0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » bir arkadaşın sorusu lütfen cevaplarmısınız?

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 6 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
hulyam su an offline hulyam  
bir arkadaşın sorusu lütfen cevaplarmısınız?

212 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.02.2006
En Son On: 07.05.2010 - 19:09
Cinsiyeti: Bayan 
Selamün aleyküm kardesler. Bir kez daha sorumu yinelemek istiyorum çünkü cevabini 8 yasindaki oGlum merakla bekliyor.Soru su nefis nasil ve niçin yaratilmistir? Nefis nedir olsa sorusu, cevaplandirabiliyorum ama nasil ve niçin yaratilmis sorusuna onun anlayabileceGi bir seviyede cevap bulamadim.Epey de arastirdim ama sonuç elde edemedim . Bu konuda bana yardim edebilecek kimse var mi ? ALLAH C.C cümlemizden razi olsun insallah ...CEVAPLARiNiZi BEKLiYORUM .
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 10:40
Bu mesajı bildir   hulyam üyenin diğer mesajları hulyam`in Profili hulyam Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
fosaloglu su an offline fosaloglu  

2683 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 24.09.2003
En Son On: 20.01.2007 - 12:07
Cinsiyeti: Erkek 
Nefs; insanın içindeki ikinci kişi gibidir.ve hep insana yanlışı,çirkini öğütler. Kötüyü tatlı ve iyi göstermeye çalışır.

Yaradılma sebebi imtihandan olsa gerek. Şüphesiz doğrusunu Allah bilir.
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 10:53
Bu mesajı bildir   fosaloglu üyenin diğer mesajları fosaloglu`in Profili fosaloglu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
akarsu su an offline akarsu  

895 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.02.2006
En Son On: 22.04.2007 - 18:06
Cinsiyeti: Bayan 
NEFİS VE NEFSİN TEZKİYESİ

Arapça bir kelime olan nefs, lügatte, ruh, bir şeyin kendisi, akıl, insan bedeni, ceset, kan, azamet, arzu ve kötü istekler gibi manalara gelmektedir.(1)

Tasavvufî olarak da, "kendisinde iradi hareket, his ve hayat kuvveti bulunan latif buharlı bir cevherdir."agla2) şeklinde tanımlanır. Kötülüğü emreden manasında anlaşıldığı gibi, Allah tarafından insana üflenen ve "ruh-ı Rahmani", "ilahi ben" manasına da kullanılmıştır.(3)

Nefs kelimesi Kur’an-ı Kerim’de ; zatullah(4) , insan ruhu(5), kalp(6), insan bedeni(7), bedenle beraber ruh(8), insana kötülüğü emreden kuvvet(9), zat ve şahıs(10) ve cins(11) anlamlarına gelecek şekilde kullanılmıştır.(12)

Nefsin tezkiyesi tabiri ise, kişinin kötü istek ve arzulardan arınması ve kendine hakim olabilmesi anlamında kullanılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de "nefsini temizleyen kurtuldu. Onu fenalıklara gömen kimse de ziyana uğradı."agla13) buyrulmaktadır ki bu ayette nefis temizlenmesi gereken, arıtılmaya muhtaç bir hasse olarak kullanılmıştır.

Kişinin nefsini temizlemeden yüce makamlara ulaşmayı beklemesi hayaldir.

Sen canından geçmeden canan arzu kılarsın

Belden zünnar kesmeden iman arzu kılarsın

Men aref nefse dersin kendi nefsin bilmezsin

Melaikeden yukarı seyran arzu kılarsın. (Eyüplü Memiş Efendi)(14)

"Nefsin hüsn-i hali, ahlak-ı zemimesinden geçirüb mücahede ve riyazatla ahlak-ı hamideyle muttasıf kılmaktır. Zira bir kimse Hak için benliğini terk idüb, kendi sıfatını fani (bilip), sıfat-ı Hak ile baki kalırsa terk ettiği şeyler bedeli min-tarafillah hediyelere mazhar olup nice halde lika-i Bari’ye vuslatla mesrur olur."agla15) diyen Safer Baba nefsi terbiye yolunda çekilecek cefanın Allah tarafından gelecek hediye ve icabetlerle unutulacağını ve nihayette Allah’a vuslatla mutlu olan insanın hiç sıkıntı çekmemiş gibi olacağını çok güzel bir şekilde izah etmiştir.

