0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » EDEBİYAT / MAKALE / ŞİİR » MAKALELER » KEYFİNCE LÜGAT

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 6 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
KEYFİNCE LÜGAT

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
DUYMAK: Kalbini duymayanlar Rabbini duymayanlar sırasına geçiyor.

YOLCU: Arkana bakma! Çık git! Ne kadar da bağlısın bu dünyaya! Hepsi burada
kalacak.Cennetine yürü!

*
UÇMAK: Cömert ol, cömert! Hiçbir şey senin değil.Çocukluğu bırak, bırak şu (kıs
kıs) kısmayı. Sana-ille de- lazım olanlar belli. At şu fazlalıkları! Bunca
yükle uçabilir misin!

*
YÜK: Dünyanın yükünün ne olduğunu bilmeyenler, dünyanın yükünü zayıf bellerine yük ederler.

*
YANLIŞ HESAP: Dünya bizi sırtında taşıyacakken…biz sırtlanmışsak…

DEĞİŞMEK: Kaç kelimen var? Kelimesiz olmaz. Git kelime biriktir.Her kelime/n/den sonra değiştiğini göreceksin.

*
CUMHURİYET: Sen bir cumhuriyetsin. Sınırlarını ve sinirlerini iyi muhafaza
et.Efsunkar bir hürriyetin olsun.

*
HÜRRİYET: Söyleyeceklerin varsa söyle de…Sen bana karışma, ben sana
karışmayayım…Karışmam sonra!

*
İLAN-I CEHALET: Ezberinde birkaç mısra, birkaç cümle, mırıldanacağın beste kırıntıları var mı? "Yok!"sa "kırıtıp" durma karşımda! Git şurdan! "Cehalet Ağa" ile yüz yüze kalmak istemiyorum. Git de adını değiştir gel! Çok kolay değil yalnız;
ona göre! Ben mi? Bu cümleler de cehaletimi ilana yarıyor "benim." Yeter mi?

*
YAZMAK: Yazmak; cehaletin arttığını gösteren aynalardır.

*
MUHTAÇ: Kapını aç, kalbini aç; açlar sana muht/aç.

*
SEN: Kitabı okuduğun gibi kendini de oku;sen de bir kitapsın.

*
GÜL/DİKEN/DOST: Gülleri koklarken elinize diken battığı olmuştur. O zaman gülü kaldırıp atıyor musunuz!Dostlarınız da öyle…öyle atamazsınız.

*
MİSAFİR: Dünya, sonsuz yolculukta bir nefesçik durak. Mola… Yayılma,yayılma!
Şimdi,birazdan,hemen,kaşla göz arası,beklediğimiz/beklemediğimiz bir anda:
"Haydi!" diyecekler "Haydi!" Malın mülkün, samur kürkün eteğinden
çekmediğinde… İşte o zaman anlayacaksın:"Azıcık aşım,kaygısız başım."
sözünün özünü.

*
HALVET: Arada bir de olsa kendinle baş başa gelemiyor, kalamıyorsan…"Kendini
kendine dost kabul etmiyor musun yoksa?! Bunu arada kendine sor da bir öğren. Bana da haber ver!

*
ÖLÜMLÜ VE GURURLU: Karac'oğlan: "Üç derdim var birbirinden seçilmez:/Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm." der. Zaman geçse de dertler aynı. Avunmaya çalışma evinle, arabanla…Ayrılığa,yoksulluğa,ölüme bir çaren var mı? Yok! O zaman Nemrutluğu,deccallığı bırak.Hem ölümlüsün hem de gururlu! Bu
ikisini nasıl yan yana getiriyorsun?Ciddi misin?

*
İŞİMİZ ALLAH'A KALMIŞ: Toprağı "nar" yapan değilsen,ihtiyaçların bitmiyorsa… secdeden başka varacağın yer yok. Senin gücün de yok!İşimiz Allah'a kalmış. İyi ki O'na kalmış. O'na kalmayan işler…kalır. Hay'dan gelip Hu'ya gidiyoruz.Ne sandın ya!

