmi değil; bu gelgiti bir terazi bilen yanılgısı.
Ezan her yaşta aynı gelmiyor insanın kulağına. Eskiden önce içine uğrar sonra kulağına değerdi müezzinin sesi. Şimdi kulağına uğramadan önce zihninde, okunan makamın bilgisini, sonra sesin güzel olup olmadığına dair estetik kaygısını yokluyor. Orta yaşlı bir ihtiyarın med cezir temelli hayat görüşü bu yolculuğun seyrini değiştirmeye yanaşmıyor. Daha vaktin geçmesine var. Biraz daha uyusa. Tabi ki namazını kılacak. Kaçırmak istemiyor. Seccadesiyle arasını yapmak için ne zamandır beklediği fırsat belki bu sabah namazının kısa ömürlü rekâtlarında gizli. Böyle biraz daha uyuyayım dediği zamanlar, artık kalkmasının mümkün olmadığını çok iyi biliyor aslında ve bunu kendisinden başak kimsenin bilmediğini. Kalkmak istediğine kendisini de inandırarak bu tecrübenin belirgin ayak sesinden, halis niyetin cılız nefesine kaçıyor. Ezan sesi odayı doldurmuş, bedenine uğramış, ruhunu yoklamışken uyuyacak kadar da duyarsız değil. Kalkıp abdest alacak. Sahi, abdest almak zor geliyor insana. Uykusu iyice açılıyor. Yoksa hemen kılıverip kıvrılır yatağına. Allah biliyor ya abdestlerini de uykusunu fazla açmamaya fakat farzları da terk etmemeye özen göstererek alıyor. Hep böyle hassas dengelerin sarsıntısında, ait olamamamın eksikliğiyle yaşıyor. Ne abdeste ne uykuya, ne namaza ne şeytana, ne seccadeye ne yorgana yar oluyor. Oysa etrafındakilere en çok da kendi hayatında başarıyla kurulmuş bu dengeden bahsediyor. Bahsettikçe daha çok inanıyor ideal Müslüman kimliğine. İnandıkça daha çok asılıyor terazinin kefelerine. Asıldıkça artıyor yükü hayatının; sabah namazları inancından taşıyor. Ya, aslında kalkıp abdest alsa açılacak da, işte daha vakit var ya, şimdi kalkmak istemiyor. Allah rahman ve rahim. Kullar yataklarında yaratandan merhamet, şeytandan insaf dileniyor. Vakit, Faruk’a aldırmadan, onun kurduğu dengeyi çiğneyerek çocukluğunun dua yüklü ellerini arıyor. Büyüyünce namazdan sonra babası gibi Kur’an okumak için, namaz vakti uykuya yenik düşen insanlardan olmamak için, kardeşlerinin, anne babasının sağlık ve selameti için duaya sığınan küçük ellerini. Dünya insanın kalbine girmeyince avuçlarında da yer etmiyor. Eskisinden daha uzun olan tek ibadeti duaları. Çünkü artık istenecek daha çok şey var. Kahrolacak daha çok düşman, kazanılacak daha çok savaş, arzulanan daha çok makam, bağlanılan daha çok insan. Duanın gücüne inanıyor Faruk. Beş yaşından otuz beş yaşına kadar korunan çok az şeyden biri rabbine açılan ellerinin şekli oluyor.
Üniversite yıllarında, annesinin sesinden saatin ziline dönüştü namaza uyandıran ses. Namaz, bazı sabahlar bir ibadetten ziyade ailesini hatırlama töreniydi. Az gözyaşı dökmedi namaz sonrası, tövbelerle annesine duyduğu özlem iç içe geçmişken. Önceleri namaza kalkamadığı sabahlarda hem Allah’a hem ailesine karşı dayanılmaz bir utanç duyuyordu. Asla değişmeyeceğini sandığı alışkanlıkların yitiyor oluşu, hayatın sarsılmazlığına duyduğu güveni zedeliyor; boşalan yerleri neyle dolduracağını bilmemenin korkusu da bu güvensizliğe eklenince tekrar namazlarına