Yine Safer Baba; Hak yolunda mücahede olmadan vuslata, mertebelere ve derecelere nailiyyetin imkansız olduğunu, nefsin kul ile Rab arasında bir perde olduğunu, nefsin aradan çıkarılmadan Hakkın tecellilerine mazhar olmanın zor olduğunu, bu nefis perdesinin de ancak Nur-ı Muhammediyye’nin doğmasıyla kalkabileceğini ve o zaman bu nurun sahibinin Hakka Yakin olup, halktan emin olabileceğini, takva elbisesine bürünüp şerden emin olup hayır ve hasenata erişebileceğini ifade eder.(16)

Nefse hakim olmak arzu ve isteklerine veya öfkesine hakim olmak, sabretmek demektir.(17)

Nefisle mücadele dünyevi muharebeden güçtür. Çünkü nefis gizli ve insanın içinde bulunan, daim savaş halinde bulunan bir düşmandır ki her an fırsat gözetmektedir. Zahiri düşman ise dışarıdadır ve düşmanlığı açıktır. Onunla savaş belli bir zamanda cereyan eder ve biter. Nefis ise sürekli mücadele verilmesi gereken bir düşmandır. Nefsini terbiye edememiş kararsız şahsiyetlerin öz yapılanmasını sağlamadan/sağlayamadan zahir düşmanlara savaş açması kuru bir cehalet veya hamasetten mütevellid bir safdilliktir.

Konumuz büyük cihat-küçük cihat tartışması olmadığı için burada sadece ihlası kuşanamamış zengin, alim ve şehidin Allah’ın emri üzere cehenneme atıldığını haber veren Buhari hadisine işaret etmekle yetiniyoruz.

Nefis öyle bir perdedir ki, kulu Mevlasından perdeler. Nefis kalpleri istila edip kapladı mı onları esir eder, emri altına alır, hükümran olur. Nefis bir kalbin hakimi olduğu müddet, dünya ve baş olma sevgisi katiyyen kulun kalbinden çıkmaz. O nefsin öyle bir teşkilatı vardır ki, ancak Allah’ın yardımı ile ondan kurtulmak mümkün olur. Kötü hevai istekler, şirk hali, halkla çekişmek,kötü zan, kibir ve varlık davası, saygısızlık, meşhur olmak,ün yapmak gibi daha neler neler... Hep bunlar onun için hayattır. Her kim ki, nefsine şefkat gözüyle bakar ebedi felah bulmaz. İnsan öldürücü bir zehirden nasıl korunursa nefisten de öyle korunmalıdır. Mutlaka nefisle uğraşmak icap eder. Nefsi teraziye vurmak, o övüldükten sonra hemen kötülüğünü tasvir etmek, bir izzet içinde midir, hemen zillete döndürmek, bir ikram içinde mi yaşıyor elinden alıp küçük düşürmek bütün bu sayılanlar nefis için bir ölçü aletidir. Nefsine karşı açtığı mücahede ve mücadeleyi bırakanın vay haline.(18)

Hz Şeyh Beka Batur (ks) şöyle der: "Bir kimse nefsini altetmek için Allah’tan yardım talebinde bulunmazsa nefsi onu yener”.(19)

Hz Şeyh Aliyyü’l- Havvas (ks) ise: "Nefis övüldükçe kirlenir, zemmedildikçe temizlenir."agla20) demiştir.

Nefse uyup rah-ı Hak’dan taşra çıkmak yol mudur,

Kibr u ucb ile adın dervişe takmak yol mudur,

Matlubun a’la iken ednaya bakmak yol mudur,

Yar-ı Baki var iken ağyare bakmak yol mudur.



Nice bir emmarelikte eyleye nefsin karar,

İşidüp "fefirruilallah" ile ol yana firar,

Tövbe kıl cürme Hüdayi eyle Hakk’a itizar,

Her muradı Hak verirken gayra bakmak yol mudur.(21)

Nefis şahine benzer. Bunu yetiştirmek ve alıştırmak için karanlık bir yere hapsederler. Gözlerini kaparlar ve alıştığı her şeyden uzak tutarlar. Sonra yavaş yavaş et verirler. Böylece sahibine alışır ve ona itaat eder. Bunun gibi nefis de alışkın olduğu adetlerinden kesilmedikçe, gözü, kulağı ve dili bağlanmadıkça Allah Teala ile yakınlık kuramaz. İlk zamanlar küçük çocuğu sütten kesmek gibi bu nefse zor gelir. Fakat bir zaman sonra sütten kesilmiş bir çocuğun bir daha meme almaması gibi olur.