*
BESTE: Denize bakıp deniz;muma bakıp mum;yağmura bakıp yağmur
olamıyorsan… Yoksa bu âlemin rotasında,potasında değil misin?Bu bestenin bir notası da sensin. Notadan da öte sen bir bestesin. * (BU) SEVDA: Beter olsun bu sevda;yeter olmasın.

*
HAYAT VE ÖLÜM: Hayatın yoksa,ölümün de yoktur;hayatın varsa, ölümün de yoktur!

*
BİR ÖZÜR (DİLEMESİsevinçli Kusura bakmayın alışveriş yapamayacağım; yanıma kelimelerimi almayı unutmuşum da!

Ali Hakkoymaz

http://www.senaidemirci.net
Ekleme Tarihi: 10.01.2008 - 13:52
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
keyfince lügat-2 "yoğun istek üzerine"

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
Dalga: Geçme sakın! Dalga bu! Bu denizleri dalga diyerek geçme tanı, düşün binlerce içi dalgasız yaşayanı. Hangi dalganın, bilebilir miyiz biz, bizi yutacağını, es geçersek hayatı, pas geçersek hayatı, tıs geçersek hayatı.. Mevlana’nın hocası, dışarıdan dalgalardan korkuyorsun ama içindeki dalgalardan haberin yok gibi der… dalgalara kapılmadan hayatı sürdüremeyiz; bu belli. Dalgaların bizimle dalga geçmesine fırsat vermeden kavuşmak sahil-i selamete aslolan.. Dalgalarsız imtihan olmaz ki… dağlar dalga dalga aşılır… Her dalga aşılmayı bekler.. Aşılmaya değmeyen dalga dalga değildir. En büyük dalgalarda gençlikte buluverir/vuruverir bizi… ihtiyarımızın elimizden epeyce alındığı ihtiyarlığımızda, geçmiş dalgaların sükûnunu dinleyerek bekleriz. Kendi kıy/amet/imizi…. Dalga dalmaktan geliyorsa, hayatın kendisi dalınmış değil midir; yani dalmış değil miyiz dalgaya… dalgadan kaçış yok. Kabullenişe teslimiyetle yaklaşırsak, insanlığımızı dalganın altında bir deniz gibi derinlere bitiştirmiş olacağız.


Garip (kuş): “Garip kuşun yuvasını Allah yapar.” Bu söz hep garip kalmıştır bir köşede. Gariplenince, nedense, ille de ekmek parasına muhtaçlar anlaşılır. Hepimiz, biz yaratılmışlar, değil ekmek parasına, biz ekmeğe muhtacız. Garibiz, toptan garibiz, aciziz. Zenginimiz fukaramız; neyse zenginlik fukaralık; han hamam sahibi olmak, saraylarda davetler vermek nerden zenginlik oluyormuş…işte bu dünya bizim yuvamız, garip birer kuşuz, bu dünyaya konulmuşuz. İşte böyle, garip kuşun yuvasını Allah yapar. E hadi, teşekkür cimrisi mi olalım şimdi, durup dururken.. Ne “durup dururken”i, mülk sahibinin evinde köşkünde otururken, oynarken, oyalanırken… aslında garibiz, yani gurbetteyiz, cennetten düşmüşüm, üzgünüm hancı, gözüm hep arkalarda, ah burası cennet gibi deyişim boşuna değil. Ben cenneti görmüşüm, sen cenneti gördün, o cenneti gördü, biz cenneti gördük… Bizler görmüş geçirmişiz; aha burası cennet, işte burası cehennem diyorsak, ölçümüz ne ki?


Gurbet: Kapı arkası. Uzaklıkların en yakını, en sıcak temaslısı.. Ardında yakınlık yoksa, kapılar niye açılası?

Delik: açılmaya görsün. Koca bir âlem, kâh sevinç içinde, kâh elem, nasıl da görünür, oracıktan, aracıktan… Bir delik batırır kocaman bir gemiyi.. Bir delik, gündelik gibi gelse de kalıcı âlemleri emanet edip gider gözümüzde.. Anahtar deliği, sadece bir sarayın, bir evin kapısını açmaz bize; içimize doğru ayıbın karanlığını da gösterir utangaç elleriyle..

