0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » D İ N / İ S L A M » BÜYÜK ŞAHSİYETLER » Bayezid-i Bistami hazretleri...

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 6 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
SuskunSuvari su an offline SuskunSuvari  
Bayezid-i Bistami hazretleri...

42 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.01.2007
En Son On: 23.11.2007 - 18:58
Cinsiyeti: ----- 
Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir. Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhûrdur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. 776 (H.160) veya 803 (H.188)de İran'da Hazar Denizi kenarında Bistâm'da doğdu.


Daha annesinin karnında iken kerâmetleri görülmeye başladı. Annesi ona hâmile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu.


Çocukken bir gün câmi avlusunda oynuyordu. Oradan geçmekte olan Şakîk-i Belhî kendisini görüp; "Bu çocuk büyüyünce zamânının en büyük velîsi olacak." buyurdu. Yine bir gün hadîs âlimlerinden bir zât onu görünce çok hoşuna gitti. Zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu: "Güzel çocuk, namaz kılmasını güzelce biliyor musun?" Bâyezîd-i Bistâmî de ona; "Evet Allah dilerse becerebiliyorum." cevâbını verince; "Nasıl?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî de; "Buyur yâ Rabbî! Emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'ân-ı kerîmi tâne tâne okuyor, tâzim ile rükûya varıyor, tevâzu ile secde ediyor, vedâlaşarak selâm veriyorum." deyince, o zât hayran kalarak; "Ey sevgili ve zekî çocuk! Sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî de; "Onlar beni değil, Allahü teâlânın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. Bana âid olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim?" cevâbını verdi.


Küçük yaşta iken annesi, kendisini mektebe gönderdi. Bâyezîd hazretleri, büyük bir dikkatle derse devâm ediyordu. Bir gün Kur'ân-ı kerîm okumak için gittiği mektepte, okuduğu bir âyet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve döndü. Annesi merak edip niçin erken döndüğünü suâl edince, şöyle cevap verdi: "Bir ayet-i kerîme gördüm. Allahü teâlâ o âyet-i kerîmede kendisine ve sana hizmet ve itâat etmemi emrediyor. Ya benim için Allahü teâlâya duâ et, sana hizmet ve itâat etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûl olayım." dedi. Annesi; "Seni Allahü teâlâya emânet ettim. Kendini O'na ver." dedi. Bundan sonra Bâyezîd, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmâl etmedi. Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabûl edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi. Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi. Bu husûsu büyük pişmanlık içinde şöyle anlatır: "Hayâtımda yalnız iki defâ annemin arzusunu yerine getiremedim. Her defâsında mutlaka bana zararı dokundu. Birincide düştüm burnum ezildi. İkincisinde ayağım kaydı düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı.


Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihâyet annesi uyandı ve "Su, su!" diye mırıldandı. Bâyezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi; "Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum." dedi. Bunun üzerine annesi; "Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol!" diye cân u gönülden duâ etti. Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti.


Gençlik yıllarında yaptığı bâzı ibâdetlerden zevk alamıyordu. Bu durumu zaman zaman annesine anlatırdı ve yetişmesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadığını sorardı ve; "Anneciğim; beni emzirdiğin zaman, benim yüzümden haramdan bir şey aldın mı? İçimde beni Rabbimden alıkoyan bir şey hissediyorum. Fakat neden olduğunu bilmiyorum." derdi. Annesi uzun bir müddet düşündükten sonra; "Evlâdım tek şey hatırlıyorum. Sen daha küçüktün. Komşulara oturmaya gitmiştim. Kucağımda iken ağlamaya başladın. Bir türlü susturamadım. Seni susturmak için ocağın üstünde pişmekte olan tarhanaya komşudan izin almaksızın parmağımı batırıp ağzına koydum." dedi. Bunun üzerine annesinden, o komşuya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi helallik diledikten sonra yaptığı ibâdetlerden zevk almaya başladı.
Ekleme Tarihi: 28.02.2007 - 15:54
Bu mesajı bildir   SuskunSuvari üyenin diğer mesajları SuskunSuvari`in Profili zum Anfang der Seite
~HiLaLaY~ su an offline ~HiLaLaY~  

2765 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 17.02.2006
En Son On: 04.12.2007 - 10:08
Cinsiyeti: Bayan 
paylaşım için teşekkürler


Allah Razı Olsun


Bir kimsenin Allah'ı sevmesinin belirtisi üçtür :
Deniz gibi cömertlik, güneş gibi şefkat, yer gibi tevazu..
(Bâyezid-i Bistâmi)



Bayezid-i Bistâmî şöyle anlatır:

Birgün Dicle nehrinden karşı tarafa geçecektim. Yanına
varınca Dicle'nin iki yakası, bana yol vermek için birleşti.
Derhal kendimi toparladım ve Dicle'ye şöyle dedim :

"And olsun ki, ben, buna kanmam. Zîrâ sandalcılar bir
adamı yarım akçeye geçiriyorlar. Ama sen, otuz senelik
amelimi istiyorsun ! O hâlde mahşer için hazırladığım amel-i
sâlihlerimi aslâ burada yarım akçeye verip ziyan edemem.
Bana Kerîm lâzım, kerâmet değil !"

