0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » Hüsnü Gülzari'nin Hayatı ve Manevi Silsilesi

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
ipekyolu_19 su an offline ipekyolu_19  
Hüsnü Gülzari'nin Hayatı ve Manevi Silsilesi

12 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 03.01.2006
En Son On: 16.03.2007 - 20:24
Cinsiyeti: ----- 
Malum olduğu üzere Allah c.c.‘hun evliya ve enbiyasına tahsis etmiş olduğu feyz ve bereket, vefatlarından sonrada sürmekte, onların ruhaniyetinden istifade etmek isteyen kişiler oldukça bu zatların tasarrufları devam etmektedir. Fehmiyi buldular kırklar yediler Erkan öğret diye hizmet verdiler Haşredek bu çarkı döndür dediler Sormadımki buna kul dayanırmı

Hasseten evliyaullah hazretleri mematında (vefatından sonra), kınından çıkmış kılıç mesabesindedir ve ruhaniyette daha mutasarrıf olacağı ve bu eseri okuyan ve ruhaniyetinden istifade etmek isteyen ihvanına ve siz okurlarımıza himmeti aliyelerinin ulaşacağı muhakkaktır. Yunus öldü diye sela verirler Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez Kaldı ki Gavs-ı Geylani, Ahmederrufai, Hüsamettin Uşşaki gibi tarikat pirlerinin ve kümmeliyn (büyük) evliyaullahın ruhaniyette mutasarrıf olduğu bilinen bir vakıadır. Mücahid nefsini pak eyle, Hem kendini hak eyle Ne öyledir ne böyle, Kabirimde hay benim buyuran İbrahim İPEK Efendi,bir sohbetinde tevazuen “Bizim gibi hayattaki nakıs 10 şeyhi ziyaret etmektense Hüsnü Gülzari ‘nin kabrini ziyaret etmek yeğdir” buyurmuştur. İbrahim İPEK efendi bir seferinde, İstanbul‘da Hasan Hüsameddin Uşşaki hazretlerini ziyaret esnasında “Bu zatları kabirlerinde ziyaret etmek hayatta ziyaret etmek gibidir” buyurdu ve “Ziyarete gelmeden önce, yolculuk esnasında veya ziyaretten sonra, ziyaret edenler bazı yüksek maneviyatlar görürler bu gördükleri kendi halleri değil de ziyaret ettikleri kişinin himmetidir” buyurmuştu. br> Ve ibadetle açılmayan gönül gözünün, ziyaretle açılacağını bizlere bildirmiştir. Kaldı ki bir zatın yazdığı eserleri okumak, onların yazdığı divanları meşk etmek, o esnada o zatların ruhaniyetlerinin teşrifine ve okuyanların bu ruhaniyetten istifadesine vesile olur. Her nerede anılsa ismi şerifi, Hemen orda hazırdır Bu gün bu meclise, Ruhu Muhammed Mustafa geldi. Tasavvuf silsilesindeki zincirin halakası olan bu zatların tanıtılması, önceki zincir halkalarınında tanıtılmasını gerektirmektedir. Bir talibin intisap ettiği meşayihten, o silsileden ve ruhaniyetten azami istifade edebilmesi için manevi mürebbisi olan mürşidini ve onu yetiştiren kişileride iyi tanıması, sorulduğunda karşı tarafı bilgilendirecek durumda olması, yola ve meşrebe hizmet bakımından elzemdir. Zaten bu eserlerin kaleme alınmasının en önemli sebeplerinden biride budur. Bizde Hüsnü Gülzari ve hocalarının hal tercümelerine kısaca deyinilmesinde fayda mülahaza etmekteyiz.Ayrıca anlatılacak kemalat ve kerametlerin yetersiz kalacağı, ihvanıyla arasında otuziki senelik irşat hizmeti esnasında sır kalan, sayısız hal ve esrarın olacağı muhakkaktır. Bunların tamamına ulaşıp sizlere aktarsak bile, okurlarımız tarafından abartılma duygusunun oluşmasından çekinerek ve bu zatların kerametleriyle yad edilmesinin bir nakısa olarak algılanacağı sebebi ile tariki hakka hizmetleri, bu uğurda yaptığı fedakarlıklar, ilmi kemalatı ve tasavvufi görüşleri, ehli sünnet itikatına olan bağlılığı, vatanına milletine olan sevgi ve saygı bağlarını ön plana çıkararak ağırlıklı bu konular üzerine durmayı uygun gördük. Hüsnü Gülzari hazretlerini de manevi nesep ve nispetleriyle tanıtmaya başlamak istiyoruz. Malum olduğu üzere tariki uşşakiyi Anadoluya Seyit Hasan Necati Efendi getirmiştir. Kendisi askerliğini Osmanlı zamanında seyit olduğu için asker derviş olarak Talibi İrşadi hazretlerinin kamil halifesi Kanber efendinin Edirne ‘deki dergahında yapmış ve sülükunu orada tamamlamıştır. Babasının ismi İlyas Efendi’dir. Ala rivayet Hasan Necati Dede askerliğinin hitamı yaklaştığında, Kanber efendiyi bir telaşe almış, hilafet vermek istediği, evladı Resul Hasan Necati Dedeyi erbaine sokmuş, birinci erbainle maksat hasıl olmamış, ikinci erbainin ortasında Mustafa Kanber efendi celallenmiş ve Seyit Necati dedeye bir tokat aşk etmiş, bu tokatla birlikte basireti açılınca hem sevinmiş hem de tedirgin olarak, evladım bu işin tokatla olacağını bilseydim seni bu kadar bekletmezdim diye latifeyle gönlünü almış. Rabbimize şükürler olsun ki İpek Yolu adlı kitabı yazdıktan sonra Edirne ‘ye yaptığımız bir ziyarette Cenab-ı Hak c.c. bize Kanber Efendinin kabri şerifini buldurttu ve ziyaret nasip oldu. Metruk bir evin arka bahçesinde gizlenmiş bir