Sürat/acelecilik: acemiliğin her çeşididir. “Aceleci hiçbir insan medenî değildir.” der biri. Acelecilik insana yakışmayan bir tavır olarak algılanır. Acelecinin ruhunun ve kalbinin ayak basacağı yer yok gibidir; yoksa ayak basacak ruhu ve kalbi mi yoktur?

Soba: yaklaştıkça yakan, uzaklaştıkça soğuyan dostluklar gibi. “İç”iniz bittiğinde etrafınızda dostlarınız da bitecek demektir bu.. Öyle ya, “iç başka, dostluk başka!” Demek ki içinizi, işinizi, sıcaklığınızı, tebessümünüzü esirgemeyecektiniz gelenden gidenden. Görüntü kurtarmıyordu. Adamın içi geçmiş derler ya, geçmiş bir sobanın etrafında kimler olaydı? Faruk Nafiz’in Han Duvarları’ndaki ateşin etrafında garipler niye toplansındı yoksa? Bir sıcaklıktı, bir dost sıcaklığı idi herkesin aradığı.. “Bir adım sıcaklığı on adım gel!” diyor mu bütün adımların sahibi. içni doldurmalı insan, sonra yan yakın, kimsecikler etrafımda yok diye yakınmazsın… bundan emin olmanı istiyorum. “öff be!” bir soba sıcaklığınegatif bile yoksa, yalnızlıktan şikayete hakkın olabilir mi..

Kaza: aza razı olmayanların sık sık karşılaştığı eza. Aza razı olmayışın fotoğrafları (mı acaba?)