Herkesin riyazeti daha çok sevdiği ve istediği şeyi nefsine yaptırmamaktır. Galip olan şeyi yapmamasıdır. Makam ve iktidarı seven nefsine bunun terkini söylemeli, mal ve serveti seven bunun terkini söylemelidir. Bunun gibi Allah Teala’dan başka şeyle teselli bulmak isteyen bu fikri zorla kendinden uzaklaştırmalı ve nefsini ebedi lazım olacak şeye gayret ettirmelidir. Ölüm zamanında seni bırakacak olan şeyleri bugün ölüm gelmeden bile bile seve seve sen bırak ve Allah Teala’ya ibadetle uğraş.(22)

Biz bu çalışmamızda nefsin ne demek olduğunu, onunla mücadele etmenin gerekliliğini, sonuçlarını ve mücadelenin nasıl olabileceğini izah etmeye çalıştık.

Allah bizleri ve tüm inananları nefsin hile ve desiselerinden uzak kalarak iman ve ibadetle temiz bir hayat süren kullarından eyleyip, bizi, göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimize bırakmasın. Amin.
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 11:03
Bu mesajı bildir   akarsu üyenin diğer mesajları akarsu`in Profili akarsu Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
NurBahcesi su an offline NurBahcesi  

2687 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 13.08.2005
En Son On: 16.01.2010 - 22:25
Cinsiyeti: ----- 
baglantili

Kalb dendiğinde ilk akla gelen, göğsün sol yanında, sol memenin altında, hem sinir hem kas esaslarını câmi; karıncıkları, kulakçıkları bulunan ve insan uzuvları arasında kendi kendine hareket etme özelliği taşıyan; atar ve toplardamarların kökü, merkez noktası; solunum ve akciğer hareketleriyle de ilgi ve paralelliği olan.. yürek dediğimiz çam kozalağı şeklindeki malûm organdır ama, biz burada, cismanî bu kalbden daha ziyade gönül de diyeceğimiz, vicdanın dört temel unsurundan biri sayılan, bütün duygu, düşünce, şuur, sezgi, idrak ve manevî âlemimizin merkezi, rûhânî ve ilahî ‘latîfe’ olarak bilinen kalb üzerinde durmak istiyoruz ki, bizce insan hakikatinin özü, esası da işte bu kalbdir.[1]

Gönül sözcüğüyle de ifade ettiğimiz bu latîfe, insanî kemalâta uzanan bir merdiven, cismâniyet âleminde ötelerin bir izdüşümü, insan bünyesinde rûhânî âlemlere açık en geniş kapı, benliğimizin şekillenmesinde biricik laboratuvar ve hayrın, şerrin de en önemli bir test merkezidir. Bizim ruhla münasebetlerimiz, aklımızı olumlu istikamette harekete geçirmemiz, beşerî temayüllerimizi kritik etmemiz hep bu merkeze bağlı cereyan eder. İşte bu kalbdir ki, zamanla ruhumuzun gözü-kulağı hâline gelir; gelir de, nokta-i istinat ve nokta-i istimdat buutlarıyla sezgimiz onun bakışı, aklımız kritikçisi, iradelerimiz de sevk ve idarecisi olur.

Bu rûhânî kalbin beslenme kaynağı iman, onun itminana ulaşma yolu da her zaman Allah’ı anmaktır.. evet “Kalbler, ancak Allah’ı anma ve yâd etmekle oturaklaşır.’’ (Ra’d, 13/28) huzura erer.. ve bu sayede ruhtaki bütün acılar diner.. stresler, hafakanlar aşılır.. ve his dünyamızda da sürekli itminan meltemleri esmeye başlar; başlar, zira, her şey Allah’la başlamıştır. O öyle bir ‘Mebde-i Evvel’dir ki, zincirleme sürüp gidiyor gibi görünen bütün sebepler döner-dolaşır, nihayet O’nda sona erer. Bütün arzu, istek ve beklenti mülâhazaları gider O’nda noktalanır. O, evveli olmayan ikincisiz bir ilk, âhiri olmayan bir merci, bir münteha ve bir sondur. Ne dış dünya ve âfâkî âlemde ne de iç âlem ve vicdan mekanizmasında O’nun ötesinden söz edilemez; O, ötelerin ötelerin ötelerin... ötesidir ve daha ötesi de yoktur. O, tam hissedilerek anılınca, insanî düşünce en son ufka ulaşmış; akıl, mantık hayret ufkuna ermiş ve ruh, fânîlerin varabileceği son serhadde varmış olur. Bütün ümitlerin gerçekleşebileceği, bütün dünyevî endişelerin birer vehimden ibaret olduğu, sebeplerin bir bir devrilip her şeyin tevhîdî boyaya boyandığı serhadde.

