0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » DİĞER DİNİ KONULAR » CENNET KADINLARININ TASVİRİ

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
ebubera su an offline ebubera  
CENNET KADINLARININ TASVİRİ

133 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 11.07.2006
En Son On: 27.08.2013 - 11:53
Cinsiyeti: Erkek 
Allah buyurur ki:

"İman edip iyi hareket ve davranışlarda bulunanlar için, altından nehirler akan cennetler olduğunu müjdele. Ne zaman o cennetlerdeki meyvelerden kendilerine bir rızık olarak yedirilirlerse, bu daha önce rızıklandığımızın aynısı derler. Onlara o meyveler hep benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Ve onlar orada ebedî kalacaklardır." (Bakara, 25)

Şimdi şunları düşün:

Müjdeleyen, çok yüce, menzilesi çok yüce. Kesin doğru sözlü.

Bu müjde ile sana yolladığı elçi pek azametli.

Müjde verilen şeyin kadri büyük. Ve sana bu büyük mükâfat senin için çok kolay bir şeye (iman ve sâlih amele) karşılık verilmiş!

Ve bu müjde de Allah üç büyük mükâfaatı birden zikretmiş:

- Bir, cennetler (bahçeler) ve oradaki nehir ve meyvelerle bedenlere verilen nimet.

- İki, tertemiz eşlerle, canlara verilen nimet.

- Üç, bu hayatın ilelebed devam edeceğini, hiç kesilmeyeceğini bilmekle kalplere verilen nimet (huzur) ve gözlere lütfedilen nimet nûr ve surûr...



İmdi ezvâc (eşler) kelimesi zevc'in çoğuludur. Hem erkeğe hem kadına zevç (eş) denir. Kureyş lehçesine göre böyledir ve Kur'an bu lehçe ile inmiştir:

"Sen (ey Adem) ve zevc'in (eşin) Cennet'te oturun." (Bakara, 35)

Araplardan kadına zevce (dişi eş) diyenler de varsa da bu nâdirdir, neredeyse hiç kullanılmaz.

El-Mutahhera (tertemiz temizlenmiş) kelimesi ise aslında tekil (dişi)'ler için kullanılan bir sıfat ise de kırık çoğul (Cem-i mükesser)'ler için, bu çoğullar cemâat sayılarak (-ki cemâat dişi sayılır), de kullanılırlar.

Nitekim Allah, "mesakine tayyibeh" (Tevbe, 72) (yani hoş meskenler) "kuran zahirah" (yani görünür, açık kentler) buyurmuştur. (Sebe, 1

Bunun benzeri Kur'an'da çoktur

el-Mutahhera, hayızdan, idrardan, büyük necasetten, sümükten, tükürmekten ve dünya kadınlarında bulunan her türlü eziyet verici şey ve pisliklerden tertemiz demektir. Aynı zamanda içi de kötü huylardan, yerilen özelliklerden temizlenmiş olan demektir. Dili, çirkin ve iğrenç sözlerden, bakışları eşinden başkasına uzanmak, arzu duymaktan tertemiz demektir. Elbiseleri, kirden pastan arınmış temizlenmiş demektir.



Abdullah b. el-Mübarek der ki;

...Ebu Said Radıyallahu Anhu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:

"Onlar için orada tertemiz eşler vardır."

"Yani, hayızdan, büyük abdestten, necaset ve tükürükten temiz."

(İbn Hacer, isnadı sahih değildir demiştir, bk, Feth el-Bârî, VI, 320; İbn Kesir, bu ğarib bir hadistir demiştir, bk, Tefsir, I, 67; Hakim bunu Müstedrek'inde başka bir senedle rivayet etmiş ve bu sened Buhari ve Müslim'in şartı üzeredir demiştir. İbn Kesir demiştir ki: Onun bu iddiasını gözden geçirmek lâzım, çünkü seneddeki Abdurrâzzak b. Ömer el-Büzey'i hakkında Ebû Hatem b. Hıbban, onu delil getirmek caiz değildir demiştir, bk, el-Mecrûhîn, II, 160. Sonra da İbn Kesir, bu Katâde'nin sözüdür, Peygamber'den merfû olarak rivayeti caiz değildir, demiştir.)



Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas, tertemizden maksat "hayız görmezler, abdest bozmazlar, balgam atmaz, aksırıp tıksırmazlar" demişlerdir.

İbn Abbas "pisliklerden ve eziyet verici şeylerden temiz" demiştir. (İbn Kesir, Tefsir, I, 66)

Mücahid, "küçük büyük abdest bozmazlar, mezi meni bırakmazlar, hayız görmez, tükürmez, balgam atmaz, çocuk doğurmazlar" demiştir. (Abdurrâzzak rivayet etmiştir, bk, Tefsir el-Kurtubî, I, 241)

Katade, "günahdan ve eziyet verici şeylerden temiz. Allah onları her türlü küçük büyük abdest, pislik ve günahtan temizlemiştir" demiştir. (İbn Kesir, Tefsîr, I, 66; Taberî, Tefsîr, I, 176)

Abdurrahman b. Zeyd; "Mutahhera, hayız görmeyen demektir, dünya kadınları mutahhera değildir görmüyor müsün, onlar kan görürler de namazı terk ederler, orucu bırakırlar? Havva da böyle tertemiz yaratılmıştı. Nihayet isyan etmişti, İsyan edince Allah ben seni tertemiz yaratmıştım, sen bu ağacı kanattığın gibi ben de sana kan göstereceğim, buyurdu" demiştir. (İbn Kesir, Tefsir, I, 66)

Allah buyurur ki:

"Müttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar. Bahçelerde ve pınarlardadırlar. Halis ipekten ve atlastan elbiseler giymiş karşılıklı otururlar, işte böyle. Biz onları ceylan gözlü hurilerle eşlemişizdir. Orada güven içinde her meyveyi isterler. Orada (tattıkları) ilk ölüm hariç daha ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur." (Duhan, 51-56)

Böylece Allah onlar için şunları bir araya getirmiştir:

"Konağın güzeli ve her türlü nahoş şeyden emin olmaları. Oranın meyveler ve nehirlerle dolu olması. Güzel giysiler. Mükemmel bir arkadaşlık ve eşlik. Karşı karşıya oturuş. Ceylan gözlü hurilerle tam bir lezzet. Her tür meyveyi çağırıp isteyivermeleri. Onların kesilme, zararlı olma, gailesi olması gibi şeylerden güvende olmaları. Ve bütün bunların sonunda artık orada hiç ölüm tatmayacaklarını Allah'ın onlara bildirmesi."

Hûr, havra'nın çoğuludur. Havra, genç, güzel, alımlı, beyaz ve gözleri simsiyah kadın demektir.

Zeyd b. Eşlem, "havra, bakışların ayrılamadığı kadın, iyn ise güzel gözlü demektir" demiştir.

Mücahid "havra derisinin inceliği, renginin berraklığı nedeniyle bakışların ayrılamadığı (takılıp kaldığı) kadındır" demiştir. (Mücâhid, Tefsîr, II, 590; Taberî, XXV, 82.)

el-Hasen "havra, gözünün beyazı tam beyaz, siyahı simsiyah kadındır" demiştir. (Kurtubî, Tefsîr, XVI, 153)

Bu, sözcüğün türeyişi hakkında ihtilâf edilmiştir. İbn Abbas, "hûr, Arap kelâmında, beyazlar demektir" demiştir.

Katâde de aynı şeyi söylemiştir.