kabir olarak Rabbim günümüze kadar bu velinin makamını muhafaza etmiş. İnşallah bu ev ve kabrin muhafazasını ve hazretin hizmetini Cenabı hak biz evlatlarına nasip eder. Bu zata hizmetimizi rızasını kazanmamıza af ve mağfiret olunmamıza vesile kılar.Amin Ya Erhamerrahimin. Bu arada Mustafa Kanber efendinin hakkında bize ulaşan bir iki bilgiyi siz saygı değer okurlarımıza iletmek istiyoruz. Genelde Uşşaki meşreb zatlar, saçlarını usturayla kestikleri ve kısa tuttukları halde Talibi İrşadi hazretleri ve Mustafa Kanber efendinin saçlarının uzun olduğunu, üstadımız İbrahim İPEK efendi beyan buyurmuş ilaveten Mustafa Kanber efendinin yüzüne Seyit Ahmet Bedevi hazretleri gibi peçe takarak dolaştığı rivayet edilmiştir. Ala rivayet Bir keresinde saçlarını arkadan öne doğru yüzü kapanacak şekilde, peçesini çıkararak taradıktan sonra geriye attığı anda peçesini örtmeden yüzüne bakmaya çalışan hanımının gözleri lemean eden nurlardan kamaşmış ve uzun bir süre rahatsızlanmış, Mustafa Kanber efendi “ Gadası çıkasıca ben sana bu işi karıştırma zarar görürsün dememişmiydim” diyerek onu ikaz etmiş Talibi İrşadi hazretlerinin halifesi Mustafa Kanber Efendi ile ilgili elimizdeki en mufassal bilgi Hüseyin Hüsnü Aziz efendinin divanında bildirdiği bilgiler olsa gerektir. Aşağıda yer alan bu divanda Talibi İrşadi hazretlerinin diğer bir halifesi olan Hüseyin Hüsnü Aziz efendi kendisini ziyadesiyle övmekte ve ona aşık olduğunu beyanla ser halifenin Kanber efendi olduğunu bildirmiş olmaktadır. KANBERİ Hazreti İrşadi ‘nin sadık kuludur Kanberi Erbain Leyle-i aşık kuludur Kanberi Nice demler hizmetinde müstakim kıldı anı Ateşi aşk ile hem yanık kuludur Kanberi Ta ezelden pir-i aşka sıdk ile bel bağlayıp “Mest-i la ya’kıl” olan vamık kuludur Kanberi On yedi yaşında düştü Zat-ı Hakk’ın bendine Hikmetin tahsil iden natık kuludur Kanberi Şimdi elan dergah-ı valasının çalakıdır Ol sebepten Hüsnüya aşık kuludur Kanberi Bu beyitlerde M. Kanber efendinin Talibi İrşadi hazretlerine 17 yaşında intisap ettiği ve kendisinin sır katibi olduğu ve hizmetinde müstakim olduğu beyan olunmaktadır.Hüseyin Hüsnü Aziz efendi hayattayken Talibi İrşadi Hz. lerinden sonra Kanber Aziz efendiyi Şeyhi mesabesinde gördüğünü anlamaktayız. ÇANAKKALE KİLİTBAHİR’DE BEYTULLAH ODUR Kıl nazar vechi cenanın dilde beytullah odur Günde yüzbin it tavaf sen sırr-ı haccullah odur Enbiyalar varisin buldunsa maksudun ara Bunda maksut zatını gör “küntü kenzullah” odur Çar-anasır ümmehatın nuh felek atan senin İr buremzi “sûre-i ihlâsda” sırrullah odur Zâhida gel bî-vafâ dünyayı mahbûb itme çün Dilde mahbûb ism-i “yâsin” “semme vechullah” odur Hakk’a İrşadi (Talibi İrşadi) özün tam eyledinse gam yeme Al teselli “men aref” den ilm-i ilmullah odur İRŞADİ YETİŞ Kıblegah-ı aşıkansın şeyhim İrşadi yetiş Pişva-yı arifansın şeyhim İrşadi yetiş “Muktebes min nuriküm” ey Şeyh-i Ekber ali-şan Dest-gir-i dervişansın şeyhim İrşadi yetiş Zat-i pakindir muhrik-i mürşid-i Hakka’l-yakin Ey veli sahib-zamansın şeyhim İrşadi yetiş Derd-nak, sine çak, aşık-ı suzaneni Selsebil-i aştansın şeyhim İrşadi yetiş El-meded şah-ı cihanım el-meded Hüsni (Hüseyin Hüsnü Aziz) kulun El-meded biçare-kansın şeyhim İrşadi yetiş Talibi İrşadi, Balıkesir nahiyesinde otururken Hüseyin Hakkı Kasabavi Hz.’den aldığı icazetle irşat postuna oturmuş, bilahare Kilitbahir denilen mevkiye gelip ordaki Uşşaki dergahında irşada başlamış, kendisiyle Balıkesirden hicret ettiğini sandığımız Mustafa Kanber efendi, Talibi İrşadi hazretleri tarafından Edirne ‘deki Uşşaki dergahına halife olarak tayin edilmiş burada irşada devam edip bilahare Edirne ‘de vefat etmiştir. Edirne‘de Kanber efendiden nispeti alan Seyit Necati Dede, Kırıkkale‘de memleketi olan Hüseyin Bey obasında Osmanlının son dönemlerinde dergahını açıp, 1925 ‘li yıllara kadar irşada devam etmiş. Bilahare tekke ve zaviyeler kapandıktan sonra bu hizmeti köy odalarında devam ettirmiş, nesep ve nispeti kesmemiş, Allah c.c. ondan ve pirandan razı olsun. Hilafet aldığı tarihten anladığımıza göre (1930) Hüsnü Gülzari, Osmanlı döneminde Hasan Necati dedeye intisap etmiş. Altmışlı yaşlara kadar Hasan Necati dedeye dervişliği devam etmiş bilahare hilafet aldıktan sonra da bir müddet şeyhiyle beraber irşada devam ederek şeyhi vefat edince postnişin olup tek başına irşada başlamıştır. Hasan Necati dede, Hüseyin Bey obasında ki ilk defnedildiği yerden su basması ve toprak kayması nedeniyle 2 sene sonra şimdiki yerine nakli kubur olmuş. Kabir açıldığında terrü taze kefeni ve mübarek cesedi şimdiki bulunduğu yere defnedilmiştir. Bunu gören kardeşleri ve yakınları kendisinden istifade edemedikleri ve