Yol: bir çizgidir; çizgi üzerinde dikkatin her türlüsü göreve çağırılır.
Hız: hazda duramama…
Mirac: sırt sıvazlamanın en büyüğü.
Namaz: yerinde duruş, yani yerinde duramayış…namaza dur; namazda dur…
Secde: namazın en yüksek irtifası, eğilişin en yükselişi.. Rabbin kuluna en büyük iltiması. secdesizlik: en büyük irtikap
Rükû: eğrilmenin en doğrusu.
Oruç: açlığın en doyduğu an(lar); bunu ancak oruçlular iftar vakti anlar…
İzmarit: bir varmış bir yanmış…
İğne: batınca anlaşılır; kendi söküğünü dikemeyen denir ya.. birer iğne miyiz acaba, sökük döküklüğümüzü unutup başkalarının iki yakasını bir araya getirmeye çalışan. bir iğne miyiz acaba, çıplaklığımızı unutup gözlerimizden iplikler akıta akıta başkalarını giydirmeye çalışan. çıplaklığı, yani gelgeç varlıklardan al(a)mayanlar dikiş tutturamaz. “çıplak gövdemizle utanarak yaşadık/emeğimiz boşa gitti/başkalarının giyindiği.” Sedat Umran. Görünür görünmez iz bırakıp gider iğne, bir iz bırakır diktiği ile.. “iğne ipliğe dönmek”, arınmışlığın, hiçliğe yakınlığın, varlıktan soyunmanın öteki adı mı acaba?
bkz. Zıt anlamlısı: yumuşaklık (batmayı göze alamayanların battığı çok görülmüştür)
Balıkçı: oltadaki umutlarını toplayan adam.
Çocuk: uçurtmanın ipine takılıp giden, bilyelerin peşinde yuvarlanan. en tatlı anların an/laşılmadan geçtiği (demini bulmamış) demler
Çocukluk: hep varıp gitmek istenen çağ/lar, hep yatıya kalmayı özlediğimiz çağ/lar, “bir çekmede unutulmuş gelmez günler çocukluğum.” Z. O. Saba.
Hû: rüzgâra kulak vermedin mi hiç? O’nu arayarak geziyor ya: Hu. O’nun her yerdeliğini artıran, neredeyse perdeyi sıyıran bir sesle eser rüzgâr
Nasihat: ara sıra olduğunda duyulan, sık sık olduğunda unutulan, atılan (mı acaba?)
Tekrar: tekrar tekrar, tekrar yazarsanız, tekrarı tekrar tekrar mı yazmış olursuz. Her tekrarda kaç teker döner aklınızda. Tekrarın tekerlekle bir dil akrabalığı yoktur. Yoktur da, tekrar denince akla, teker teker teker de gelir nedense? Tekerlerin tekrar dönüp dönüp aynı yere gelmesi değil midir, bizi tekrar gelemeyeceğimiz yerlere, tekrar gelsek de tekrarını bulamayacağımız yerlere, hep bir kerelik yerlere götüren, taşıyan, ulaştıran? Tekrar bir kere ilktir; her tekrar bir kereliktir, tekrar her keresinde bir kareliktir. Tekrar, hep aynı sandığımız sandığımız, sanıp da yandığımız, yanıp da kandığımız. Hayattır bu işte sandığımız/bir gün açılacak.. Her gün bir tekrarsa, o tekrarlardır hayatı hayat ya da bayat eğlediğimiz. Ayağınız kaymaya görsün, tekrara düşersin, kalkamazsın bir kere, tekrar denersin, kalkamazsın çoğu kere. Tekrar, bir tutunma özleminin dışa vurumudur, insanın her an yeni “dur/u/m/udur” tekrar da bir kabul ediş de vardır; ısrarın zaferidir. Güneşin her tekrarı, Sultan’ın saltanatını kabul edişten başka ne ki?
Gürültü: sessizliğin astarı (Sedat Umran). içi bana susar, dışı sana çağıldar... idama giden adam, tamtamlar çalmasa bari, gürültüye gitmesek der.. der de, dünyaya gelen gürültüye gelmiştir bir kere…
Rüya: Yusuf’a görünmek için uykuya yatan
Kısa/Uzun: Farabi, uzun konuşanı kısa dinleyelim, der. Atasözleri kısadır, ama yüzyıllar boyu dinlenir. Uzunca bir nutuk, kendi süresince bile dinlenmez. Uzunluktan kasıt, gevezelik olsa gerek; yoksa, kısaların uzunluğu ne hoş sonsuzluktur.
Dinlemek: dinleyen din/lenir, din/lenen de dinlenir.
Yük: taşımasan da olur şeyler.
Koltuk: kimilerinin cisminin heykeline kaide, kimilerinin nefislerinin keyfine âmâde..
kimilerinin ruhunu ceset, kimilerinin cesedini ruh eyleyen.
Kitap: açıldıkça açılan.
Defter: boşluk kaldırmayan.
Boşluk: var mı ki?
Duvar: nice duvarları kapı, nice kapıları duvar eyleyen(ler var) duvar kapısızsa anlamsız, kapı duvarsız da lüzumsuz… kapı da duvardır açmayana, duvar da bahanedir kapıyı açmaya. Sıkı fıkı olunca, en sıkı duvarkapılar açılır.. bahanen varsa, her yerde hanen vardır..... varsa hünerin, her yerde vardır yerin sözünden mülhem diyeceksiniz. Diyecekseniz deyin.
Kanaat: bu benim kanaatim, o sizin kanaatiniz. Sen benim kanaatime, ben de senin kanaatine, kanaat getiririz veya getirmeyiz. Her kanaat kendi kuşunu uçurur. Kanaat yanmakla ilgili, sanmakla ilgili, kanmakla ilgili. saygıyı peşinen çağrıştıran.
Yaprak: ya bırak dilediğince salınsın, ya bırak dalında kalsın. Baharı/yazı omuzlarında taşıyıp bir yorgunlukla sonbahar oluveren, güzün kalbine düşen.
Bahar: yaprak yaprak, koku koku, doku doku, hışır hışır, haşir haşir müjde..
Kış: hiç üşümeyen, paltosuz ve atkısız sokak çocuğu.. ah benim ölü yanlarım.. sıcaklığı soğuk bulan yolcu. Tatsızlığının altında diriliş dilini fısıldayan dost. Beyazın daveti. Soğuğun sıcak nefesi.
Kar: beyaz, saflık, çocukluk… en çok da çocukları çağırır bağrına. Yani ki, benim de çocuk yanlarımı çağır kış geleyim, çocuk yanlarımı ısıtayım serinliğinde. Çocukluktan uzaklık üşüttü beni.. Beni çocukluğum büyüttü. Kıştaki karların eriyip eriyip dağları eteklerinden sızdırması gibi..
Yaz: yaz/dık bknz. Yaz..
Editör: yazılanlara “hışt deyici” ve “hık deyici” diye ikiye ayrılır. Aslında bu yazıların ikiye ayrılmasındandır. Hangi editör, ruhunu gösteren aynaya bakacak ve sonraya bir yazıyı düzeltmeye kalkacak.. “onlar ki aleme verirler nizâmât…” Hem ne bu kelimelerin sizden çektiği… kelimelerin de bir mahkeme-i kübrası olacak mı acep? Şu kolumdan çekti. O beni yanlış yere soktu. Şu beni haksız yere sildi. Şu beni hecelerimden ayırdı. Bu beni kitabın arka sayfasından kovdu. Halbuki ben şurada çığlıktım, burada göz yaşı. Çığlığımı hiç duymadı ve fakat göz yaşlarımı sildi, silmesi beni ağlattı. Kelimelerin doktoru siz misiniz yoksa? Allah sizin şifanızdan korusun!
Cerbeze: Adamı tebdil kıyafet IV. Murad çevirmiş, ne o demiş koltuğunun altındaki? Şarapmış adamın götürdüğü; hani içkiyi yasaklamış ya.. Adam su demiş korkudan.. bre gafil, demiş padişah, su kırmızı olur mu? Adam bir şaraba bakmış bir padişaha.. efendim, aslında, bu su olmasına suydu, sizi görünce utancından kızarmış olmalı.. dilimizin kemiği yoktur deyip bunca yalanları bu zavallı dilciğe yüklemeye..
Yalan. Dile, hele insan diline, hiç yakışmayan.
Ev. Yuvanın yalın hali..
“mış gibi” yaşamak: insanın yalan hali.
Göz: o ki hakkı göre (Yunus Emre)