Mukatil, "hûr yüzleri beyaz olanlardır" demiştir. (Kurtubî, Tefsir, XVI, 152)

Mücâhid "gözlerin ayrılamadığı, bakışların çakılıp kaldığı, inciklerinin iliği elbiselerinin içinden görünen, derilerinin inceliği ve renklerinin berraklığı sebebiyle seyredenlerin onların ciğerlerinde kendi yüzlerini gördükleri kadınlar hûr îyn'dir" demiştir. (Taberî, XXV, 81-82)

Bunda (kökün hvr olduğunda) ittifak edilmiştir. Bu sözcük hayret'ten değildir. Hûr'un aslı, kök anlamı beyazdır.

Tahvîr, beyaz kılmak demektir. Doğrusu hûr gözdeki haverden alınmıştır.

Haver, gözün beyazı bembeyaz siyahı simsiyah olmak ve bir gözde ikisi beraber bulunmak demektir.

Sıhah'da, "siyahı simsiyah beyazı bembeyaz olan gözün bu özelliği haverdir, havra olan kadın, haver'i apaçık olan kadındır" ibaresi var.

Ebu Amr şöyle demiştir: "Haver, ceylan ve sığırlarda olduğu gibi gözün tamamen siyah olmasıdır. Adem oğullarında haver olmaz.

Kadınlara hûr îyn denilmiştir, çünkü onlar ceylanlara ve sığırlara gözleri yönünden benzetilmiştir.

El-Asmâî, "gözde haver nedir bilemiyorum" demiştir. (Kurtubî, Tefsir, XVI, 153; Lisan el-Arab, hvr maddesi.)



Ben derim ki:

"Bu sözcüğün türeyişi konusunda Ebu Amr, dilcilere muhalefet etmiş ve kökü sadece siyah olmaya bağlamıştır. Diğer âlimler başka düşünüyor. Onlar ya sırf beyazlık köküne ya da siyah içre bulunan beyazlık köküne bağlamışlardır. Gözde haver, gayet güzel bir beyazlıkla siyahlığın birarada ahenkli olarak bulunuşu, her birinin diğerinden dolayı güzellik kazanmasıdır."

Havra göz dendiğinde; siyahı çok siyah beyazı çok beyaz göz anlaşılır.

Havra kadın deyince ise o kadında hem gözdeki haver olmalı hem de teninin rengi bembeyaz olmalıdır.

İyn ise, aynâ'nın çoğuludur. Gözü büyük kadın demektir. A'yen erkek, gözü büyük erkektir. Ayna' kadın. Çoğulu îyn'dir.

Sahih olan şu: İyn demek, gözleri tüm güzellik ve çekicilik özelliklerine sahip kadınlar demektir.

Mukâtil, "îyn, gözleri güzel kadınlardır" der. (Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 359'da ed-Dahhâk'a nisbet etmiştir.)



Kadının gözlerinin uzunlamasına geniş olması bir güzelliktir. Gözdeki darlık kadın için ayıp ve eksikliktir.

Kadında, dört yerinde darlık sevilir: Ağzı, kulak yarığı, burnu ve şeysi.

Dört yerinde de genişlik sevilir: Yüzü, sadrı, omuzları arası ve ahu.

Dört yerinde beyazlık güzeldir: Rengi, saç ayırım yeri, dişleri ve gözünün beyazı.

Dört yerinde siyahlık sevilir: Boyu, boynu, saçı ve parmakları.

Dört şeyi de kısa olmalıdır. Bunlar manevîdir: Dili, eli, ayağı ve gözü. Yani bakışları (eşine) kısılmıştır (başkasına bakmaz), ayağı ve dili kısadır, çıkmaz, çok konuşmaz, eli kısadır, eşinin sevmediği şeylere uzanmaz, saçıp savurmaz.

Dört yerinde de incelik güzeldir. Böğrü, saç ayırımı, kaşı ve burnu.





"Onları ceylan gözlü hurilerle eşledik." (Duhân, 54)

Bu âyet hakkında Ebû Ubeyde şöyle demiştir:

"Pabucun pabuçla eşlendiği gibi onları da birbirine eş kıldık, onları iki iki kıldık." (Mecaz el-Kufan, II, 209)

Yûnus şöyle demiştir:

"Onları onlarla beraber kıldık, demektir. Bu ayetteki tezvîc, evledirmek nikâh kıymak değildir. Araplar evlenmek anlamında, tezevvectü bihâ demez, tezevveetühâ derler. (Onun için ayetteki kullanış eş yapmak anlamına gelir)."



İbn Nadr, "doğrusu Kur'an Yunus'un dediğinin doğru olduğuna delalet ediyor. Çünki Allah buyuruyor ki:

"Zeyd o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık (zevvecnâke-hâ)." (Ahzab, 37)

Tezevvectü bihâ (demek nikahlanmak anlamına gelseydi) Allah zevvecnâke bihâ derdi" demiştir.



İbn Sellâm, "Temim kabilesi hem tezevveetü-hâ der hem tezevvectü bihâ der" demiştir.

Böyle bir şeyi el-Kisâî de nakletmiştir.

el-Ezherî der ki:

"Araplar zevvectühûhâ ve tezevvectühâ derler, tezevvectü bihâ demezler.

Allah'ın (zevveetühü bihâ kalıbına uygun olan) "ve onları ceylan gözlü hurilerle eşledik," (Duhan, 54) âyetine gelince buradaki zevvece arkadaş-eş kılmak anlamındadır."



el-Ferrâ', "bu (yani bihâ şeklindeki), Ezd Şenûe kabilesinde bir lügattir" demiştir. (Bütün bu görüşler için bk. Lisan el-Arab, zvc maddesi; er-Râğıb el-İsfehânî, 215-216; Tefsir Ğarîb el-Kur'ân, s, 404)

el-Vâhidî der ki:

"Bu konuda Ebû Ubeyde'nin görüşü daha güzeldir. Çünki o âyetteki tezvîc kelimesini bir şeyi bir şeye eş yapmak anlamında almış, nikahlamak, nikâh akdi yapmak anlamında almamıştır. Bu noktadan, bir şey tek idi onu başka bir şeyle çift hâle (eşli hâle) getirdim denebilir. Teşfî (çiftlemek, tek iken yanına eş getirip iki yapmak) kelimesinde olduğu gibi. Aslında bâ (bi) kullanılmaz diyen, nikahlamak anlamında olursa kullanılmaz diyor."



Ben derim ki:

"iki anlamın birden kasdedilmesi imkânsız değildir. Tezvic (zevvece) kelimesi Mücâhid'in de dediği gibi -ki o, onları hurilerle nikahladık demiştir (Tefsîr Mücâhid, II, 590) - , nikahlamak anlamına gelir. Bâ eki (bi)'de yakın olma, katılma anlamı taşır. İkisi birden (yani zevvece bi) daha beliğ olur.

Doğrusunu Allah bilir."



Allah buyurur ki:

"Oralarda bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur. Öyleyken Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz. Ve sanki onlar yakut ve mercandırlar." (Rahman, 56-5

Allah bu dilberleri üç yerde "bakışları eşine çevrili" olarak nitelemiştir:

Birisi Rahman süresindeki bu ayet.