Nefse hoş gelen bir fiil olarak kerâmet, gerçek Hak dostlarının
büyük bir hassâsiyetle üzerinde durdukları bir meseledir. Zîrâ
kerâmeti bir kenara koyup bir anlık zorluğa katlanmanın bedeli,
ya geçici bir yorgunluk ya da üç-beş kuruş masraf veya kulların
gözüne meçhul kalmaktır. Ancak kerâmete sarılmanın bedeli
ise, bazen o âna kadar yapılan amel-i sâlihlerin tamamıdır ki,
bu insanı yüceliklere eli boş götüren bir gönül iflâsıdır. Onun
için bütün ârifler, Hakk'ın murâd etmesi müstesnâ, halkın rızâsını
ve takdîrini kazanmak demek olan kerâmete aslâ meyletmemişler,
dâimâ Kerîm olan Mevlâ'nın rızâsını tahsîle gayret etmişlerdir.


Rabbim onlardan razı olsun

bizleri onların yollarından ayırmasın

salih mü'minlerden eylesin inşaAllah...



Sevgi Selam ve DUA ile...gül


Ekleme Tarihi: 28.02.2007 - 17:37
Bu mesajı bildir   ~HiLaLaY~ üyenin diğer mesajları ~HiLaLaY~`in Profili ~HiLaLaY~ Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
YeSiLKuBBeM su an offline YeSiLKuBBeM  

7 Mesaj

Kayıt Tarihi: 07.02.2005
En Son On: 25.10.2007 - 09:24
Cinsiyeti: Bayan 
Esselamu Aleyküm..

RABBIM onlara benzemeyi nasip etsin..

ALLAH ikinizden razi ve memnun olsun Canlarim.. gül gül

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, kabristanda çok dolaşırdı. Bir gece gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla vurdu. Bâyezîd; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm." dedi. Bekçi birkaç kere daha vurunca sopa kırıldı. Bâyezîd hazretleri eve dönünce talebelerine sopanın fiatını sordu.
O kadar parayı bir keseye koyarak, bir mikdar da tatlı ile berâber bir talebesiyle, o bekçiye gönderdi. Bir de mektup yazarak bekçiye vermesini söyledi.
Mektup şöyle idi: "Muhterem Bekçi efendi, belki beni hırsız sanarak dövdün. Kabahat bendedir. Gece kabristanda gezmeseydim, dövmezdin. Sopanızın kırılmasına da sebeb oldum. Gönderdiğim parayla kendine bir sopa al! Sopanın kırılma üzüntüsünün kalbinden gitmesi için de, yolladığım tatlıyı ye! Allahü teâlânın selâmı üzerine olsun.
" Genç bekçi mektubu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti. Onunla birlikte birkaç bekçi daha hak yola girdi.

Measselam..
Ekleme Tarihi: 01.03.2007 - 09:14
Bu mesajı bildir   YeSiLKuBBeM üyenin diğer mesajları YeSiLKuBBeM`in Profili YeSiLKuBBeM Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
rifat56 su an offline rifat56  

5108 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 31.05.2005
En Son On: 21.01.2023 - 23:33
Cinsiyeti: ----- 
gül Allah Razı Olsun gül

İbadet zevki
Gençlikte yaptığı bazı ibadetlerden zevk alamıyordu. Bu durumu annesine anlatırdı ve yetişmesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadığını sorardı. İçimde beni Rabbimden alıkoyan bir şey hissediyorum. Fakat sebebini bilmiyorum" dedi. Annesi epey düşündükten sonra, "Evladım tek şey hatırlıyorum. Sen daha küçüktün. Komşulara oturmaya gitmiştim. Kucağımda iken ağlamaya başladın. Bir türlü susturamadım. Seni susturmak için ocakta pişmekte olan tarhanaya komşudan izinsiz parmağımı batırıp ağzına koydum" dedi. Bunun üzerine annesinden, o komşuya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi helalleştikten sonra ibadetlerinden zevk almaya başladı.


Bir gece seher vakti Allah dedi. Sonra düşüp bayıldı. Ayılınca, niçin bayıldığını sordular. (Sen kim oluyorsun da ismimi ağzına alıyorsun? şeklinde bir ses gelir diye çok korktum da onun için bayılmışım) buyurdu.