Bu noktaya kadar, insanoğlunun yöneldiği bütün nimetler-minnetler, sevinçler-inşirahlar, bulmalar-tatmin olmalar hep daha mükemmeli elde etme mülâhazasıyla cereyan ederken, iş gelip bu noktaya dayanınca her şey birdenbire bitiverir.. evet O’na ulaşınca bütün arzular, istekler sona erer, bütün yol heyecanları hemen sönüverir ve duygular, düşünceler de ‘çiy noktası’na ulaşmış nem gibi rahmete inkılâp ediverir; ediverir de, esbab dairesi içindeki bütün yükselme talepleri sona erer.. mercî arama ihtiyacı kafalardan silinir gider.. ve insan, âdeta, yürüdüğü o upuzun yolu bitirmişçesine bir neşve duymaya başlar. Ne var ki, bundan sonra da, herhangi bir kemmiyet ve keyfiyet ölçüsüne sığmayan değişik tecellî dalga boyundaki bu huzur esintileri, sürekli bir vuslat ve aşk u şevk iç içeliğiyle hep sürer gider.

İnsan mahiyetindeki bu rûhânî kalbin, bedenî kalble, tıpkı cisim ve ruhun birbiriyle münasebetine benzer sırlı bir münasebeti vardır; ama, şimdiye kadar bu iki münasebetin keyfiyeti ile alâkalı net herhangi bir şey söylemek mümkün olmamıştır. Biz, prensip açısından bugüne kadar söylenebilmiş sözlerin hemen hepsinin bir mahmili olabileceğine açık durmakla beraber, şu anda bu kabil bir teferruata girmeyi de gereksiz buluyor ve geçiyoruz.

Rûhî hayat ve rûhânîliğin ruhla alâkası açık ve bedîhîdir. -Esas yeri Kalbin Zümrüt Tepeleri olan bu iki epistemolojik konuyu, teferruatıyla orada tahlil etmek gerekecek.- Kur’ân-ı Kerim: “Ruh, Rabbimin emrindendir” (İsra, 17/85) der. Bu ifade tarzı, ruh gerçeğinin, Rabbin bilebileceği bir şey olduğunu ve Allah’tan başka hiç kimsenin O’nun hakikatini bilemeyeceğini vurgulama bakımından fevkalâde manidardır. Evet, Ruh, haricî vücudu bulunan bir kanun ve şuurlu bir namustur; sabit ve daimî fıtrat kanunları gibi emir âleminden ve irade sıfatından gelmiş bir kanun ve namus. Hem ruh hem de kâinatta cârî diğer bütün kanunlar emir âleminden gelmiş aynı şeylerdir.. ve kaynakları, devamlılıkları itibarıyla ikisinin hakikati de aynı sayılır. “Eğer nevî (tür)’lerdeki kanunlara Kudret-i Ezeliye haricî ve mahsus (duyu organlarıyla hissedilebilen) bir vücut giydirseydi, onlar da ruh olurlardı.. ve eğer ruhu şuurdan tecrit etseydi, o da değişik nevîlerdeki kanunlar gibi bir kanun olurdu.” (Hakikat Çekirdekleri) Kur’ân’ın bir-iki kelime ile işaret edip geçtiği ruh hakikatinin bu veciz izahı, onun özü, esası ve iç yüzü ile alâkalı bütün metafizik tartışmaları kökünden kesip atacak mahiyettedir.

Aslında, Allah’ın hemen her işi, herhangi bir sebep, şart, malzeme ve materyale ihtiyaç hissedilmeden, sırf bir “ol” deyivermekle oluverir. O’nun böyle tekvînî bir emri, herhangi bir şeyin haricî vücut açısından meydana gelmesi için yeterlidir. Tabir-i diğerle, ilâhî irade ve meşietin diliyle, bir nesnenin herhangi bir keyfiyette vücut bulmasını dilemek o objenin var olması için kâfîdir. Bu türlü var olmaların devam ve temâdîsi aklın zahirî nazarında “ef’âl-i âdiye” gibi değerlendirilse de, bu kabil bütün hâdiselerin harika olduğu açıktır.. ve gerçek emir sahibine bağlanmadan izah edilmeleri de imkânsızdır.