İkincisi Sâffât süresinde: "Onların yanında bakışları sırf eşlerine çevrili ceylan gözlü (hûri)ler vardır." (ayet 4

Üçüncüsü Sâd suresindedir: "Onların yanında bakışları sırf eşlerine çevrili yaşıt (hûrî)ler vardır." (âyet, 52)

Müfessirlerin hepsi bu âyetlerde geçen "kâsıratü't-tarfi" terkibinden (-ki anlamı bakışı bir yere çevirmiş, hasretmiş, kısmış, kısıtlamış kadınlardır-) maksadın, "bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş başkalarına tamah etmeyen" olduğunu söylemişlerdir. Şöyle bir anlam da söylenmiştir:

"Bakışı kısmış kısıtlamış yani kocalarının bakışlarım kendi üstlerine çevirmişler, çekicilikleri ve güzellikleri onları bırakmaz ki başkalarına baksınlar."

Mana yönünden bu doğrudur. Söz (lafız) açısından düşünürsek kâsırat bir ism-i faildir, failine muzaftır, takdiri "kasırun tarfühünne" yani bakışı çevrilmiş. Bu özellik o güzel yüzlülere ait bir özelliktir. Yani başkasının gözünü çevirmiş değil kendi gözleri çevrili, başkasına tamah etmez, haddi aşmaz. Âdem,...



Bu konuda Mücâhid'in şöyle dediğini nakleder:

"Kâsıratü't-tarfi, yani bakışı (nı) eşlerine çevirmiş ve eşlerinden başkasına arzu duymayanlar." (Tefsîr Mücahid, II, 541)

Âdem der ki:

... El-Hasen şöyle demiştir:

"Bakışlarını eşlerine teksif etmişler başkalarını istemezler, Allah'a yemin ederim ki onlar açık saçık da değillerdir, gözleri dışarda da değildir." (Tefsîr Mücâhid, II, 541)

Mansur, Mücâhid'in şöyle dediğini nakleder:

"Gözlerini, kalplerini, canlarını eşlerine çevirmişler, başkasını istemezler." (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XIII, 569; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 352)

Saîd'in tefsirinde Katâde'nin şöyle dediği geçer:

"Bakışlarını eşlerine çevirmişler başkasını istemezler." (İbn Cerir et-Taberî, Tefsir, XXIII, 112; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 356)

Etrâb (yaşıtlar) kelimesine gelince bu kelime tirb'in çoğuludur. Tirb, doğumu aynî olan demektir.

Ebû Ubeyde ve Ebu İshâk "etrâb, yaşları bir ve akran olanlardır" demişlerdir. (Mecaz el-Kur'an. II, 185; İbn Hacer, Feth el-Bârî, VIII, 546, Ebu Ubeyde'den.)

İbn Abbas ve sâir müfessirler, "birbirine denk, aynı yaş ve doğumlu, hepsi de otuzüç yaşında olanlardır" demişlerdir. (Kurtubî, Tefsîr, XV, 219-220)

Mücâhid, "etrâb, emsal demektir" demiştir. (Tefsîr Mücâhid, II, 553; Taberî, Tefsir, XVII, 108-109; Suyutî, ed-Durr el-Mensûr, VI, 159)

Ebu Îshâk der ki:

"Onlar son derece güzel ve gençtirler anlamına gelir, insanın yaşıtına ve çağdaşına tirb denir, çünki bu kişiler aynı vakitte toprağa (türâb) demişlerdir. Ancak onların aynı yaşta olduğunu haber vermenin asıl amacı, içlerinde güzelliği geçip gitmiş yaşlıların da olmadığını, eşiyle bir araya gelemeyecek kadar küçüklerin de olmadığını haber vermektir. Erkekler ise başka. Çünkü onların içinde çocuklar olacak ve bunlar hizmetkâr olacaklar.

Ayette geçen "oralarda = fîhinne" ifâdesinden ne anlaşıldığı hususunda da ihtilaf edilmiştir. Bir gurup, "bundan maksat iki cennet (cennetân) ve bu cennetlerde bulunan köşkler, odalar ve çadırlardır" demiş, diğer bir gurup, "bunlar, "iç yüzü atlasdan döşekler üzerine dayanmış olarak," (Rahman, 54) âyetinde zikredilen döşeklerdir ve bu kelimeden önce geçen üzerine (=alâ) kelimesi, -de (=fî) anlamındadır (yani bu döşeklerde öyle huriler vardır)" demiştir.

"Onları, onlardan önce ne insanlar ne cinler kanatmamı şiardır" (Rahman, 56) âyetine gelince bu âyetteki tams (kanatmak, bekâretini izâle etmek) kelimesi hakkında Ebu Ubeyde, "onlara dokunmamışlardır, bu deveyi gebelik hiç tams etmedi denilir ki anlamı ona gebelik dokunmadı, demektir" demiştir. (Mecaz el-Kur'an, II, 245-246; İbn Kuteybe, Tefsir Ğarib el-Kur'ân, s, 442)

Yunus şöyle demiştir:

"Araplar, bu deveyi hiç gebelik tams etmedi derler, bu, ona gebelik dokunmadı, demektir" demiştir.

el-Ferrâ şöyle demiştir: "Tams, bekâreti gidermektir, yani kanatmalı yaklaşmadır. Tams, kandır, tamase-yatmusü ve yatmusü şeklinde iki türlü kulanılır."

(Tefsîr Ğarib el-Kur'an, s, 442; Ferrâ, Meâni'l-Kur'an, III, 119; Lisan el-Arab, tms maddesi; Tefsîr el-Kurtubî, XVII, 181.)

el-Leys şöyle demiştir:

"Cariyeyi tamsettim demek bekâretini aldım demektir. Arapların dilinde tâmis, kan gören (hayızlı) kadın demektir." (Lisan el-Arab, tms maddesi; Tefsîr el-Kurtubî, XVII, 181.)

Ebu'l-Heysem;

"kadın tamsoldu (tumiset) demek bekâreti bozularak kan aktırıldı demektir, tamiset ise ilk hayzını gördüğü zaman kullanılır, ism-i faili tâmis denir (tâmise demeye gerek yoktur çünkü erkekte bu olmaz)" demiş, tams'i Ferezdak'ın şu beytinde "dokunmak" diye tefsir etmiştir.

"Yanıma çıktılar, benden önce kanatılmamışlardı (bakire idiler).

Deve kuşu yumurtasından daha sağlıklıdırlar (yani tam bakire)."

Müfessirler tams'i açıklarken şu sözcükleri de kullanmışlardır: Onlara basmamıştır. Onları sarmamıştır. Onlarla birleşmemiştir.

Bunların hangi kadınlar olduğunda da ihtilaf etmişlerdir:

Bazısı "onlar cennette yaratılmış olan hurilerdir" demiş, Bazısı, "onlar dünya kadınlarıdır, Kur'an'da da anlatıldığı üzere başka bir yaratılışla bakire olarak yaratılmışlardır" demiştir.

Eş-Şâbî, "dünya kadınlarından olan kadınlardır, yaratıldıklarından bu yana kendilerine hiç dokunulmamıştır" demiştir.

Mukâtil, "çünki onlar cennette yaratılmışlardır" demiştir.

Atâ, İbn Abbas'dan naklen şöyle demiştir:

"Onlar bakire olarak ölmüş dünya kızlarıdır."

el-Kelbî, " o tekrar yaratılışlarında kendilerine hiçbir insan ve cin ilişmemiştir" demiştir. (Said b. Mansur ve İbn el-Münzir rivayet ettiler, bk, ed-Durr el-Mensur, VI, 148; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 342)



Ben derim ki:

"Kur'an'm zahiri, bu kadınların dünya kadınları olmayıp ceylan gözlü huriler olduğuna delâlet ediyor. Dünya kadınlarına gelince onlara insanlar dokunmuştur, cinlerin kadınlarına erkekleri dokunmuştur, âyet buna delâlet etmektedir."