hakikati anlayamadıkları için dövünüp pişman olmuşlar. Hakkın emriylede geçtim sıratı Erenler elinden içtim abu hayatı Mürşidi kamilim Hasan Necati Cenneti alada yerini gördüm Evamiri Hakka razı olsana Bu sefil Hüsnüden öğüt alsana Necati Sultana teslim olsana Böyle bir sultana varsana gönül Diyerek değişik divanlarda üstadını meth eden Hüsnü Gülzari hazretleri derviş olarak ve halife olarak irşad hizmetlerini bir müddet birlikte yürüttüğü Hasan Necati dedenin vefatından sonra 32 sene (teva*****en İbrahim İPEK efendi kadar) devam etmiş talibleri nuru ziyasıyla aydınlatmıştır. Hüsnü Gülzari zengin bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak 1872 senesinde dünyaya gelmiştir. Anne tarafı aslen Irak’tan, Kerkük’ten geldikleri sâdâttan oldukları, alim olan büyük dedeleri Kadir efendi tarafından nakledilmiştir. Önceleri Yozgatın Çiçekdağına yerleşmişler, bilahere Sungurlunun Müdü köyünde iskan olmuşlardır. Pederi muhteremi dini eğitimini alması için o dönemde medreseye göndermiş ufak boylu olması ve küçük yaşına rağmen hocalarının ve arkadaşarının taltifine mazhar olmuştur. Kısa zamanda zahir ilimlere vakıf Arabi ve Kur’an ilimlerine aşina bir hale gelmiş, bu bilgisini bilahare irşad ekseninde kullanmış son dönemlerine kadar camilerde *****a hatibi olarak insanlara vaazı nasihatta bulunmuştur. Osmanlının son dönemlerinde imamlar askerlik vazifesini bulunduğu beldede vazife yaparak tamamladığı için (kendiside icazetli alim olduğundan) askerliğini bu şekilde tamamlamış, insanların din ve dinayetinin kuvvetlenmesi için çaba göstermiştir. Medresede okuduğu yıllarda boyu diğer akranlarından ufak olduğu için küçük molla diye takılan arkadaşlarına ondaki faziletleri gören hocası “Siz ona takılın bakalım belkide hepinizden faziletli bir insan olur“ diye ondan yana tavır kormuş. Medrese eğitiminden sonra yukarıda bahsettiğimiz gibi, camilerde hatip olarak irşad ekseninde yer almış, bu hizmetlere devam ederken maneviyatta aldığı bir emir üzerine Seyit Necati dedeye intisap etmiş, bilahare güzel ahlakı seciyesi ve ilmiyesi ile bu zata halef olmuş ve zamanın kamilleri arasına girmiştir. - Alâ Rivayet alim ve fazıl bir zat olan, medrese eğitimini tamamlamış olan H.Gülzarı, Kırıkkale’nin bir köyünde Seyit Necati dedenin meclisinde iken ezan okunmuş herkes camiye gitmiş. Kendisi gitmeyip Necati Dededen keramet beklemiş. Namazdan sonra Necati dede “oğul bak keramet göreceğim diye namazdan cemaatten kaldın. Çalışta kerametin kendinden olsun” demiş. Bunun üzerine utanan Hüsnü Gülzari Hz.’leri, efendiye biat edip dualanmış. Malum olduğu üzere Hasan Necati dede, büyük yağlı köyünden alim ve fazıl Zühtü dedeye ve Hüsnü Gülzari ‘ye icazet yazmış fakat Zühtü efendi daha Hasan Necati efendi vefat etmeden hakkın vasi rahmetine kavuşmuş, irşad postuna Hüsnü Gülzari hazretleri tek başına oturmuş irşada devam etmiştir. Zühtü dedenin çok alim ve fazıl bir zat olduğu ve Kur’anı Kerim herhangi bir vesileyle ortadan kalksa ibare ve manalarıyla onu ihya edecek ilmi ve hıfzı olduğu bildirilmiştir. Erken yaşta vefatı içinde İbrahim İPEK efendi şöyle bahsetmiştir; Zühtü efendi “Biz dervişi Hu esmasında irşad ederiz 12 esmayı beklemesine gerek yok” dermiş. Onun bu sözü piranı incitmiş ve gadra uğramış, erken vefat etmiş. Kendisi Kenan Hasanı yetiştirmiş, fakat kol Hüsnü Gülzari ve hulefasından devam etmiştir. İbrahim İpek efendi Kenan Hasana yetişmiş onun hali ve divanlarını gördükten sonra, “Ben bu dedeyi bu kadar inletmez icazetini yazardım” buyurmuştur. Bir keresinde İbrahim İpek Efendi çok tesbih çekmekden ve zikri kesirden mestan olan Kenan Hasan efendinin elinden tesbihini almış ve mutedil olmasını istemiş o ise “Efendi ağzımı ve dilimide almadın ya” deyip zikri müdama erdiğini ve zikirden kesilmeyeceğini arz etmiş. Zühtü dede iri yarı heybetli esmer bir zatmış. Hüsnü Gülzariyi ziyarete geldiğinde Hüsnü Gülzari’nin oğlu Kadir efendinin gönlü, iri yarı heybetli olan Zühtü efendiye muhabbetle meyletmiş, Zühtü efendi Kadir efendiye “Oğlum Kadir Allah’ın aşkı kimini şişirir, kimini pişirir. Beni şişirdi babanı da pişirdi” buyurmuştur. “Sen yönünü babana dön, benim birkaç dervişim var onuda babana teslim etmeye geldim benim vaktim yakın ben gidiciyim” demiş. - Zühtü Dedeyi Kızıl köyünden dervişler ilk defa ziyarete gelmiş. O da onları odaya buyur edip, Kızıl toprağın kara dervişleri hoş geldiniz deyip karşılamış. Dervişler ona dert yanmaya başlamışlar “Efendim alimler bizim zikrimize münkir, arkamızdan önümüzden laf ediyorlar. Bizim ne yapmamız lazım” demişler. O arada Zühtü dedenin önünde büyük büyük paket taşlarının postun etrafında sıralı olduğunu