Biri, "Bu derecelere nasıl kavuştunuz?" diye sordu. Ona "Her yerde Allahü teâlânın gördüğünü ve bildiğini düşünüp, edebe riayet etmekle" diye cevap verdi.


Bir gece otururken ayaklarını uzatmıştı. (Sultanla oturan edebini gözetmeli) diye bir ses duyup hemen toparlandı.


Buyururdu ki:
Allahü teâlâyı an, dilini, başka işlerle uğraşmaktan koru. Nefsini hesaba çek. İlme yapış ve edebi muhafaza et. Merhamet sahibi ve yumuşak ol. Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur. Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan sevgisinin gerçek olup olmadığının alameti, kendisinde deniz misali cömertlik, güneş misali şefkat ve toprak misali tevazu gibi üç hasletin bulunmasıdır.


Ekleme Tarihi: 01.03.2007 - 09:26
Bu mesajı bildir   rifat56 üyenin diğer mesajları rifat56`in Profili rifat56 Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
SuskunSuvari su an offline SuskunSuvari  

42 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.01.2007
En Son On: 23.11.2007 - 18:58
Cinsiyeti: ----- 
ve aleykum selam Rabbim cümlemizden razı olsun...

Bâyezîd, ilim tahsîl ettiği üstâdlarından birine olan hürmet ve muhabbetinden dolayı, onun kabrinin yanına defnedilmeyi ve kabrinin, hocasının kabrinden daha derin yapılmasını, kendi vücûdunun, hocasının vücûdundan aşağıda olmasını vasiyyet etti. Hocalarının en büyüğü, Allahü teâlâya kavuşmak yolunda çok yüksek derecelere kavuşmasına vesîle olan, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleridir. Feyz ve mârifeti, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın mübârek rûhâniyetinden aldı.

Bâyezîd-i Bistâmî hocalarından birinin huzûrunda bulunuyordu. Hocası; "Şu rafdaki kitabı getir." dedi. Bâyezîd; "Hangi rafdaki kitabı istiyorsunuz efendim?" dedi. Hocası; "Bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun. Dershânede oturduğun yerin üstündeki rafı diyorum." deyince, Bâyezîd-i Bistâmî; "Efendim, mübârek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riâyetten dolayı, şu âna kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim." diye cevap verdi. Hocası bu söz karşısında "Mâdem ki durum böyledir. Senin işin tamamdır. Şimdi artık Bistam'a dönebilirsin ve bizden öğrendiklerini başkalarına öğretebilirsin." buyurdu.
Ekleme Tarihi: 01.03.2007 - 09:30
Bu mesajı bildir   SuskunSuvari üyenin diğer mesajları SuskunSuvari`in Profili zum Anfang der Seite
SuskunSuvari su an offline SuskunSuvari  

42 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.01.2007
En Son On: 23.11.2007 - 18:58
Cinsiyeti: ----- 
Bâyezîd-i Bistâmî kırk beş kere hacca gitmişti. Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu. Nefsi ona; "Bâyezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Kırk beş defâ haccettin ve binlerce defâ hatmetme bahtiyarlığına eriştin." diye fısıldadı. Bu ses onu üzdü. Derhâl toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa; "Kim benim kırk beş defâ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?" diye sordu. Bir adam başını kaldırıp; "Ben alırım." dedi ve ekmeği uzattı. Bâyezîd-i Bistâmî aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyârına doğru yola çıktı. Günlerce gittikten sonra bir râhip ile karşılaştı. Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin elini tutup, evine misâfir götürdü. Evinde ona bir oda verdi. Bâyezîd-i Bistâmî kendisine ayrılan bu odada ibâdete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi. Râhip her gün onun yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı. Bu hal bir ay devâm etti. Bâyezîd-i Bistâmî daha sonra nefsine dönerek;

"Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun." dediği sırada râhip içeri girdi ve; "İsmin nedir?" diye sordu. O da; "Bâyezîd!" cevâbını verdi. Râhip; "Ne güzel adamsın. Keşke Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye ağır geldi ve evi terketmek isterken râhip;

"Bizim burada kırk günü tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu ediyorum. Aynı zamanda çok değerli bir vâizimiz, sâdece bu günlerde bir defâ konuşur. Onu dinlemeni istiyorum." deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk gün kalmaya râzı oldu. Kırkıncı gün geldiğinde râhib odaya girerek; "Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî dışarı çıkmak için hazırlandı. Fakat râhib ona; "Siz bu kıyâfetle nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi çıkarıp, şu râhip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as!" dedi. Bu teklif ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek râhibin getirdiği giysileri giydi. Râhiplerin arasına katıldı. Hiç kimsenin dikkatini çekmedi. Biraz ilerledikten sonra râhiplerin en büyüğü geldi. Fakat konuşmuyordu. Niçin konuşmadığı sorulduğunda; "Nasıl konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var!" diye cevap verdi. Halk ve râhipler galeyâna gelerek; "Onu göster parçalayalım." diye bağrıştılar. Başrâhip; "Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, onu size tanıtabilirim." dedi. Bunun üzerine râhipler ve halk, Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler. Başrâhip;