Ebu İshak der ki:

"Bu âyet, insanların sarıldıkları (cima ettikleri) gibi cinlerin de cima ettiklerine delâlet etmektedir." (Tefsîr el-Kurtubî, XVII, 181)

Ayrıca, cennette yaratılan huriler, Allah'ın Cennet ehli için hazırladığı meyveler, nehirler, giyecekler ve şâir şeyler gibidir.

Bundan sonraki âyette buna delâlet ediyor:

"Çadırlarda kasdedilmiş (sürekli oralarda duran, dışarı görmemiş) huriler." (Rahman, 72)

Sonra şöyle buyurmuştur:

"Onlardan önce bunlara insanlar ve cinler dokunmamıştır." (Rahman, 56)

İmam Ahmed der ki:

"Ceylan gözlü huriler sûra üfurüldüğü zaman ölmezler, çünkü onlar baka (ebediyet) için yaratılmışlardır."

Bu âyette cumhur alimlerin "cinlerin müminleri cennettedir, kafirleri ise cehennemdedir" şeklindeki görüşlerine de delil vardır.

Buhari, Sahih'inde bu âyete, "cinlerin sevab ve ikaba uğrayacakları" şeklinde başlık atmıştır.

Bunu seleften birçok zatta açıkça söylemişlerdir. Damura b. Habîb'e "cinler için sevâb (karşılık) var mıdır diye sorulmuş, evet, demiş ve bu âyeti okumuş, sonra da "insan kadınlarının insan erkekleri için, cin kadınlarının da cin erkekleri için olduğunu, söylemiş." (Tefsîr, el-Kurtubî, XVII, 181)

Mücâhid, bu âyetle ilgili olarak der ki:

"Kişi besmele çekmeden cima ederse cin, âletinin içine çöreklenir kişi ile birlikte cima eder." (Tefsîr, el-Kurtubî, XVII, 181)

"Onlardan önce" sözünde kasdedilen kişiler, "dayanırlar" derken kasdedilen kişilerdir, yani bu kadınların eşleridir.

"Sanki onlar yakut ve mercandırlar" (Rahman, 5 âyetinde el-Hasen ve müfessirlerin geneli, "mercanın beyazlığında yakutun berraklığını kasdediyor" demişlerdir.

(Tefsîr el-Kurtubî, XVII, 182. Bilindiği gibi mercan kırmızıdır! Beyhakî, al-Ba's ve'n-Nuşûr, 368'de Ebu Salih ve es-Süddinîn, "inci beyazlığı, yakut berraklığı" dediklerini nakletmiştir.)

Yani Allah onları, renklerinin beyazlığı ve berraklığı yönünde yakut ve mercana benzetmiştir. Abdullah'ın dediği de buna delalet ediyor:

"Cennet ehlinden olan her kadın, üzerine ipekten yetmiş elbise (hülle) giyinir de inciklerinin beyazlığı bunların içinden görünür. Zaten Allah "sanki onlar yakut ve mercandırlar" buyurmuştur.

Bak şöyle ki mercan bir taştır, şayet içine bir tel yerleştirsen, sonra onu süzsen teli bu taşın içinden rahatça seyredebilirsin."

(İbn Ebî Şeybe, el-Musannef. XIII, 107; et-Terğîb vet-Terhîb, IV, 533'de İbn Ebi'd-Dünyâ'dan.)


Maksûrat Ne Demektir?
Sayfa Başına Dön

Allah bu kadınlar hakkında "çadırlarda maksûrat olan huriler" (Rahman, 72) buyurmuştur.

Maksûrat, "mahbûs olanlar" demektir.

Ebu Ubeyde, "çadırlar içinde hıdir'lenmiş (ayrı bir özel örtü içine alınmış) lardır" demiştir. (Mecaz el-Kur'an, II, 246)

Mukâtil de böyle söylemiştir.

Bu maksûrât (kasredilmiş, hasredilmişler) kelimesinde diğer bir anlam daha var. O da şu:

Bunlar, eşlerine hasredilmişlerdir, onlardan başkasını görmezler, çadırlar içinde oldukları halde. İşte bu anlam, "eşlerine kasredilmişlerdir, başkasını ne isterler ne buna tamah ederler" diyenlerin kasdettiği anlamdır.

Bunu el-Ferrâ zikretmiştir. (Bk, Meâni'l-Kur-ân, III, 120)



Ben derim ki:

Bu anlam "kâsırâtü't-tarfl" nin manasıdır. Onlar bizzat kâsırat (yani gözlerini bizzat kendileri çevirmiş olanlar) bunlar ise maksûrât (yani başkası bunları içeri koymuş, içeriye hasretmiş)'tir.

Bu görüşe göre "çadırlarda" sözü de huriler için bir özellik oluyor, maksûrat'ın zarfı olmuyor, yani onlar maksûrattır, çadırlardadırlar anlamına geliyor (çadırlar da kasredilmişlerdir anlamına gelmiyor). Bu görüşün sahipleri, onları çadırlarda hapsedilmişler, odalara bahçelere hiç çıkmazlar şeklinde tefsir yapmış gibidirler.

Birinci görüş sahipleri ise bu görüşe, Allah Sübhanehû, onları hıdir (özel örtü)ler içine alınmış korunmuş (iffetli) kadınların özellikleri ile nitelemiştir, diyerek cevap vermişlerdir. Böyle bir niteleme daha güzeldir. Bundan, o kadınların çadırlardan çıkıpta odalara bahçelere çıkmadıkları da anlaşılmaz. Nitekim hünkâr hanımları ve daha aşağı tabakaların hıdirlerde olan korunmuş iffetli hanımları herhangi bir yolculuğa, geziye, bahçe vesâireye çıkmaktan menolunmazlar. Asıl özellikleri ev hanımı olmak, evde bulunmaktır, yer yer hizmetçileri ile birlikte bahçelere ve benzeri yerlere çıkabilirler."



Mücâhid ise demiştir ki:

"Kalpleri, inci çadırlar içinde sadece eşlerine âit." (Tefsîr et-Taberî, XXVII, 92; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XIII, 569; ed-Durr el-Mensûr, VI, 151)

Birinci kadınların kâsıratü't-tarfi, bunların ise maksûrât sıfatları ile nitelendikleri ve bu iki vasfın her iki kadın gurubunda olduğu daha önce belirtilmiştir. Çünkü bu iki özellikte kemâl özelliğidir.

Kâsıratü't-tarfi, bakışları eşlerlerden başkasına tamah ettirmemek (bu anlamda kısıtlamak)'tir, bu ise (maksûrât ise), açılıp saçılıp erkeklere görünmekten ayakların kısıtlanması (kasr'ı)'dır.


Hayrat Ne Demektir?
Sayfa Başına Dön

Allah buyurur ki:

"Onlar içinde güzel hayırlılar (hayrat) vardır." (Rahman, 70)

Hayrat, hayrah'in çoğuludur, seyyide ve leyyine gibi olan hayyirah'ın muhaffefefi (hafifletilmişi)'dir.

Hısan ise hasenenin çoğuludur. O kadınlar, özellikleri, ahlak ve huyları hayırlı olan, yüzleri güzel kadınlardır.