Bazen biz, ruh dediğimizde, en kâmil ruh mânâsına gelen Cenâb-ı Hakk’ın nefhası “rûh-u a’zam”ını düşünürüz; düşünürüz zira, Allah’tan gelmiş, Allah’a en yakın ve lâhut âlemine ait esrarı hâiz olan işte bu ruhtur.. ve insanın Allah’a halife olması da onun böyle bir ruh taşımasına bağlıdır. İnsan bünyesindeki bu ruh; madde, cisim, cevher olmayan âlemden cismâniyet âlemine bir armağan; hem de metafizik mülâhazaların bir dili, bir tercümanı gibidir. Bir kere ruh dediğimiz bu cevher, hem ilim hem de vücut âleminden bir tecellîdir; onun şuurlu bir kanun-u emrî olması, Zât’la irtibatı, nûrâniyet ve şeffâfiyeti de ilme tam bir mazhar olması itibarıyladır. Eğer insan ilahî sırlara açılmak istiyorsa -ki potansiyel olarak buna herkes müsait olarak yaratılmıştır- böyle bir açılım da ancak kalb ve ruhla mümkün olabilecektir. Evet, ulûhiyet hakikatinene dair sırlar ancak gönül ufkundan, ruh gözüyle temâşâ edilebileceği gibi, akıl, mantık, muhakeme ve sebepler üstü Hakk’a yakınlık da, sadece ve sadece ruhun ayağı ve kalbin kurallarıyla gerçekleşebilecektir.

Ruh, bir müşahit, gönül onun özel temâşâgâhı; ruh Hakk’a yaklaşma yolunda bir atlet, gönül onun en hayatî dinamosu; ruh bir seyyah, gönül onu hedefe ulaştıran bir rehber; hattâ canın Cânân’la keyfiyetler ve kemmiyetler üstü müşterek bir halvethânesidir. Bu itibarla da, eğer insan sonsuza yönelecekse önce gönül kapısına yönelmeli, oturup-kalkıp sürekli gönül hikâyeleri söylemeli, gönül insanlarıyla içli-dışlı olmalı ve ruhuna gönlünün kanatlarından tüyler takmalıdır ki, fizikî dünyanın çekim ve sürtünme gibi engellerine takılıp yollarda kalmasın. Sonsuzluk yolunda gönül, insanın kolu-kanadı ve enerjisini ötelerden alan bir dinamosudur. Gönlün gücünü yanına alan ve onun rehberliğinde gök yolculuğuna açılan kimseler, kat’iyen bir başka vasıtaya ihtiyaç hissetmezler; hissetmez ve seyahatlerini hep rûhânîlerle at başı götürürler. Yorulmadan arş semtine koşan işte bu ruhlar, büyük ölçüde ten kaygılarından sıyrılmış gönül şehsuvarlarıdırlar. Onların kanat çırptıkları aynı noktalarda, sürekli melek kanatlarının sesleri duyulur.

Üzerinde Yaradan’ın mührü bulunan gönül, rûhânî âlemlerle cismânî âlemlerin birleşik noktasında yaratılmış, berzahî vücuduyla insanlar arasında âdeta “insan-ı kâmil” konumundadır. Dünyâ-ukbâ, mülk-melekût, fizik-metafizik âlemleri ortasında bir berzah mahiyetindeki kalbin/gönlün, çok geniş bir irtibat alanı vardır. Bu genişliği ile o, mazruf olduğu aynı anda zarf durumunda ve muhatken de (kuşatılmış) muhit (kuşatan) konumundadır. O bedende yaşarken, onun hakîkî hayat kaynağı; cismâniyete tâbi görünürken, sonsuzluk yolunda onun imamıdır. Ruhun aydınlıklara açık olması, kalbin ziyasından, suretinin imrendiriciliği de onun ledünnî câzibesindendir.

İnsan mahiyetinde, suret de, can da kalb cevherinin terkisine bağlanmış birer arazdan ibarettir. Aslında suretin de, canın da hâiz bulundukları kıymet tamamen kalbden kaynaklanır. Akıl, en kalıcı eserlerini hep kalb atmosferinde öregelmiştir ki; kalbin ilhamları dört bir yandan dimağı kuşatınca, mantık ve muhakemeye bağlı bütün yalancı mumlar söner, sadece ve sadece yağı, fitili öteden, o gönül çerağı par par yanmasını sürdürür.

Havası-suyu her zaman sonsuzdan gelen gönül pınarında, sürekli bembeyaz “âb-ı hayat”lar çağlar. Ziyası, rengi ötelerden kalb fânusu etrafında, her zaman kelebekler gibi rûhânîler pervane döner. Böyle bir âb-ı hayat çeşmesine ulaşabilenler, Hızır’la aynı yeşilliğe seccade sermiş sayılırlar; bu fânusu gözbebeklerinin içine alanlar da, bir daha o ışık kaynağından ayrılmayı düşünmezler.