Senai Demirci-Ali Hakkoymaz
http://www.senaidemirci.net
Ekleme Tarihi: 11.01.2008 - 23:43
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Ukab su an offline Ukab  

575 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.01.2007
En Son On: 05.02.2010 - 15:42
Cinsiyeti: Erkek 
Bu güzel ve faydalı olduguna inandıgım yazıyı bizimle paylaştıgınız için tesekkurler abla...begenerek okuyoruz hepsini...

EsSelam Aleykum...

Ekleme Tarihi: 12.01.2008 - 09:58
Bu mesajı bildir   Ukab üyenin diğer mesajları Ukab`in Profili Ukab Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  
KEYFİNCE LÜGAT-3

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
YOL: Hiçbir yerde olmadan her yerde olmak demektir. Yol; bir ayrılıştır... kavuşmalar adına. Yol; bir bıkmayıştır. Çünkü her an bir menzile yeniden konuştur, “her an” bir menzili yeniden konuşturur. Yol; bulanmadan aktığın demdir. Her işin bir yolu olduğu gibi her yolun da bir “yolu” vardır. Hemen bütün yolculuklar heyecanlandırır insanı. Niye mi? Nereye gittiğini bilsen de, nelerin olacağını bilmediğindendir. Hepsinden önemlisi, sonsuz bir arayışın (tecessüm etmiş) halidir yol. Bu yüzden bizi “yol yol” çeker yol. Yola çık, yol açık...

HIZda kaybettin çok şeyi. Bu hız/da kaybettiklerini hangi hızla anlatsan yine de çok azını anlatmaya yetişirsin. Ve hızını alamadığını görünce, pişmanlıkların bir bir kapını çalacak. Çalmasın diyorsan.... Bu hız sana ait olamaz, sen de ona ait olamazsın. Ki çoğu zaman, yolda karşılaştın hızla, hızla geçiştin, yüzleşemediniz bile, tanışamadınız. Ne kötü! Hız; hiç bir yerde olmamanın adı. Hız; bulunduğun yeri yaşayamamanın utancı. Hız; razı olamayıştır. Hız bir kaçıştır-önce-kendinden. Hızla hiçbir yerde olamazsın; olamadığın yere hep geç kalırsın. Hızın hep geç kalmak olduğunu anladığında vakit geç/miş olmasın! Hızla önce kendini terk edersin; kendine yetişemeyenlerin başka yere yetiştiği görülmüş müdür? Yoksa Çinli’nin Japon’a sorduğunun cevabını hâlâ vermedin mi? “Bir saatte gideceğin yolu 15 dakikada gidiyorsan, geri kalan 45 dakika ne yapıyorsun ki?” Hızla gidenler artırdıkları dakikaları da hızla harcarlar (mı yoksa?)