Veki' derki:

... Abdullah dedi ki:

"Her müslüman için bir hayrah (hayırlı kadın) her hayrah için bir çadır, her çadırın dört kapısı vardır. O hayırlı kadına her gün her kapıdan daha öncekinden farklı bir yadigar, bir hediye bir ikram gelir. O hayırlı kadınlar şımarık, kirli, paslı, itaatsiz, gözü dışarda azgın şeyler değillerdir." (Tefsîr et-Taberî, XXVII, 83; İbn el-Mübârek, Ziyadat ez-Zühd, s, 69)



Allah buyurur ki:

"Gerçekten biz onları yepyeni bir yaradışla yarattık (inşa ettik) onları bakire kıldık. Eşlerine düşkün (urup) ve yaşıt kıldık. Kitabı sağından verilenler için." (Vakıa, 35-3

Onlar derken maksat kadınlardır. Ancak daha önceden zikredilmemişlerdir, çünkü döşekler "furuş" (Vakıa, 34) kelimesi onları dolaylı olarak anlatmaktadır, zira döşekler kadınlara ait yerlerdir.

Denilmiş ki "yükseltilmiş döşeklerde" (Vakıa, 34) ayetindeki döşekler (furuş) kelimesi kadınlardan kinayedir, tıpkı karura (şişe, koku kabı) izar ve sair ifadeler ile kadından kinaye yapıldığı gibi. Fakat "yükseltilmiş" ifadesi bu anlama uygun düşmüyor. Ancak buradaki yükseklik "kadri yücelik" ile yorumlanırsa o başka.

Peygamberin bu döşekler ve onların yükseklikleri ile ilgili açıklamaları daha önce geçmişti. Doğrusu bu döşeklerden kasıt yine bizzat döşeklerin kendisidir. Bu arada kadınları da akla getiriyor. Çünkü kadınlar çokça orada bulunurlar.

Katade ve Said b. Cübeyr derler ki:

"Onları yeni bir yaradışla yarattık."

İbn Abbas: "Âdem oğullarının kadınları kasdediliyor" der.

El-Kelbî ve Mukatil, dünya ehlinin saçları kırarmış kocakarılarını kasdediyor, yani Allah diyor ki, "biz onları, dünyadaki ilk yaratılışlarında uğradıkları yaşlılık ve kocalıktan sonra tekrar yarattık" derler. Bu açıklamayı Enes'den gelen şu merfû hadis desteklemektedir:

"Onlar sizin gözleri az görür çapaklı kocakarılarınızdır."

(Tirmizî, 3296, Kur'an tefsîri kitabının, Vakıa suresi babı, Tirmizî der ki: Bu ğarib bir hadistir, merfû olarak sadece Musa b. Ubeyde'den geliyor, bu zat ve Yezîd b. Ebân er-Rukâşî hadisde zayıf sayılmışlardır; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 344.)

Bunu es-Sevrî, "Musa b. Ubeyde, o da Yezîd er-Rukâşi'den, o da Enes'den" yoluyla rivayet etmiştir.



Yahya el-Hamânî rivayet ettiği hadisde bu açıklamayı destekliyor:

... Aişe Radıyallahu Anha'den;

Âişe'nin yanına, yanında bir kocakarı varken Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem girmiş, "bu kimdir" buyurmuş. Âişe, teyzelerimden biri demiş.

Buyurmuşlar ki:

"Ama bak, Cennet'e kocakarı giremez."

Bunun üzerine, kocakarının üstüne Allah bilir neler çökmüş neler.

Az sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuş:

"Biz onları başka bir yaratılışla yarattık, kıyamet günü, yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak gelirler: İlk giydirilecek olan İbrahim Halilullah'dır."

Peygamber sonra şu âyeti okudu:

"Biz onları yeni bir yaratışla yarattık." (Tefsir et-Taberî, XVII, 80; Ebu Nuaym, Ahbâr İsfehân, II, 142; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 343.)



Adem b. Ebî îyâs der ki:

... Seleme b. Yezîd, Rasûlullah'ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "biz onları yeni bir yaratışla yarattık" ayetinde onlardan maksat, dünyadaki dullar ve bakirelerdir, buyurduğunu işittim, demiştir. (Taberî, XXVII, 106-107; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 345; Tefsîr Mücâhid, II, 647.)

Adem der ki:

... El-Hasen, Rasûllullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu der:

"Cennete kocakarılar giremez."

Bunu duyunca bir kocakarı ağlar, Rasûlullah buyurur ki:

"Ona haber verin, o, o gün kocakarı değildir. O, o gün bir genç kızdır. Çünkü Allah Azze ve Celle, biz onları yeni bir yaratılışla yarattık, buyuruyor." (Tirmizî, Şemail, 242; Tefsîr Mücahid, II, 648; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 346.)



İbn Ebî Şeybe der ki:

... Bize Mes'ade b. Elyesa anlattı,

... Aişe Radıyallahu Anhu'den:

"Peygamber'e Sallallahu Aleyhi ve Sellem ensardan bir kocakarı gelir, ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a duâ et beni Cennet'e koysun, der.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ;

"Cennet'e kocakarı giremez" buyurur, gider, namazını kılar, Aişe'nin yanına gelir. Aşie der ki:

Senin o sözünden dolayı sıkıntıya düştü, meşakkate uğradı. O zaman buyurur ki:

"O mesele aynen öyledir. Ancak Allah onları Cennet'e koyduğu zaman, onları bakireler hâline getirecek."

(İbn Ebî Şeybe rivayet etmiştir, bk, en-Nihâye II, 454-455; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 419'da der ki: Bunu Taberanî Evsafta rivayet etmiştir, senedindeki Mes'ade b. Elyesa zayıftır"; Ebu Nuaym, Sıfat el-Cenneh, II, 231.)



Mukâtil, başka bir görüş zikrediyor ki bu ez-Zeccac'ın da tercihidir. Şöyle:

"O kadınlar, Allah'ın (daha önce) zikrettiği ceylan gözlü hurilerdir." Denildi ki:

"Allah Azze ve Celle onları dostları için yaratmıştır, üzerlerinden doğum olayı geçmemiştir."

Görünen o ki Allah onları Cennet'te yeni bir yaratışla yaratmıştır. Buna, şunlar delâlet ediyor:

a. Allah sâbıkûn (öne geçenler) hakkındaki "ebedileştirilmiş çocuklar onların başında dolaşırlar gizli inciler gibi,"aglaVakıa, 17-23) ayetlerinde, bunların divanlarını, kaplarını, içeceklerini, meyvelerini ve ceylan gözlü hurilerden olan eşlerini zikretmiştir. Görünen o ki bu huriler, sabıkımdan önce zikredilenlerin kadınları gibi Cennet'te yaratılmışlardır.

b. Allah Sübhanehü "biz onları bir yaratış yarattık" buyurmuştur. (Vakıa, 35)

Öyle anlaşılıyor ki bu yaratış (onlar için) ilk yaratıştır ikinci değil. Çünkü Allah ikinci yaratışı kasdettiği zaman bunu belirtir:

"Diğer neş'et (yaratma) de O'na mahsustur." (Necm, 47) ve

"ilk yaratışı biliyorsunuz," (Vakıa, 62) âyetlerinde olduğu gibi.

c. "Siz üç gurup idiniz," (Vakıa. 7) ayetinde devamı da dahil hitap hem erkeklere hem kadınlaradır. İkinci neş'et (yaratış) da her iki cinsi içine almaktadır. "Biz onları bir yaratış yarattık" (Vakıa. 35) âyetinde ise kasdedilenler kadınlar olmalı. "Bir yaratış = inşâen" masdar ile te'kid yapıldığını düşün.