Gönlün yüzündeki peçenin sıyrılıp kalb gözünün sonsuza uyanması tamamen zamana ve zaman içinde de aktif sabra bağlıdır. Zamanı değerlendirip bu sabrı gösterenlerin gönül gözleri, bugün olmasa da yarın mutlaka açılacağından ve bunların lisanlarının zamanla bir beyan çağlayanı hâline geleceğinden şüphe edilmemelidir. Evet gün gelip de bunların kalbleri ulaştıkları ufkun nurlarıyla aydınlanıp dillerinin de bağı çözülünce, çevrelerine başları döndüren ne sihirli besteler ne sihirli besteler sunarlar..!

Gönül ilahî sırlara açık öyle bir ufuktur ki, o ufkun iki adım ötesinde hemen her zaman meleklerin “hay-hû”yu ve rûhânîlerin kanat sesleri duyulur. Böyle bir sır burcuna erenler için “Sidre” ile “Kâbe” iç içe bir vahit hâline gelir.. “Ravza” “Firdevs”e örtü olur.. “Evvel” “Âhir”in rengini alır.. “Zâhir” “Bâtın”ın boyasına boyanır.. hisler dehşete düşer.. ruh hayretler yaşar.. beyan bir adım geriye çekilir.. gönül can diliyle konuşmaya durur.. ve her şey sonsuzun büyüsü ile büyülenir.

Gönül erlerinin konuşmaları harfsiz ve kelimesizdir; onlar hep ruhlarıyla söyleşirler.. birbirlerine dilsiz-dudaksız lâf ederler.. güller gibi çehrelerine akseden kalblerinin renginden birbirlerine tebessümler yağdırır dururlar. Bütün bütün gönül rengine boyanmış bu ruhlar arasında “sen”, “ben” düşüncesi tamamen eriyip gitmiş ve ortada sadece “O’na” bağlı izafî bir “biz” kalmıştır. Bu itibarla da onlar kat’iyen birbirleriyle çekişmez.. biri birinin ışığını söndürmeye çalışmaz ve “benim mumum”, “benim meş’alem” demezler. Aslında ışık ışıkla vuruşmaz, nur ziya ile zıtlaşmaz, bahar yeşil ile savaşmaz, derya damlayı kurutmaz; şavk şavka güç kazandırır, ziya nura şuleler gönderir, bahar çimenlerle sarmaş dolaş yaşar, derya damlaya ölümsüzlük yolunu açar.. her şey ama her şey, bize “biz” olma neşîdeleri mırıldanır.

Evet insan, şahsî benliğine bağlı kaldığı sürece, bir zerre, bir damla, hatta bir hiç olmadan kurtulamaz. Aksine benlik fânusunu taşa çalarak gönlünün enginliğinde başkalarıyla birleşip kaynaştığı ve kendi dar dünyasının dışında ayrı bir heyete ulaştığında ise, hemen bir güneş, bir umman ve bir kâinat hâlini alır. Birbiriyle birleşen yağmur damlalarının çağlayanlara dönüşmesi gibi onlar da âdeta bir ırmak hâline gelerek sonsuzlaşma yoluna girer ve değerler üstü değerlere yükselirler. Böyle bir birliğe ulaşamadıkları takdirde ise sadece dünyevî ve maddî değerlere bağlı kalırlar ki bunların kıymeti de kabir kapısına kadardır. Gün gelip ölünce, her şey biter; onlar da hazan yemiş yapraklar gibi savrulur giderler. Gönül bahçesinin gülleri, çiçekleri ise her zaman taptaze kalır ve kat’iyen sararıp solma bilmez.

İşte size, her şeyi dünyevîliğe bağlamış bir ruhun ızdıraplarını mırıldanan nefis bir çift söz:

“Kimi vicdana dokundu, kimi cism u câna,
Zevk nâmıyla ne yaptımsa peşîmân oldum. (N. Kemal)

Bir de, etrafa gülücükler yağdıran ve tamamen gönlün sesi şu sözlere bakın:

“Bu dünyada bütün çiçekler solar
Ve bütün kuşların ötüşleri de devamsızdır;
Ben ebedî sürecek yazları düşlüyorum.
Bu dünyada çok kimse, aşklarının,
Dostluklarının zevâline ağlar;
Ben ebetlere kadar sürecek sevgilileri düşünüyorum.” (Sully Prudhomme’nin Dünya adlı şiirinden)