İĞDE: Yollarda bir mayıs fırtınası. Bir yeni duruş. Bunlar geçen bahar da mı buradaydı? Şaşkılığım iğdelere mi kendime mi? İkisine mi? Daha nelere (mi?) Bu ayda “bir kadının saçları vakte sürünürken” (mi) açar iğde çiçekleri! Asrımızda efsanelere yer yok; ama efsanedir bir mayısta yollarda iğde kokuları. Öteki çiçekler... Öteki kokular... Alınmayın. Siz de salın endazenizi, siz de salın kokularınızı... Hadi, hadi salınma; gittiğin yere hiç değilse bir “iğde kokusu” götür. Mayıs yollarından geldiğini bilsinler yüzüne gözüne bakanlar. Çılgınlığını gizleme! “Aa, sen de iğde kokuyorsun!” desinler. “Evet!” de sen de, çekinmeden, şaşırmadan: “Ben mayıs yollarından geliyorum.” de! Öylesine mutevazı ki bir de hem iğdeler, hem kokuları, hem salınışları, hem selâmlanışları... Sanki hep mahcuplar... Yokmuş gibi yapıyorlar; hep “usulca” sokuluyorlar. (Ey okuyucu, bunlar ifrat sanılmaya; bunca şeyleri gör(e)meyiş zamanlarında bir “iğde kokusuna tutunarak” yürümektir bizi her şeyin yanına alan!) Dediği gibi şairin: “Ah kimselerin vakti yok/Durup düşünmeye ince şeyleri.” Bunca işin gücün arasında bir de iğde mi koklayalım! İğdedir; kokacak elbet. Benim işim var, işe yetişmeliyim! Hani şair bir şiirine “Göğe Bakma Durağı” adını koymuş ya... Ne iyi olurdu “İğde Koklama Durakları” da olsaydı. İşte bu iğde ağacı! Oturmuş bu yol kenarına; gece gündüz durmadan koku/sunu/verir! Ey çocuk, sen de gel.. Hey anne, hey baba (olacak) sen de gel! Koku, hele de iğde kokusu, geçmiş zamanlara çağırır seni. Annem etrafımda dönen dolapları fark etmediğimde: “Burnun hiç de koku almıyor.” derdi. “Anne, nice mevsim kokuları burnuma kadar geliyor da, burnum koku almıyor. Açmıyorum çok zaman o kapıları demek, açamıyorum!” Bir iğde, bir mayıs kokusunu almadan yaşayanlar hangi sesi, hangi dokuyu, hangi kokuyu bırakıp gide ki! Koku dolasın mevsimlerde, kokuda olasın, koku dolasın seni, e mi?