önce zikredilen hadis, bu niteliğe sadece o kocakarıların sahip olduğuna delâlet etmez. Bilakis bu özelliklere ceylan gözlü huriler gibi onların da sahip olduklarına delâlet eder. Binaenaleyh, bu özelliklerin sadece ceylan gözlü hurilere ait olduğu zannedilmemelidir. Hatta bunlar o kocakarılara daha layık özelliklerdir. Yani bu yaratış (=inşâ) her I iki tarafı da (hurileri de, kocakarıları da veya dünya kadınlarını da) ilgilendirmektedir.

Doğrusunu Allah bilir.



"Uruben" (Vakıa, 37) sözüne gelince bu, arûb'un çoğuludur. Eşlerine muhabbet eden, sevdalanan kadınlar demektir. İbn el-A'rabî, "kadınların arûb olanı, eşine bağlı olan, ona muhabbet edendir" der. (Lisan el-Arab, arb maddesi.)

Ebû Ubeyde, "arûb, sevişi oynaşı güzel kadındır" der. (Mecaz el-Kur'an, 11, 251)



Ben derim ki:

Yani Ebû Ubeyde, cima anındaki hareket ve cilveleri kasdediyor.

El-Müberrid, "kocasına aşık olan, aşk yapan kadındır." (Lisan el-Arab, arb maddesi; Tefsîr eI-Kurtubî, XVII, 211) demiş ve Cebîd'in şu beytini okumuştur:

"Mahfelerde aşk ve işve yapan bir (arûb) kadın var, çirkin söz söylemez, kalçaları dolgun, bakınca gözler kamaşır." (Beyit için bk, Mecaz el-Kur'an, II, 251; Tefsir el-Kurtubî, XVII, 211; burada "çadırda" ifadesi var; Dîvan Lebîd, s, 61)

Urubu açıklarken müfessirler şu ifâdeleri kullanmışlardır:

Aşık, muhabbeti çok, şîvekâr, nazlı, aşk yapan, çılgına çeviren, çok nazenin kadınlar. Bütün bunlar onların ifâdeleridir.

Buhari, Sahihinde urub, aşırılık çokluk bildiren bir kelimedir. Tekili arûb'tur. Tıpkı sabûr (çok sabırlı) kelimesi gibi ki çoğulu subur'dur.

Mekke ehli "aribe" der, Medine ehli ganice (=şivekâr) der, Irak ehli "sekile" (nazlı, edalı) der, urub eşlerine karşı sevecen olanlardır." Yaratışın başlangıcı kitabında Buhari böyle söylemiştir. (Buharî, VI, 317)

Tefsir kitabının Vakıa suresi tefsirinde de aynı şeyleri söylemiştir. (Buharî, VIII, 625)



Ben derim ki:

Allah onlara hem suret güzelliği hem de eş ile beraberlik (işret) güzelliği vermiştir. îşte kadından istenecek en son nokta budur. Böylece erkek onlardan alacağı zevki tam almış olur.

"Onlara, onlardan önce hiçbir insan ve cin dokunmamıştır (bakiredirler)" (Rahman, 56) ayetinde de onlardan alınacak zevkin mükemmel olduğu bildirilmiştir. Çünkü erkeğin, hiç erkek görmemiş bir kadından alacağı zevk, görmüş olandan alacağı zevkten daha fazladır. Kadın için de aynı şey söz konusudur.



* * *

Allah buyurur ki:

"Şüphesiz muttakiler için, kurtuluş var, bahçeler, üzüm bağları var, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar var." (Nebe1, 31-33)

Ayette geçen kevâib, kâib'in çoğuludur, kâib memesi kabarık, kalkık demektir.

Katâde, Mücâhid ve müfessirler, "kevâib, göğüsleri tomurcuklanmış tombullaşmış olanlardır" demişlerdir.

Kevaib'de kök anlam yuvarlak olmaktır. Maksat göğüslerin nar gibi tombul ve dik olduğunu, aşağı sarkık olmadığını belirtmektir. Bu gibilere tombul memeliler (nevâhid) denir.



* * *

Buharî, Sahih'inde Enes b. Malik Radıyallahu Anhu'dan Rasûlullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Allah yolunda sabah veya akşam bir gidiş dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır. Sizden birinizin Cennetteki bir kamçılık veya bir yay kirişi kadarlık yeri dünyadan da içindekilerden de daha hayırlıdır. Cennet ehli kadınlardan biri uzanıp yeryüzüne baksa Cennet'le yeryüzü arasını koku ile doldurur, aydınlatırdı. Onun başı üzerindeki saç ayırımı dünyadan da içindekilerden de hayırlıdır." (Buhârî, XI, 418, Rikak kitabının, Cennet ve Cehennemin sıfatı babı)



Buharî ve Müslim'de Ebû Hureyre Radıyallahu Anhu'den Rasûlullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesi ayın sureti üzere olacak. Onların arkasından girecekler gökteki en parlak incimsi yıldız aydınlığında olacak. Onlardan her birinin iki eşi olacak. Onları inciklerinin iliği, etin içinden görünür. Cennettekiler bekardırlar."

(Buhârî, VI, 320, Yaratışın başlangıcı kitabının, Cennet'in sıfatı babı; Müslim, 2834, Cennet ve nimetleri ile ehlinin sıfatı kitabının, Cennet'e ilk girecek zümre,... babı)



İmam Ahmed der ki:

... Ebû Hureyre, Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu nakleder:

"Kişi için Cennet ehlinden ceylan gözlü iki hûrî yardır, her birinin üzerinde yetmiş hülle (elbise) bulunur, inciklerinin iliği elbiseler içinden görünür." (Ahmed, Müsned, II, 345.)



Taberanî der ki:

... Bize Süleyman b. Ebî Kerîme anlattı,

... Ümmü Seleme der ki:

Ey Allah'ın Rasûlü, bana Allah Azze ve Celle'nin hûru'l İyn, (Vakıa, 22) sözünden haber ver, dedim. Buyurdu ki:

"Hûr, beyaz olanlar (bembeyaz kadınlar), îyn, iri gözlüler, göz kapakları akbaba (veya kerkenez) kanadı gibi olanlardır.

Bana Allah'ın "sanki onlar gizli-kapalı incilerdir," (Tûr, 24) sözünden haber ver dedim.

"Saflıkları, el değmemiş, sedefler içindeki inci saflığında" buyurdu.

Bana Allah Azze ve Cellenin "onlarda güzel hayırlı kadınlar var," (Rahman, 70) sözünden haber ver dedim.

"Ahlakları hayırlı, yüzleri güzel" buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü, bana "sanki onlar gizli-örtülü beyz'dirler" (Saffat, 49) sözünü haber ver dedim.

"Onlar'ın narinliği yumurta zarının narinliği gibidir" buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü, "eşlerine düşkün (urub) ve yaşıtlar (etrab)," (Vakıa, 37) âyetinden haber ver dedim.

"Onlar, dünyada iken kocakarı, gözleri çapaklı, saçları kırarmış halde ruhu kabzedilen kadınlardır, Allah onları o yaşlılıklarından sonra yaratmış, onları bakire kılmış, urub yani eşlerine aşık, aşk yapıcı sevecen kadınlar hâline getirmiştir, etrâb yani aynı doğum üzere eylemiştir," buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü, dünya kadınları mı üstündür ceylan (iri) gözlü huriler mi? dedim.