sarılıyordu. Sanki namazı bırakırsa, sabah namazı vaktinde uyumayı doğal karşılamaya bir başlarsa, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkacaktı ve ailesiyle bu yolun hiçbir dönmecinde karşılaşmayacağı kesindi. Onlar bu vakitler çoktan namazlarını kılmış, uykunun insanı saygıyla sarmalayan sıcaklığında yitmiş olurlardı. Faruk namaz sonrası uyunan uykuların tadını hiçbir şeye değişmeyeceği vakitleri, evden ayrıldıktan sonra bir yerlerde birilerine kaptırmıştı. Şimdi dönüp aramaya mecali yoktu. Her yeni gün sabah vakti ile başlıyordu ve her sabahın içinde o kılsın ya da kılmasın bir namaz saklıydı. Onu ya alıp ömrüne mal ederdin, ya unutup ömrünü talan.
Şimdi yıllarca yağmaladığı sabah namazlarının delik deşik ettiği hayatını başkaları için ambalajlarken, gençliğinden miras kalmış secde izlerinin parlaklığına başvuruyor. İnsan dönüp dolaşıp hayatını sabah vaktinden yeniden başlatıyor. Yenilenen bu ömrün içinde yerini alan ilk tanıdık ölüm oluyor. Hiçbir vakit kendini onun dairesinin dışına kaçıramıyor. Çünkü ölüm ömrü en ölümcül yerlerinden kavrıyor.
Namazını kılmak için yatağında doğruluyor Faruk. Ensesinde gezinen rüzgâr söylemese, ölüm korkusuyla hareket ettiğini nefesinden dahi saklayacak kadar kurnaz. Birdenbire kendine acımasızca yüklenmeye başlıyor. Ölümün yanına geçip, benliğini karşısına almak kolayına gidiyor; güçlüler her daim kazanıyor. Utanmıyor musun rabbin rızasının güç yetiremediğini ölümün dürtüklemesiyle yapmaya? Onun sevgisiyle kalkamadığın namaza, toprak altında soluksuz kalmak korkusu gibi basit fizyolojik hesapların aritmetiğiyle koşmaya? Nicedir bunca nimeti görmezden gelen nefsin, ölümü uyarıcı bir nimet olarak görüyor? Cehennem ölümün ardında adaletin muktezası olarak bekleyen bir kapı olmayınca, ne kadar da zor uykunun kapısını aralamak. Biraz önce vaktin ince hesabını yapan zihnin şimdi kılınmayan bir namaz için kaç yıl cezanın reva görüldüğünü hatırlamaya çalışıyor. Yorganın sıcaklığı, kaderin sonuna yaklaştıkça soğuyan iklimden payına düşeni alıyor. Bu durumda namaz kılmaktan utanç duyuyor Faruk. Rabbim için kalkmadığım namaza ölüm telaşıyla, cehennem korkusuyla hiç kalkmam diyor. Allah’tan utanıyor ve yorganı başına çekiyor. Hem rabbi rahman ve rahim hem de Faruk kul hakkına dikkat ediyor, yoksulları gözetiyor. Kalkınca kaza edecek namazını. Şimdi bu samimiyetsiz niyetle kılmaktansa sonra kılar, hatta hiç kılmaz daha iyi. Yaratan onun niyetini biliyor.
Sabah namazını kaçıranlardan olmamak için dua ederken ağlıyor on yaşlarında bir çocuk. Yorganı başına çekmiş otuz beşinde bir adamın nasibine bu yaşlardan tek damla dahi düşmüyor.


Ayşe Çokçevik
Ekleme Tarihi: 17.10.2007 - 17:42
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Forum Düzeni - imzaları göster
önceki konu   sonraki konu

Mesajlar Ekleyen Tarih
 SABAHA UYANMAK
KaLBeNuR 17.10.2007 - 17:42
 SABAHA UYANMAK
SuMeYRa 17.10.2007 - 20:26
 SABAHA UYANMAK
Maksat kelam olsun 17.10.2007 - 23:02

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1304 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.65958 saniyede açıldı