görürler. O da “Oğul siz daha ufacık fiske taşına tahammül edemiyorsunuz bana atılan taşlara baksanıza siz onlara kulak asmayın Allah her anda, her daim, her şekilde zikredilir” buyurmuş. - Dervişi Kenan Hasan çalışmaya gurbete gidince uzun süre gelememiş , yakınları öldü diye ümit kesmişler O‘da “Durun acele etmeyin bir bakayım” deyip yüksek bir tepeye çıkmış, bir müddet sonra “İyi hasta olmuş ama ilçenin payton arabası ile Kırıkkaleden geliyor” deyip kerameten halini haber vermiş. - Büyük Yağlılılar kendisine biat için keramet istemişler. O da köyün meydanına atını çağırmış. Atına ‘Koş’ deyince koşuyor, ‘Dur’ deyince duruyor, ‘Yat’ deyince yatıyormuş. Bunu gören Büyük Yağlılılar, “Bu da bir şey mi? Sirklerde de böyle yapıyorlar” dediklerinde: “Ben sözümü mahlukata geçirdim ama size geçiremedim” demiş. Yine Hüsnü Gülzari ‘nin oğlu Kadir efendiden mervidirki - Hüsnü Gülzari odada otururken oğlu Kadir efendiye “oğlum kahveyi ocağa, küllüğe koy Zühtü efendi geliyor” dermiş. Kadir efendide dışarı yola bakar “Baba sende nerden çıkardın bunu, daha giden gelen yok “ der içeri girermiş, birde baksın ki Zühtü efendi atıyla odanın önünde belirmiş, Hüsnü Gülzari oğlum “Ben sana demedim mi kahveyi ocağa koy diye” der gülermiş. - Zühtü dede ölüm hastalığına yakalandığında Hüsnü Gülzari hazretleri, Zühtü dedenin “Hüsnü gel canıma yetiş” diye hakikatte seslendiğini duymuş ve yetişmiş. Zühdü dede yanındakilere “Hüsnüye bakın iş önlüğü ilemi geldi. Eğer öyle geldiyse gitme vaktimiz geldi” demiş. Bakmışlar ki Hüsnü Gülzari hazretleri önlüklü bir şekilde gelmiş. Bunun üzerine Zühtü Dede ve yanındakiler ağlamış. Zühtü Dede, Hüsnü Gülzariden destur alıp zikir açmasını rica etmiş ve Hak esmasına gelindiğinde ruhunu Hakka teslim etmiş. Hasan Necati dedeyle birlikte Hüsnü Gülzari kendisini yıkayıp defnetmişler. Allah c.c. şefaatlerine nail eylesin amin Ya Erhamerrahimin. Zühtü dedenin divanlarından bazılarını ‘da Gülzari ‘nin gül bahçesinden kokular alarak sunmayı arz ettik istifade etmeyi rabbim sizlere ve bizlere nasip eylesin. Malum olduğu üzere 1940-45 li seneler sosyal yaşam, din ve diyanet açısından oldukça sancılı dönemlerdir. O dönem idarecilerinin toplumdan uzak kalmaları “insanların fıtri ihtiyacı olan din ve diyanete karşı menfi tutumları” baskıcı ve istibdat dönemlerinin oluşmasını sağlamış, birkaç ajan provakatörün yaptığı münferit olaylar (Menemen olayları gibi) baz alınarak büyük milletin dini ve fıtri duyguları baskı altına alınmak istenmiş ve vatandaş ile devlet arasına bilerek veya bilmeyerek nifak tohumları ekilmek istenmiştir. İşte bu baskıcı ve istibdat dönemlerinde, Allah demenin yasaklandığı, Kur’an tedrisatının engellendiği günlerde bu insanlar her türlü tehlikeyi ve tehditi göz ardı etmişler. İnsanların baskı altına alınmak istenen bu duygularını taltif ederek, din ve diyanete hizmet ile bir boşluğu doldurmuşlar, bu gün bile takdire şayan güzel bir cemaatin o günden temelini atmışlardır. Hüsnü Gülzari hazretlerinin hayatının en renkli dönemleri belkide şeyhi Seyit Necati dedeyle ve diğer ihvanlarla birlikte yattıkları Yozgat hapishanesinde geçmiş, medreseyi yusufiyede üç aylık bir talim dönemi geçirmiş bu üç ayın nihayetinde hapishanedeki mahkumları, gardiyanları, savcı ve hanımını gösterdiği keramet ve hüsnü hallerle dualamış. Bilahare idamla yargılandığı halde zikir halakasında yakalandığına şahit olan müştekilerin teşhisteki tereddütlerinden ve Allah c.c.’hun yardım ve nusretiyle tahliye olmuşlar ve irşad hizmetlerine devam etmişlerdir. Ön sorgulamada kendisine işkenceye varan tavırlar sergilenmiş hatta bir yetkili sakalını tutup yolmuş bu yolmanın etkisiyle bilahare o bölgeden sakal seyrek çıkar olmuş ve izi kalmış. Bu eziyet esnasında tebessüm ettiğini gören o eziyeti yapan kişi niçin güldüğünü sorunca “evladım bana ismini zikrettirdi ikram olarak buraya soktu”,“seni yelledi sakalımı yoldurdu, beni yelledi güldürdü” deyince fail yaptığı hatayı anlayıp geri dursa da bu kişinin sonunun çok kötü noktalandığı bildirilmiştir. - Hasan Necati dedeye hapishanede iken bu işin akibeti sorulmuş o da ben kel Hüseyin (Hüsnü Gülzari) ‘den bir ay önce çıkar ona mendil sallarım diye latifeyle cevap vermiş. Hapisten çıkınca Hüsnü Gülzari ve diğerlerine latifeli bir şekilde mendil sallayıp çıkmış. - Ala rivayet; Seyit Necati dede ve Hüsnü Gülzari hapisteyken mahkumların hal ve gidişlerinin düzelmesi, hapishanenin ibadetli ve taatli hale gelmesi dikkatleri çekmiş, hastalanan savcının hanımının hastalığının iyileşmesi için Hüsnü Gülzari ye okutulması savcıya iletildiğinde çaresiz savcı hanımını Hüsnü Gülzari ‘ye okutmuş iyileşince Hüsnü