KOKLAMAK: Kendi çocukluğunu durakta beklemendir. Hiç beklenmedik bir anda (hazırsan) gelir, hazır san, gelir. Şu çocukluğumun, şu gençliğimin, şu geçtiğim bütün yolların kokusu diye/biliyor musun? Çocukluk, gençlik sana zaten iyice sürünür, kokusunu bırakır üstüne. Ama vakteriştiğinde, “Aman canım, aman çocukluğum, hatta gençliğim, at şu üzerinden eskilerden kalmış saflığı” mı diyorsun yoksa! “Şu anlarımdan yarınlarıma, görebildiğim, göremediğim nice yanlarıma bir koku üşüştürebilecek miyim?” Yoksa, kokusuzluğumu herkese derinden koklatıp “kervan göçüp dağlar başında” (mı) kalacağım? İçindeki kervanlar yola koyulmuşken alışverişini yap, ey can! Dikkat: “Ey gonca açıl, mevsim geçiyor!” Papatyanın kokusunu bilirsin, belki bir gelinciğin de vardır kokusu. Bir gelincik kadar, bir papatya kadar(cık) da yoksa bıraktığın koku, boş yere yol kenarını beklemişsin demektir. “Bir gül açımı kokun ve neşen/Sonsuz emellerde kayıp gibisin/Şu dağın ardına kocaman düşen/Vedaı nasihat olsun güneşin.” Hayat kitabının arasına, ilerde, zaman zaman açtıkça, kendi koyduğun bir kokun, bir sesin, bir rengin olsun (mu?) Başkaları da senin kitabını açtığında sayfalar arasında bir sayfa bulsun; hayıflanmayacağın, hayıflanamayacakları. Gemi batmadan, delikleri kapatasın! Bir çentik atasın, bir kapı, bir pencere açasın! Kokular bir yere girdiğine sevinsin. Hep sayfada kalsın! “Bu benim sayfam!” desin, koparıp alsın kendine lazım olacak manâları... Sayfa yerinde kalsın

YAZI: Kelimenin, kalemin ve elin kendilerini (iyice) gördükleri yer. Sızıya da sevince de şöyle bir bakıp alacaksa alan. Üzerken de sevindirirken de çoğal(t)an. El ele tutuştuğumuz an. Bırak ellerimi, ellerine bırak kendini. Topla şu bir dağın ucundaki, çocuğun gözlerindeki, taşların tıktıkasındaki, suların zemzemesindeki... kelimeleri. Yazıya çıkana ‘Yolun açık olsun!’ derler.

Senai Demirci-Ali Hakkoymaz
Ekleme Tarihi: 19.01.2008 - 00:19
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
hamide su an offline hamide  
RE: KEYFİNCE LÜGAT

88 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 23.12.2007
En Son On: 01.03.2010 - 22:19
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı cananberraramazan

DUYMAK: Kalbini duymayanlar Rabbini duymayanlar sırasına geçiyor.

YOLCU: Arkana bakma! Çık git! Ne kadar da bağlısın bu dünyaya! Hepsi burada
kalacak.Cennetine yürü!

*
UÇMAK: Cömert ol, cömert! Hiçbir şey senin değil.Çocukluğu bırak, bırak şu (kıs
kıs) kısmayı. Sana-ille de- lazım olanlar belli. At şu fazlalıkları! Bunca
yükle uçabilir misin!

*
YÜK: Dünyanın yükünün ne olduğunu bilmeyenler, dünyanın yükünü zayıf bellerine yük ederler.

*
YANLIŞ HESAP: Dünya bizi sırtında taşıyacakken…biz sırtlanmışsak…

DEĞİŞMEK: Kaç kelimen var? Kelimesiz olmaz. Git kelime biriktir.Her kelime/n/den sonra değiştiğini göreceksin.

*
CUMHURİYET: Sen bir cumhuriyetsin. Sınırlarını ve sinirlerini iyi muhafaza
et.Efsunkar bir hürriyetin olsun.

*
HÜRRİYET: Söyleyeceklerin varsa söyle de…Sen bana karışma, ben sana
karışmayayım…Karışmam sonra!

*
İLAN-I CEHALET: Ezberinde birkaç mısra, birkaç cümle, mırıldanacağın beste kırıntıları var mı? "Yok!"sa "kırıtıp" durma karşımda! Git şurdan! "Cehalet Ağa" ile yüz yüze kalmak istemiyorum. Git de adını değiştir gel! Çok kolay değil yalnız;
ona göre! Ben mi? Bu cümleler de cehaletimi ilana yarıyor "benim." Yeter mi?

*
YAZMAK: Yazmak; cehaletin arttığını gösteren aynalardır.

*
MUHTAÇ: Kapını aç, kalbini aç; açlar sana muht/aç.

*
SEN: Kitabı okuduğun gibi kendini de oku;sen de bir kitapsın.

*
GÜL/DİKEN/DOST: Gülleri koklarken elinize diken battığı olmuştur. O zaman gülü kaldırıp atıyor musunuz!Dostlarınız da öyle…öyle atamazsınız.