Gelin şimdi de her şeyi engin bir temâşâ zevkine bağlayan şu münacât gibi sözlere kulak verelim:

“Fâniyim, fâni olanı istemem,
Âcizim âciz olanı istemem
Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim gayr istemem!
İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim,
Hiç ender hiçim, fakat umum mevcudatı beraber isterim.” (Bediüzzaman)

İstenmeyen şeyler, iki adım ötede bizi bırakıp gidecek şeylerdir. İstenen ise, her zaman gönül ufkunda temâşâ edilen Cânan’dır. Kalb zirvelerine yükselip can gözüyle O’nu temâşâ edenler, her şeyi bulmuş ve kurtulmuş sayılırlar. Böyle bir rasat noktasından habersiz yaşayanlar ise, ebediyen hasret ve hicran içinde inler dururlar. Böyle bir şâhikaya yükselmenin yolu ise, biyolojik hayat çeperinden sıyrılarak kalb ve ruhun hayat mertebelerine yönelmeye bağlıdır. Bu yolun en hızlı ve amûdî (dikey) yükselme vasıtaları ise iman, tevhid ve mârifetullah hakikatlerine karşı sürekli açık durmaktır.
Ekleme Tarihi: 19.04.2006 - 11:51
Bu mesajı bildir   NurBahcesi üyenin diğer mesajları NurBahcesi`in Profili NurBahcesi Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
mehman06 su an offline mehman06  
Nefs

34 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 16.01.2006
En Son On: 22.08.2008 - 19:56
Cinsiyeti: Erkek 
NEFIS

Allah-u zulcelal insani üstün ve serefli olarak yaratmistir,kullarin gecici dünya hayatinda Allah-u Zülcelal`e karsi olan kulluk vazifelerini yerine getirmeleri ve imtihanlari kazanmakla mükellef kilmistir.
Bu itibarla insanin dünyadaki asli görevide
Allah-u Zülcelale ibadet ve taat olmustur.
Fakat insanin zamanla bu asli görevlerinden uzaklasmakta ve günahlara düsmektedir.Bunun
sebebi nefsin kötü istek ve arzularina uymaktir.
Nefis iki manadir;
Insanin icerisinde gazap ve sehvet kuvvetleriyle Allah-u Zülcelalin emir ve yasaklarinin disinda hareket etmek isteyen ve devamli olarak kötülügü tavsiye eden,
sahibinin günaha meylettirmeye calisan hayvani ruhtur.
Peygamber Efendimiz(sallallahu Aleyhi ve sellem)hadis-i serifte söyle buyurmustur:
"Sizin en büyük düsmaniniz.iki yaniniz arasinda bulunan nefsinizdir."aglaBeyhaki)

Ikinci mana;Allah-u Zülcelal`in emir ve yasaklarini dinleyerek Allah-u Zülcelali
razi etmeye calismasidir,bunun icin Allah-u Zülcelal Ayet-i kerimde söyle buyurmustur:

Ey huzur icinde olan nefis!sen Rabbinden razi,
Rabbin senden razi olarak rabbine dön:(Fecr:27-28)

Birinci manadaki nefsin insana iyilik tavsiye etmesi düsünülemez.onun icin insan nefsi hastaliklarini yok ederek nefsini Allah_u Zülcelalin övdügü ikinci manadaki nefs durumuna girmeye calismasi
gerekmektedir.

Nefis kisinin durumu ve terbiye etme itibariyle bir kac kisma ayrilmaktadir.Buna göre herkes kendi durumuna bakarsa nefsinin hangi mertebede oldugunu bilebilir.
NEFSIN MERTEBELERI
Nefsi Emmare:Hep kötülügü emreder,hayirda ve ibadette gözü olmayan nefistir.
Nefsi Emmare ;kibir,hirs sehvet,haset,gazap, cimrilik ve kin gibi kötü ahlaklarin kaynagidir.