Gülzari’ye hanımı ve kendisi dualanmış, bilahare tahliyesine yardımcı olmuştur. - Hüsnü Gülzari hapisten çıktıktan sonra irşad hizmetlerinde hız kesmemiş ve aynı azim ve gayretle vazifesine devam etmiştir. Sungurluya uğradığı bir dönemde kendisini önceden sorguya çeken hakim “Dede yine rahat durmuyormuşsun köylerden şikayet geliyor.” dediğinde “ Evladım ne yapayım huylu huyundan vazgeçmez” demiş. - Malum olduğu üzere Uşşaki tariki iç anadoluda yaygın ve bilinen bir meşreb olmadığı için tereddütle karşılanmış ve insanların bu tereddütlerini gidermek başlangıçta çok zor olmuştur. Bir keresinde Hüsnü Gülzari ‘nin önünü kesen ve Tariki Uşşaki de neymiş bunu nerden çıkardınız, böylede yol mu olur! gibi taziyeli sorulara muhatap olan Hüsnü Gülzari atından inmiş ve celalli bir şekilde Sungurluya doğru dönüp bastonuyla bir yay çizmiş “Sen ne diyorsun şu gördüğün yerde 80 tane yetişmiş evliyam var” diyerek tepkisini dile getirmiştir. Bir taraftan baskı sıkıştırmalar diğer taraftan imkansızlıklar, zamanın yokluk ve darlık zamanı olması bu hizmetlerin ne kadar zor ve meşakkatli ve takdire şayan olduğunu bize göstermektedir. - Bir keresinde İbrahim İpek efendi “Hüsnü Gülzari ‘nin at sırtında yaptığı hizmeti biz araba ile yapamıyoruz” demiştir. Fakirde gezip dolaştığımız yerlerde (haritasının ne kadar geniş olduğunu bildiğim için söylüyorum) at sırtında Sungurlu Müdü ‘den Çankırı ve dağ köylerini aşmak, o beldelere at sırtında bu hizmeti götürmek, idraklerin fevkinde zor bir iş olsa gerektir, bu ise ancak Allah’ın lütuf ve inayeti, evliyanın metaneti ve azmi ile başarılabilir diye düşünmekteyim. - Bir keresinde Mustafa Kanber efendi Edirne’den Ankara ’ya uzun meşakkatli bir yolculuk yapar. Bunu haber alan seyit Necati dede, halifesi Hüsnü Gülzari ‘ye haber salar işi gücü bırakan Hüsnü Gülzari, Hasan Necati dedeyle o günün şartlarında zorlu bir yolculuk yaparak Ankara’ya ulaşır. Hüsnü Gülzari, Mustafa Kanber efendiye ulaşmak onu görme şerefine erebilmek arzusuyla yanmaktadır. Bu mecliste Kanber dede hazirun ihvana esmalarını sorar. Bilahare Talibi İrşadi Hazretleri ‘nin Tariki Uşşakiye miyar ve mikyas olacak şu nutkunu irat eder. “Biz Tariki Uşşakinin usul ve esmasını Dimetokanın papazlarına talim etsek, onlarda esmanın müsemmasını icra edebilirler. Ben dervişten hal isterim hal” demiş. - Hüsnü Gülzari Hazretleri İrşad için bir grup ihvanla at sırtında giderken, ihvanın birisinin gönlüne acaba bir kişi hangi esmaya gelirse onun geri dönüşünden korkulmaz demiş. Kısa bir süre sonra önde giden Hüsnü Gülzari hazretleri kafayı çevirip “Kahhar demeli evlat Kahhar demeli” diye cevaplamış. - İbrahim İpek efendi dervişliğinde Hüsnü Gülzari ile bir evde misafir olmuş. Tesbihat ve sabah namazlarından sonra yemek saatinde ortaya çorba gelmiş. İbrahim İpek efendi murakabeye daldığında yemeğin üzerine yukarıdan pislik döküldüğünü müşahade etmiş fakat edeben şeyhinin huzurunda bir şey söylememiş. Bilahare Hüsnü Gülzari Hazretleri besmele çekilip pislik dökülen yerleri işaretlemiş gibi kaşığın tersiyle itip “Hafız oğul aç kalacak değiliz ya! ye, helali bize haramı onlara” demiş. Bilahare ev sahibi yemekten sonra “Efendim o nizalı olan meranın yerini mahkemede biz kazandık” dedik de “anlaşıldı anlaşıldı” deyip ordan yanındakilerle ayrılmış. - Müdü köyünde Hüsnü Gülzari ‘ye münkir olan muhtar, Hüsnü Gülzari ‘nin yeni yaptırdığı camiyi, hizmetlerini, insanların kendisine olan hürmetini çekemeyip bir komplo kurmak için caminin halılarını çaldırtmış. Köyde çok nahoş bir hava esiyormuş. Köy halkı efendinin bulunduğu yerlerde olayı tartışıp onun bilgisine başvurmak istiyormuş. Fitne olur diye efendi duymazcalıktan geliyormuş. Sonunda kendisine gelinip direkt soruldukta “Muhtarı sıkıştırın” deyip lafı kesmiş. Bu haber muhtara ulaştığında, muhtar celalli bir şekilde gelip “Sen ne demek istiyorsun” diye diklendiğinde efendi o güne kadar görülmemiş bir celadetle “Bugün ikindiden sonra caminin camlarını açık tutacağım, inşallah halıları orada görmem” demiş. Ve dediği gibi korkan, çekinen muhtar halıları camdan içeri camiye bıraktırmış ve mesele kapanmış. - Malum muhtar caminin yapımı esnasında efendiyi şikayet edip savcının huzuruna çıkarmış. Herkesten yardım topluyor, milletin verdiği kuzuyu , davarı kesip kendi yiyor. Zimmetine para geçiriyor diye suç duyurusunda bulunmuş. Savcı Hüsnü Gülzari Hz.’ni çağırmış sorgulamada Hüsnü Gülzari hazretleri savcıya hesabı verirken, caminin 4/3’lük kısmını bizatihi kendi malından verdiğini diğerlerini de yardımlarla yapıldığını bildirmiş. Savcı bu harcadığı parayı nereden bulduğunu sorduğunda, “efendim araştırın ben ehli servetim