"Dünya kadınları, ceylan gözlü hurilerden üstündür, yüzün astara üstünlüğü gibi" buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü, ne ile üstündürler, dedim.

"Namazları, oruçları ve Allah'a ibâdetleri ile, Allah onların yüzlerine nûr, vücutlarına ipek giydirmiştir, beyaz renkli, yeşil elbiseli, sarı takılıdırlar, tütsülükleri incidendir, tarakları altındır biz ebedileriz, artık ölmeyeceğiz, biz nimet görecek fenalık görmeyeceğiz, biz kalıcılarız ebedî göç etmeyeceğiz, biz hoşnudlarız, asla hınçlanmıyacağız, ait olduğumuz ve bize ait olan kişilere ne mutlu, derler" buyurdu.

Ey Allah'ın Rasûlü, bizden kadın var ki iki, üç veya dört koca görüyor, sonra kadın ölüp Cennet'e giriyor o kocalarda onunla beraber giriyorlar, imdi o kadının eşi kim olacak? dedim. Buyurdu ki:

"Ey Ümmü Seleme, o, serbest bırakılır, ahlakı en güzel olanı seçer ve ey Rabbim, bu adam onlar içinde bana karşı ahlakı en güzel olan idi, benim eşim onu yap, der. Ey Ümmü Seleme, güzel ahlak, dünyanın da âhiretin de hayırlarını alıp gitmiştir."

(Heysemî, Mecmau'z Zevâid, VII, 119'da der ki: Bunu Taberanî rivayet etmiştir, senedinde Süleyman b. Ebî Kerime var, bu zâtı Ebu Hâtem ve İbn Adiyy zayıf saymışlardır.)



Bu rivayeti sadece Süleyman b. Ebî Kerime yapmıştır. Bu zatı Ebû Hatim, zayıf saymıştır. İbn Adiyy, hadislerinin geneli münkerdir, mütekaddimûnun onun hakkında bir sözünü işitmedim, demiş, sonra bu hadisi kendi tariki ile serdetmiş sonra, bu hadis ancak bu senedle biliniyor, demiştir.

Ebu Ya'la el-Mevsılî der ki:

... Ebu Hureyre Radıyallahu Anhu der ki:

Bize Rasûlullah bir gurup ashab içinde konuşuyordu. Sûr hadisini zikretti. Orada şu geçer:

"Ve ey Rabbim, bana şefaat vadetmiştin, beni Cennet'e girecek Cennet ehli için şefaatçi kıl, derim. Allah, seni şefaatçi kıldım ve onlara Cennet'e girme izni verdim, der. Rasûlullah şöyle derdi:

Beni hak ile gönderen (Allah)'a yemin ederim ki siz Cennet ehlinin kendi eşlerini ve meskenlerini tanıdıklarından daha çok eşlerinizi ve evlerinizi şimdi tanıyor değilsiniz. Onlardan her erkek, Allah'ın (Cennet'te) yarattığı yetmişiki, Ademoğullarından da iki eşin yanına girer, dünyadaki ibâdetleri sebebiyle o iki kadının diğerlerine bir üstünlüğü vardır. Adam birinin yanına girer, kadın inci ile taçlanmış ve işlenmiş altından bir divan üzerinde, yakuttan bir oda içindedir, üzerinde ince ipek ve atlastan yetmiş çift elbise vardır. Adam elini kadının iki omuzu arasına kor. önünde durduğu halde kadının göğüs tarafından arkasındaki elini görür, o kadar elbise, deri ve etin içinden görür. Bakar, sizden birinizin yakut dizisinde dışardan, dizine ipini gördüğü gibi ö kadının inciğinin iliğini görür. Onun ciğeri kadın için bir ayna, kadının ciğeri onun için bir aynadır. Adam onun yanında ne kadar kalsa bıkmaz, kadın da bıkmaz, ona her varışında onu bakire bulur, âleti sekme yapmaz, kadınınki de tahammülsüzlük göstermez. Adam bu halde iken kendisine anlaşıldı ne usanacaksın ne usanılacaksın. Fakat orda ölüm yok, hayal yok. Ancak onun ondan başka eşleri de var. Bunu duyunca adam çıkar, hepsine tek tek varır. Hangine varsa, vardığı kadın, vallahi cennette senden daha güzel bir şey yok der. Cennette senden daha çok sevdiğim bir şey yok, der." (Ebu Ya'lâ, Müsned'inde rivayet etmiştir, bk, en-Nihaye, I, 213-223.)



Bu sûr hadisinin yani sadece şu İsmail b. Rafl'nin rivayet ettiği hadisin bir parçasıdır. Bu zattan Tirmizî ve İbn Mâce rivayette bulunmuşlardır.

Ahmed, Yahya ve bir gurup onu zayıf saymıştır. Darakutnî ve başkası, hadisi terkedilmiştir.

İbn Adiyy, hadislerinin geneli gözden geçirilmelidir, Tirmizî, bazı ilim ehli onu zayıf sayıyor, Buharî'nin, onun hakkında, sıkadır, hadisi muhâribtir dediğini işittim, demişlerdir. (Tirmizi ayrıca şunu söylemiştir):

Hocam Ebûl-Haccâc el-Hâfız bana şöyle dedi:

"Bu hadis çeşitli hadislerin bir birleşimidir onu İsmail ve başkaları böyle bir sıraya koymuşlardır, Velid b. Müslim bunu ayrı bir kitapta şerhetmiştir. Hadisin içeriği diğer hadislerde vardır.

Doğrusunu Allah bilir.



İbn Vehb der ki:

... Derrâc anlattı, Ebu Saîd Radıyallahu Anhu, Rasûlullah'm Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Cennet ehlinin menzilesi en aşağı olanı, seksenbin hizmetçisi ve yetmişiki eşi olandır. Adam için Câbiye ile San'â arası kadar, inciden, zebercedden ve yakuttan bir kubbe (kubbe veya kubbemsi yapı) kurulur."

(Tirmizî, 2562, Cennet'in sıfatı kitabının, Cennet ehlinin en aşağısına yapılacak ikram hakkında gelenler babı, Tirmizî bu ğarib bir hadistir, demiştir. Bunun senedinde Derrâc Ebu's-Semh var. Bu zat hakkında Ahmed, hadisleri münkerdir, Nesâî, hadisi münkerdir, Ebû Hâtem, zayıftır, Nesâî, kavî değildir, demişler, İbn Adiyy onun bazı hadislerini aktardıktan sonra, hadislerinin geneline mütabeat yapılmaz demiştir. Ayrıca Darakutnî, bu zat zayıftır, Mürra, metruktür, demişler, Yahya b. Maîn onu sika saymıştır. Ebû Hâtem b. Hıbban Sahih'inde ondan rivayet etmiştir. Osman b. Saîd ed-Dârimî, Alî b. el-Medînî'nin, bu zâtın sika olduğunu söylediğini nakletmiştir.)



İbn Vehb der ki:

... Ebu Saîd el-Hudrî, Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Sanki onlar yakut ve mercandırlar," (Rahman, 5 âyetinde şöyle buyurduğunu nakleder:

"Yanağına bakar, yüzünü aynadan daha net olarak görür. Üzerindeki en düşük inci doğu ile batı arasını aydınlatır. Üzerinde yetmiş elbise olur, dışından bakar içini görür, o derecede ki inciklerinin iliğini bütün bu elbiseler içinde görür."

(Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 339; Hâkim, el-Müstedrek, II, 475, Hakim, isnadı sahihdir, Buharî Müslim rivayet etmemiştir, der; Ahmed, Müsned, III, 75)



el-Feryâbî şöyle demiştir:

... Halid b. Yezid anlattı

... Ebû Ümâme, Rasûlullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Cennete hangi kul girse yetmiş iki eş ile eşlendirilir, ikisi ceylan gözlü hurilerden, yetmiş tanesi de dünya ehlinden kendine kalanlardan." (İbn Mâce, 4337'de "Cehennem ehlinin hanımlarından paylarına düşenlerden de yetmiş tane" şeklindedir.)

Bu kadınlardan hangisi varsa hepsinin iştahlı bir önü, o adamında eğilmeyen bir zekeri vardır." (en-Nihâye, II, 457; İbn Mâce, 4337; Zühd kitabının, Cennet'in sıfatı babı; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 367; Ebu Nuaym, Sıfat el-Cenneh, 370)



Ben derim ki:

Hâlid (b. Yezîd) denen bu zat İbn Yezîd b. Abdirrahman ed-Dımeşkî'dir. Bu zâtı İbn Maîn vâhî saymış, Ahmed, bir şey değildir, Nesâî, sika değildir, Darakutnî, zayıftır, demişler, İbn Adiyy onun bu hadisini kabul etmemiş (münker saymış)'tır.



Ebu Nuaym der ki:

... Bize Ahmed b. Hafs anlattı,

... Haccâc'den, Katâde'den, Enes'den. Enes Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:

"Müminin Cennette yetmişüç eşi olacaktır."

Ey Allah'ın Rasûlü, buna onun kuvveti yetecek mi, dedik. Buyurdu ki:

"Ona yüz kişinin gücü verilecek." (Ebu Nuaym, Sıfat el-Cenneh, 372)

Ben derim ki:

Seneddeki Ahmed b. Hafs, es-Sa'dî'dir, münkerleri vardır. El-Haccac ise İbn Ertae'dir.



et-Tabarânî der ki:

... Ebû Hureyre der ki:

"Ey Allah'ın Rasûlü, Cennet'te kadınlarımıza ilişecek miyiz? denildi. Buyurdu ki:

"Kişi bir günde yüz bakireye ilişir."

(Taberanî, el-Mucem es-Sağîr, II, 12-13. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 417'de der ki: Bunu Taberanî, Sağîr ve Evsafla rivayet etmiştir, ikinci rivayetin ravileri sahih hadis ravileridir, Muhammed b. Sevvâb hariç, o sikadır.)



Taberanî der ki:

Bunu Hişam'dan, sadece Zaide rivayet etmiş, el-Cu'fî bununla teferrüd etmiştir. Muhammed b. Abdilvâhid el-Makdisî, bu hadisin Iravîleri bana göre sahih hadis şartı üzeredir, der.

Ebûş-Şeyh der ki:

... Zeyd b. Ebi'l-Havârî'den,

... İbn Abbas dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasûlü, dünyada kadınlarımıza vardığınız gibi Cennet'te de varacak mıyız? denildi. Şöyle buyurdular:

"Muhammed'in nefsi elinde olan (Allah)'a yemin ederim ki kişi bir sabahta yüz bakireye varacaktır."

(Bunu, Ebû Nuaym, Sıfat el-Cenneh, II, 215'de; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr 365 de ve Hennâd b. es-Serî rivayet etmiştir, bk, Kenz el-Ummâl, XIV, 474. Heysemî, Mecmau'z-Zevâid. X, 417'de, bunu Ebu Ya'lâ rivayet etmiştir, senedinde Zeyd vardır, za'fına rağmen sika sayılmıştır, diğer ravileri sikadır, İbn Hacer el-Matâlib el-Âliye (IV, 402)'de rivayeti etmiştir, der.)

Seneddeki Zeyd hakkında, İbn Maîn, sâlihtir, bir defasında da, bir şey değildir, diğer bir kez, zayıftır, hadisi yazılır, demiştir. Ebu Hatem de aynı şeyi söylemiştir.

Darakutnî, sâlihtir, demiş, Nesâi, zayıf saymış, es-Sa'di, mütemâsik (tutarlı) demiştir.

Ben derim ki:

Ondan Şu'be'nin rivayet etmiş olması ona yeter.


Netice: Kaç Hanım Olacak?
Sayfa Başına Dön

Sahih hadislerde, sadece "onlardan herbirinin iki eşi vardır" ibaresi geçer. Sahih hadislerde bundan fazlası yoktur. Eğer şu geçen hadisler mahfuz (iyi ezberlenmiş) ise onlardan maksat, ya iki eşten ayrı olarak her birine verilecek cariyeleri ifâde etmektir ve o zaman bu bakımdan tıpkı hizmetçi ve vildan (çocuklar)'da olacağı üzere herkes kendi derecesine göre az veya çok bu cariyelere sahip olacaktır. Ya da bu hadislerden maksat kişinin bu kadar çok eş ile cima edebilecek kadar güçlü olacağını ifâde etmektir. O zaman asıl mahfuz olan mânâ ve hüküm bu olur. Ancak bazı râviler, bunu "kişinin şu kadar şu kadar eşi olacak" anlamında rivayet etmiş olurlar.



Nitekim Tirmizi, Camiinde, Enes'den gelen Katâde hadisinde Peygamber'den Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Kişiye Cennet'te şu kadar şu kadar cima gücü verilir."

Bunun üzerine ey Allah'ın Rasûlü, o kişi buna takat getirebilir mi? denildi.

"Ona yüzkişi kuvveti verilir" buyurdular."

Bu sahih bir hadistir.

(Tirmizî, 2536, Cennetin sıfatı kitabının, Cennet ehlinin cimâının sıfatı babı, Tirmizî, bu, sahih-ğarîb bir hadistir, onu Katâde Enes'den yolu ile İmrân el-Kattân hadisi olarak biliyoruz, der.)



Herhalde bunu rivayet eden kişi "yüz bakireye varır" diye (anlayarak) rivayet etmiştir. Belkide herkese derecelerinin farklılığına göre farklı sayıda hanım verilecektir.

Hiç şüphesiz müminin Cennet'te ikiden fazla eşi olacaktır. Çünkü Buharî ve Müslim'de şu rivayet edilmiştir:

... Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:

"Mümin kul için Cennet'te içi boş, uzunluğu altmış mil inciden bir çadır olup, o mü'minin o çadır içinde aileleri vardır. Mümin onları dolaşır, biri diğerini görmez."

(Buharî, VIII, 624, Tefsir kitabının, çadırlarda maksûr huriler, ayetî babı; Müslim, Cennet ve nimetlerinin sıfatı kitabının, Cennet çadırlarının sıfatı babı.)
Ekleme Tarihi: 11.06.2008 - 11:14
Bu mesajı bildir   ebubera üyenin diğer mesajları ebubera`in Profili ebubera Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1549 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
ilhan29 (55), bozadeniz (43), islamboy84 (40), küçük &t.. (49), teknur (50), hlim (51), veleye (60), Abdullah_78 (46), sefa60 (45), Gaziantepli (34), sivasliunsal (48), mcu (44), asess (45), akif21 (61), mimar_sophie (44), mamusali (49), Bilal_YETER (41), edare (42), terrazi (43), FaTMaNuR (60)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.98034 saniyede açıldı