Nefsi Levvame:
Bu makam,tuttugu yolun yanlisligini anlayan,
gunah ve kusurlarinin farkina varan,tamamiyla günahtan kurtulamamislardir,ama nefsi ile mucadele etmeye baslamislardir.Ama emniyetli bir makam
degildir.Bir gün camide,bir gün meyhanededir.
bundan kisisel caba ile kurtulmak zordur.
caresi bir mürsid-i kamile baglanmaktir.
NEFSI MÜLHIME:
Levamme makamindan,nefsi ile baslattigi mücadelede galip cikan insanlarin ulastigi olgunluk mertebesidir.Cogunlukla hakka ve hayra yönelmislerdir.Ara sira günah ve gaflete düsseler bile hemen farkina varip tövbe ederler.Yaptigi ibadet ve taatten zevk alirlar ve sehven islemis oldugu günahlardan pismanlik duyarlar ve tevbe ederler.
NEFSI MUTMAINNE:
TAM bir iman olgunluguna ve teslimiyet huzuruna ulasilan makamdir.
Bu makamda kibir;vakara,haset;giptaya;düsmanlik;adalete
müsriflik;cömertlige,riya;sukre dönmüstür.
Bütün kötü huy ve duygular hayra yönelmistir.
Nefsi mutmainne iki makamdir:
A)Nefsi Radiye:
Allah`in her türlü takdirine ve taksimine itirazsiz razi olan,seriatin her hükmüne severek katlanan kamil insanlarin halidir.
Kisacasi bunlar Allah-u Zülcelal den razidirlar.Ara sira hata isledikleri zaman hemen pisman olup tevbe ederler.Hatta bu hatalarini tamir etmek icin öyle gayret ederler ki,seytan o günahi isletigine pisman olur.
B)Nefsi Merdiyye:
Allah-u Zülcelal`in kendilerinden razi oldugu,hosnut oldugu,hep kendi rizasina uygun islerle mesgul ettigi,günahlardan ve dunyalik arzulardan meyillerini kestigi;
keramet,ihlas ve zikrin eseri kendisinde bulunan seckin kullarinin makamidir.
VÜCUT ULKESI:AKIL,NEFIS VE KALP
Allah-u Zülcelal insana,akil nimetinden baska,kalp ve mezmum bir nefis vermistir.
Insan oglunun bedenindeki nefsin makami,bir ülkenin hükümdarinin makami gibidir.Zira
beden nefsin ülkesi,karargahi ve sehridir.
Bunun icin hükümdar olan nefis,vücut olan sehre yapacagi zararlara:vezir olan akil tarafindan,nefse hitap edilerek,onu uyarmak suretiyle engel olunmalidir.Vücut ülkesine harabetmesine engel olmak icin,faydali olan ne ise onu yaptirmaya calismalidir.
Ekleme Tarihi: 22.04.2006 - 23:47
Bu mesajı bildir   mehman06 üyenin diğer mesajları mehman06`in Profili mehman06 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
osludere su an offline osludere  
RE: bir arkadaşın sorusu lütfen cevaplarmısınız?

5 Mesaj

Kayıt Tarihi: 23.04.2006
En Son On: 23.04.2006 - 15:56
Cinsiyeti: ----- 
Alıntı
Orijınalı hulyam

Selamün aleyküm kardesler. Bir kez daha sorumu yinelemek istiyorum çünkü cevabini 8 yasindaki oGlum merakla bekliyor.Soru su nefis nasil ve niçin yaratilmistir? Nefis nedir olsa sorusu, cevaplandirabiliyorum ama nasil ve niçin yaratilmis sorusuna onun anlayabileceGi bir seviyede cevap bulamadim.Epey de arastirdim ama sonuç elde edemedim . Bu konuda bana yardim edebilecek kimse var mi ? ALLAH C.C cümlemizden razi olsun insallah ...CEVAPLARiNiZi BEKLiYORUM .


8 yasındaki oglunuz icin soyle bir benzetme olablir. nefis doyurulması gereken bedensel ihtiyaçları temsil eden canlının devamını saglayan ama hayvanlardan farklı olarak içgüdülerle değil akılla kontrol edilebilen istekler bütünü. başlangıcı emme isteği ile doğumla başlar yeme içme ve sonrasında bedenin ve ruhun gelişimine mütakip nefis zenginleşir ve güçlenir ve kontrolsuz olursa bunyeye zarar verici hale gelir.... desem kısmen açıklamış olur muyum.
Ekleme Tarihi: 23.04.2006 - 02:55
Bu mesajı bildir   osludere üyenin diğer mesajları osludere`in Profili osludere Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1239 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
bahar61 (48), ebrar22 (52), muzo 02 (53), abdulberr (57), Sakarya5461 (54), canan85 (39), Abdulkadir056 (27), Alaaddin_E (51), betus86 (38), zeynepcik (41), halebi (40), ammarh. (58), hatice gönül (39), karamurad (57), erens (42), ZeYD-CaN (37), pazarci (40), bkaya85 (39), can38 ()
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.65682 saniyede açıldı