dedelerimizden kalma bağ bahçe, mal ve mülklerim var. Bunları bozarak bu hayrı yaptım deyince, Savcı muhtara çabuk huzurumdan çık. Utanmıyormusun böyle bir insana dil uzatmaya yoksa seni içeri attırırım deyip, tedip etmiş. Bilahare bu muhtar girdiği olaylarda birkaç kişinin katili olur ve kötü bir şekilde ölüp gider. - Oğlu Kadir efendiden Mervidir ki, Hüsnü Gülzari hazretleri bir gün misafirleri ile meyve bahçesine girmiş. Bakmışkı tırtıllar kaysı ağaçlarını sarmış. Onlardan birisini kendisine muhatap alarak yeter artık misafirlerim geldi. Sizler çekilin de biraz da biz yiyelim demiş ve asasıyla ağaca bir iki defa celalle vurmuş ve ağaca arkasını dönmüş. Bilahare tırtıllar kafile halinde ağacı terk edip bahçeden peş peşe sürü halinde çıkıp gitmişler. - Kızdan torunu bu olaya tırtıllardan birinin “Ya mübarek bize niye kızıyorsun biz Rabbimizin emriyle buraya gelmiştik” dediğini aralarında böyle bir konuşma geçtiğini bildirmiştir. - Bir keresinde Hüsnü Gülzari’yi rabıta yapan İbrahim İpek efendi baktım ki parmaklarımdan doğru her yerim Hüsnü Gülzari oldu ve o anda hali de bana verildi. Anlımdan perdem açıldı istediğim yeri bana arzetmeye başladılar demişti. Yine Hüsnü Gülzari için, İpek Efendi “Ben şeyhime 15 sene dervişlik yaptım ağzından işittiğim 60 cümleyi geçmez. Kendisi huzur şeyhiydi” buyurdu. Fakir ise Hüsnü Gülzari’nin susarak yaptığını biz konuşarak yapamıyoruz diye sohbetlerde beyan etmekteyiz. - Danacılı köyünde Afife anaya ve İpek Efendim Hüsnü Gülzari’nin bir kerametini görüp görmediğini sormuş. O da evde misafirken saat ikide uyarılmasını arzu etmiş. Gece ikide odaya girince Hüsnü Gülzari’yi odada bulamamışlar. Evin diğer odalarına, tuvalete bakmışlar, bilahere yatağın içini yorganı gözleri az gören İsmail efendi el yordamıyla eşiştirirken birden yatağın içinde tecelli etmiş. Afife ana ve beyi korkmuşlar. Hüsnü Gülzari Hz.’leri, “Korkmayın, korkmayın Erenlerin gezi saatiydi. Biraz dolaşıp geldim” buyurmuşlar. - Çorum pembe ocaklı köyünden Kadir isimli derviş annesinin şeyhi Hüsnü Gülzariyi, 4 yaşında iken ziyarete gitmiş. Zikir esnasında ortada iken Hüsnü Gülzari hazretlerinin un öğüten bir değirmen haline geldiğini, dönerek un öğütmeye başladığını küçük bir arkadaşı ile görmüş. Değirmenin unlarını avuçlarına alıp birbirlerinin üzerine serpmişler. Bilahare hal geçtikten sonra halakanın ortasında öğütülmüş un olduğu görülmüş. İhvanlar teberrüken bereket olsun diye bu undan alıp evlerine götürüp unluklarına katmışlar. Çocukların ellerindeki unu 20-25 kişi yalamış, teberrüken yutmuşlar. Bu olayı birinci ağızdan olayı yaşayan Kadir dervişten duyan İbrahim İpek efendi bize sohbette nakletmişti. - Dervişinin birisi köyde aşık olduğu bir kızı köyün tenha bir yerinde sıkıştırmış. Halvet hali başlayacakken birde baksın ki Hüsnü Gülzari hazretleri tecelli etmiş. Ve su başında abdest alır halde iken ihvanına, “Oğul bizim ihvanımıza böyle şeyler yakışmaz. Yola leke gelir. Allahın emriyle nikahla olsun” deyip nasihat ettikten sonra oradan ayrıldığını yine İbrahim İpek efendi köy ve şahıs ismi vererek nakletmişti. - Belkavak köyünden dervişler Hüsnü Gülzari’yi ziyarete gitmişler. Gece bir yerde konaklamak icab etmiş. Fakat her yer tarla olduğu için eşekleri bağlayacak bir ağaç veya taş bulunamamış. Bunun üzerine Şekerin Mehmet denilen mukallit derviş: “Ben şeyh ziyaretine gidiyorum, eşeğime de mukayyet olsun” demiş ve yatmış. Ertesi gün Hüsnü Gülzari’nin odasında şeyh efendinin murakabeda uyukladığı görülmüş. Arada bir kendine geliyormuş. Bunun üzerine Şekerin Mehmet: “Efendi biz sana geldik ki sohbetinden istifade edelim ama sen uyukluyorsun” demiş. Hüsnü Gülzari ise “Oğul, ben yaşlı adamım. Sabaha kadar sizin eşeklere mukayyet oldum ve uykusuz kaldım, kusura bakma” demiş. - Hüsnü Gülzari’ye hizmet eden iki genç (biri ravi Necip hoca) kalabalık ihvanla odada otururken, çaylar adet üzere efendinin önüne gelmiş ve şekerleri cebinden çıkararak 20 küsür bardağa servis yaptırmış. Bu iki genç bardak eksik olduğu için hem de hizmet ettikleri için suküt etmişler. Çaylar içilirken misafirlerden birisi “Ne o gençler dedenin çayı şekeri biter diye mi içmiyorsunuz” demiş. O arada murakabede olan Hüsnü Gülzari hazretleri başını kaldırmış, bakmış ki iki genç çay içmiyor. Ve onlara sormuş “Siz niye içmiyorsunuz.” Onlarda “önemli değil efendim biz hizmet ediyoruz, içmezsek de olur” demişler. Bunun üzerine iki çayın gelmesini isteyen Hüsnü Gülzari cebinden çıkardığı şekerleri bu iki bardağa koymuş. “İçin oğul için dedeniz ölene kadar ne çayı biter ne de şekeri” demiş. Lakin olayı nakleden Necip hoca, “Efendinin cebine bakıyorum o cepten 40 – 50 adet şekerin çıkması mümkün değil. Hatta en son bize şeker çıkarırken hususi eğilip cebine baktım. Hiç bir şey gözükmüyordu” buyurmuştu. -Yine Necip hoca talebeliğinde Hüsnü Gülzari hazretlerine ziyaret gitmiş. O zamana kadar Hüsnü Gülzari hazretleri ilmi derecesi nedir acaba bizim okuduğumuz konulara vakıf mı gibi kafasında bazı sorular varmış. Bunun üzerine Hüsnü Gülzari hocanın o günlerde öğrendiği konuyu arapça ibaresiyle baştan aşağı ezbere okumuş. “Oğlum nasıl unutmamışım değil mi” diye kendisine teyit ettirmiş. - Hüsnü Gülzari hz.’lerinin oğullarından Mehmet adında ki oğlu ibadetine gevşek ve düzensiz bir hayat sürermiş. Oğlu bir kaza geçirip vefat etmiş. Hüsnü Gülzari’nin ağladığını gören yakınları, ihvanları ve aile dostları Hüsnü Gülzari ‘yi teskin etmek için “Efendi hiç ağlamak size yakışıyor mu ağlamayın” diye telkin ettiklerinde “Oğul ölmeyi bilemedi hiç ölmeyi bilmiş olsaydı ağlarmıydım” buyurmuş. - Birgün Çankırı’nın dağ köylerinde irşad için gezmekte olan Hüsnü Gülzari hazretleri aynı niyetle dolaşan İskilipli kadiri şeyhi Ethem efendiyle karşılaşmış ve ikiside birbirine doğru yaklaşmış; ihvanlar acaba hangisi daha kemalli kim kimin eline varacak derken Hüsnü Gülzari şeyh Ethem efendinin eline varmış ve şeyh Ethem ‘de onu alnından öpmüş. Ayrıldıklarında meyus olan ihvana Hüsnü Gülzari “Oğul biz onun yaşına sinnine hürmeten elinden öptük o da bizim alnımızdan öptü hem yiğit alnından öpülür” deyip konuyu kapatmış. - Bir keresinde Hüsnü Gülzari hazretleri Fehmi dedenin icazet yazdığı Osman Bahri efendiyi Fettah dervişi iken evine ziyarete gitmiş. O arada tarla işleri ziyade imiş. Osman efendi evde yokken odasında asılı tesbihi eline alıp keşfen çekilmediğini anlayıp elinde evirip çevirmeye başlamış. Osman efendi geldiğinde oğul ben tozunu aldım sende artık gerekeni yap deyip iade etmiş. Osman Bahri Efendi utanarak başını öne eğip peki efendim demiş. - Sarıkaya köyünden eski dervişlerimizden Zemzem bacı çocukken Hüsnü Gülzari ’nin odasının yanında evin ocağında yemek yapan hanımını izliyormuş. Onu çok küçük bir tasta çorba ile yine küçük bir kapta yarım kilo gelmeyecek bir fasulyeyi kavurur görmüş, sonra odadan içeri girmiş, uzaktan yakından gelen hanım ihvanla oda doluymuş. Hüsnü Gülzari Zemzem hanıma sormuş, “Zemzem kızım yemek ne halde Nenen ne yapıyor” deyince “aman efendim burada otuz kırk kişi var azıcık çorba ile birazcık fasulye kime yeter” diye şikayet edince, Hüsnü Gülzari hazretleride mutfağa girip çorbayı ve kavrulan fasulyeyi kendi elleri ile karıştırıp “Kız gadası kalkasıca burada bir orduya yetecek yemek var” demiş. Bilahare servis yapılmış ravi hayattaki Zemzem bacı, “efendim herkes yedi içti yine çorba ve fasulye yeminle tencerelerde aynen duruyordu” demiştir. - Hüsnü Gülzari hazretlerinin oğlu Kadir efendi için hilafet vermesi talep edildiğinde oğlu alim olduğu halde, “Oğul Erenlere arz ettik nasibi yok dediler. Zorlamayın beni” diye karşılık vermiş. Bir keresinde ihvanın biri “Efendim Gavs-ı Geylani benim dosyamı imzaladı. Size teslim etti. Siz benim icazetimi vermiyorsunuz” dedikte Hüsnü Gülzari “Oğul dosyayı sende okumadın mı? dosyana meczup yazıp öyle bana teslim etti. Millet akıllının peşine gitmiyor, delinin peşine nasıl gitsin” demiş. - Hüsnü Gülzari hazretleri Seyit Necati dedeye birlikte dervişlik yaptığı cem dervişi Yunus efendi namlı arkadaşı için “Yunusunda icazet için bir tokatlık işi kaldı ama “ah ! “ demiş. Bilahare ah demesinden ömrünün az olduğu Yunus efendi vefat edince anlaşılmış. - Hüsnü Gülzari hazretlerinin ilk dualadığı Karaçaylı Selim derviş ve arkadaşı hoca efendi Hüsnü Gülzari hazretlerini ziyarete gittiğinde. “Efendim rüyamda Karaçay köyünün üstünden doğru turnalar Yerliköye uçmakta gördüm” dediğinde “Oğul duymadın mı Hafıza icazet yazdık” demiş. Bilahare vefatına yakın bu dervişleri yanına alıp Yerliköye gitmek istediğini bildirmiş ve gitmiş. Hayrullah efendi ve diğer ihvan önde, İbrahim İpek efendi ile Hüsnü Gülzari hazretleri geride kalmış. “Evlat sana her yere gitmek serbest. Ama şu dağ köylerini Hayrullah’a bırak. Gençsin kadınların içinde fazla oturma, hilafet işine senden başka kimse karışmasın. Sen de bu işte hissi davranma malum hali yakalarsa kim olursa olsun icazetini yaz” demiş. Ve tarikattaki icazet yazma, dergah açma-kapma, halife tayin etme vs. vazifelerini İbrahim İpek efendiye teslim etmiş. - Hüsnü Gülzari hazretleri İbrahim İpek efendiye icazet yazdığında “o genç ona nasıl icazet yazılır? ” dendiğinde, “Evladım o sevmiş göstermiş cemalini ben nasıl yazmayayım icazetini” buyurmuş. - Halife İdris efendinin oğlu bir kış günü Hüsnü Gülzari ’yi zorla