*
MİSAFİR: Dünya, sonsuz yolculukta bir nefesçik durak. Mola… Yayılma,yayılma!
Şimdi,birazdan,hemen,kaşla göz arası,beklediğimiz/beklemediğimiz bir anda:
"Haydi!" diyecekler "Haydi!" Malın mülkün, samur kürkün eteğinden
çekmediğinde… İşte o zaman anlayacaksın:"Azıcık aşım,kaygısız başım."
sözünün özünü.

*
HALVET: Arada bir de olsa kendinle baş başa gelemiyor, kalamıyorsan…"Kendini
kendine dost kabul etmiyor musun yoksa?! Bunu arada kendine sor da bir öğren. Bana da haber ver!

*
ÖLÜMLÜ VE GURURLU: Karac'oğlan: "Üç derdim var birbirinden seçilmez:/Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm." der. Zaman geçse de dertler aynı. Avunmaya çalışma evinle, arabanla…Ayrılığa,yoksulluğa,ölüme bir çaren var mı? Yok! O zaman Nemrutluğu,deccallığı bırak.Hem ölümlüsün hem de gururlu! Bu
ikisini nasıl yan yana getiriyorsun?Ciddi misin?

*
İŞİMİZ ALLAH'A KALMIŞ: Toprağı "nar" yapan değilsen,ihtiyaçların bitmiyorsa… secdeden başka varacağın yer yok. Senin gücün de yok!İşimiz Allah'a kalmış. İyi ki O'na kalmış. O'na kalmayan işler…kalır. Hay'dan gelip Hu'ya gidiyoruz.Ne sandın ya!

*
BESTE: Denize bakıp deniz;muma bakıp mum;yağmura bakıp yağmur
olamıyorsan… Yoksa bu âlemin rotasında,potasında değil misin?Bu bestenin bir notası da sensin. Notadan da öte sen bir bestesin. * (BU) SEVDA: Beter olsun bu sevda;yeter olmasın.

*
HAYAT VE ÖLÜM: Hayatın yoksa,ölümün de yoktur;hayatın varsa, ölümün de yoktur!

*
BİR ÖZÜR (DİLEMESİsevinçli Kusura bakmayın alışveriş yapamayacağım; yanıma kelimelerimi almayı unutmuşum da!

Ali Hakkoymaz

http://www.senaidemirci.net



SELAM CANANBERRAMAZAN KARDES TEK KELIMEYLE SÜPEEEEEEEEEEER!
EMEGINIZE SAGLIK YAZILARIZI TAKIP EDIYORUM.ILGINC VE GÜZEL KONULAR SECIYORSUNUZ HARIKASINIZ.

BEN BAZILARINI KENDI PC KAYDEDIP KOPYESINI ALABILIRMIYIM ACABA

Ekleme Tarihi: 26.01.2008 - 09:26
Bu mesajı bildir   hamide üyenin diğer mesajları hamide`in Profili zum Anfang der Seite
KaLBeNuR su an offline KaLBeNuR  

1686 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 20.07.2007
En Son On: 17.08.2009 - 12:01
Cinsiyeti: Bayan 
Ne demek kardesim...bende bu yazilari(aldigim yerlerin ismini yazarak tabi)bir yerlerden alip sizlerle paylasiyorum...Allah hepimizden razi olsun insallah...Paylasima devam Yaradan`inda izniyle...
selam ve dua ile kardesiniz...
Ekleme Tarihi: 26.01.2008 - 15:41
Bu mesajı bildir   KaLBeNuR üyenin diğer mesajları KaLBeNuR`in Profili KaLBeNuR Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an 1 üye ve 1278 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
SaYaCGIN (48), AnneminSariGülü.. (34), kotza1 (55), keremcik (52), fatih GUNES (49), muhsin p.o. (52), tuva (42), Dostluklar_Baki (39), meydan26 (50), mehlika akasya (45), panter32 (50), NÖBETCI (47), baranbari (49), friendsofmehdi (39), tatar_salih (36)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.98414 saniyede açıldı