bir davete götürmeye azmetmiş. Fakat Hüsnü Gülzari şartların zorluğuna binaen güç bela bu talebi geçiştirmiş. Davet eden kişi gittikten sonra “Oğul az çok basireti var bir şeylerde bekliyor ama bu tip adamlara yanılıp hilafet versem gece uyur gördükleri ihvanın boğazına basar öldürürler maazallah” buyurmuş. - Hüsnü Gülzari hazretleri düğün alayının önünden geçerken, davulcu kendisinden para istemiş o da vermiş. İhvanın evine oturdukta, kalbi bozulan ihvanlara mahsuben efendi “Evladım ben şükür için sadaka niyetine o parayı verdim. Beni onun gibi, onu da benim gibi yapmaya rabbimin gücü yeterdi. Ama bana ikram etmiş de bu halde bulundurmuş” demiş. - Hacı Latif Efendiden mervidirki; Hüsnü Gülzari hazretleri icazeti alıp, irşada başladıktan sonra Çankırı ‘da Nakşi meşayihinden Hilmi efendinin dergahına gelen kişiler Latif efendininde bulunduğu mecliste heyecanlı bir şekilde “Efendi siz durun bakalım Müdü ’den bir şeyh çıkmış önüne kattığını dualıyor. Yakında köylerde dualayacak adam bulamayacaksınız” dedikte “Oğul, siz ne diyorsunuz. O zat cihanın kutbu oldu. Dört senedir hepimiz ondan feyizleniyoruz. Biz onun atının önüne at mı sürebiliriz o dilediğini yapar” demiş. - İbrahim İpek efendi İstanbul’a gelmeden bir gün önce, rüyamda büyük bir uçak görmekteyim. Tarif edilemeyecek büyüklükte bulutlara sığmıyor. Efendi dergaha geldi, sedire oturdu. Biz bu maneviyatı arz etmeden. “Fatih efendi biz de bir uçak görmüştük. Kanadının biri Bediüzzaman Saidi Nursi hazretleri oluyor, bir diğeri Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri oluyor. Şeyhim Hüsnü Gülzari hazretleri kutup motor oluyor uçağı o itiyor” diyerek hem rüyayı tabir etti, hem de Hüsnü Gülzari hazretlerinin ve kendisinin kutbiyetini izhar etti. - İbrahim İpek Efendi Hüsnü Gülzariden el tuttuğu günün öncesi semadan direklenen nurdan bir boru içinden süt akıyor, şeklinde görmüş. Bunun arşı aladan gelen Hüsnü Gülzari‘nin feyz çeşmesi olduğu söylemiş. Bilahare bu maneviyat üzerine dualanmış. El tuttuğunun 2. ayında köyün imamı İsmail efendiyi rüyada gören İbrahim İpek efendi, hocayı İskilipte bir caminin kürsüsünde vaaz verirken “Hüsnü Gülzari Kutbul Arifindir inanmayan kafirdir” dediğini ve bilahare burgu gibi semaya çekilip kaybolduğunu görmüş. Ertesi gün Hüsnü Gülzari hazretleri geldiğinde “Efendim Kutbul Arifin ne demektir” diye sormuş. O ‘da “Paşaların paşasıdır. Erenlerin başıdır” demiş. İbrahim İpek efendi, “Hakikatte ne zaman güneşin Belkavak köyünden doğru Yerliköye geldiğini görsem, Hüsnü Gülzari bizim köye gelirdi” derdi. Güruhu Naciye gelip geçiyor Nura gark olmuş ceyiş gidiyor Cihanın kutbu cevlan ediyor Şeyhim Hüsnü kutbu cihan değil mi? - Yine Hüsnü Gülzari kerameten İbrahim İpek cihanın kutbu olur, fakat biz göremeyiz buyurmuş. - Bir keresinde rüyada piran ile beraber Hüsnü Gülzari hazretleri, İpek efendi daha hayattayken İstanbul’daki dergaha geldi. Teftiş etti. Evladım dünya işin fazla ama seni posta oturtmamız lazım dedi. Bende nasıl isterseniz, emriniz olur efendim deyip boyun kestim. - Bir keresinde rüyada bir camide namaz kılıyorum. Sağ tarafımda ufak boylu sarıklı kısa sakallı bir zat namaz kılıyordu. Namazlar bittikten sonra o zat yanıma geldi ve ağzının balını ağzıma verdi. Ben kendisinin hangi tarikten olduğunu sorduğumda, “Ruhzari” dedi. Ben o zatın Hüsnü Gülzari olduğunu fehm edip elini öptüm uyandım. - Bir maneviyatımda Hüsnü Gülzari ile bir odada oturuyorum. Elinde tarihi işlemeli bir silah var, silahı fakire teslim etti bende silahı aldım ve nereye atayım diye düşünürken önüme bir put çıktı ve silahı ona doğrultup sıktım bilahare Hüsnü Gülzari tebessüm edip gülmeye başladı. - Dağ Helleceli Ethem efendi İbrahim İpek Efendi’ye ziyarete gittiğinde “Ethem Efendi sende hilafetle ilgili bir maneviyat var mı? ” diye sormuş. O da “efendim rüyamda bütün ehlullah, beytullah’ın arzında toplanmış Beytullah’a doğru bakarken, semadan irşat irşat diye ses işitilmeye başlandı. Ben acaba bu ses rahmani mi, yoksa şeytani mi diye merak ederken birden Hüsnü Gülzari hazretleri semadan indi. Babüsselam kapısı önünde durdu. Kapı açıldı önünde Fatih efendi duruyordu. Hüsnü Gülzari ona hilafet tacı giydirdi ve irşada vazifelendirdi” deyince. İbrahim İpek efendi “git bu maneviyatı Esat ağama da anlat” dedi. Ben gittim anlattım. Boynu döşüne düştü. Ses çıkartmadı. Sonra da ayrıldım buyurdu.

kaynak:http://www.gulzarii.com
Ekleme Tarihi: 23.02.2007 - 18:23
Bu mesajı bildir   ipekyolu_19 üyenin diğer mesajları ipekyolu_19`in Profili zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1283 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.82797 saniyede açıldı