"Allah için ey Muhammedî! Ayağa kalk ve kendini göster." diye seslenince, Bâyezîd-i Bistâmî ayağa kalktı. Baş râhip; "Adın ne?" diye sordu. "Bâyezîd!" cevâbını verdi. "Tahsil gördün mü?" diye sorunca; "Rabbim öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum." dedi. Bunun üzerine râhip; "O hâlde bana şu hususları cevaplandır: İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?"

Bâyezîd-i Bistâmî baş râhibe; "Beni iyi dinle!İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı, dengi ve benzeri olmayan Allahü teâlâdır. Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür. Dördüncüsü olmayan üç, üç talâktır (boşamadır). Beşincisi olmayan dört; Tevrat, Zebûr, İncîl ve Kur'ân-ı kerîmdir. Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır. Yedincisi olmayan altı göklerin ve yerin yaratıldığı altı gündür. Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür. Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyâmet günü Arş'ı taşıyacak sekiz melektir. Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz ay hâmilelik müddetidir. On birincisi olmayan on, Mûsâ aleyhisselâmın Şuâyb peygambere on yıl çobanlık etmesidir. On ikincisi olmayan on bir, Yûsuf peygamberin on bir kardeşidir. On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır." dedi. Râhip tebessüm ederek; "Doğru söyledin. Şimdi de bana, havadan ne yaratıldı, havada ne muhâfaza olundu ve kim hava ile helâk edildi? bunlardan haber ver." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;

"Îsâ peygamber havadan yaratıldı, havada muhâfaza edildi. Âd kavmi hava ile helâk edildi." diye cevap verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Ağaçtan kim yaratıldı, ağaçta kim korundu ve ağaç ile kim helak oldu?" diye sorunca; "Mûsâ aleyhisselâmın asâsı ağaçtan yaratıldı, Nûh aleyhisselâm ağaç içinde (gemide) korundu, Zekeriyyâ aleyhisselâm ise ağaç içinde testere ile biçilip helâk edildi." cevâbını verdi. Râhip tekrar; "Doğru söyledin. Kim ateşten yaratıldı, kim ateşten korundu ve kim ateş ile helâk oldu?" diye sordu. O da;

"İblîs ateşten yaratıldı. İbrâhim aleyhisselâm ateşten korundu. Ebû Cehil ateş ile helâk oldu." dedi. Râhip tekrâr; "Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî;

"Sâlih peygamberin devesi taştan yaratıldı. Eshâb-ı Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe ve ordusu taş ile helâk edildi." cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Âlimler, Cennet'te dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, biri de şaraptandır. Ayrı ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş, diyorlar. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. İnsanın başından dört nehir akar. Kulak yağı acıdır. Göz yağı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tad taşır. Ağızdan gelen su tatlıdır." cevâbını verdi. Râhip yine; "Doğru söyledin. Cennet ehli yer içer fakat abdest bozmaz, su dökmez. Bunun dünyâda bir benzeri var mıdır?" diye sorunca;

"Evet vardır. Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur." cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Cennet'te Tûbâ ağacı vardır. Cennet'te hiç bir saray, hiç bir köşk yoktur ki, bu ağacın dalına dokunmasın. Bunun dünyâda bir örneği var mıdır?" diye sordu.

"Evet vardır. Güneş sabahleyin doğunca böyle değil midir?" cevâbını verdi. Râhip; "Doğru söyledin. Şimdi şunları cevaplandır: Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunmakta, her dalında otuz yaprak ve her yaprakta beş çiçek yer almakta, bunlardan ikisi güneşe, üçü karanlığa bakmaktadır. Bu ağaç nedir?" deyince:

"Ağaç bir yılı temsil eder. On iki dalı, on iki ay, her daldaki otuz yaprak, günleri, her yapraktaki beş çiçek de, beş vakit namazı temsil eder." cevâbını verdi. Son olarak râhip şöyle sordu: "Bana şu kimseden haber ver. Hacca gitmiş, tavâf yapmış ve o makâmlarda bulunmuştur. Fakat onun ne rûhu vardır ne de hac kendisine vâcibdir?" Bâyezîd-i Bistâmî;

"Nûh peygamberin gemisidir." dedikten sonra, râhibe; "Ey râhip! Birçok sorular sordun. Biz onları cevaplandırmaya çalıştık. Müsâde ederseniz benim de sorularım var. Fakat ben bir sorudan başka sormayacağım. O da şudur:

Cennet'in anahtarı nerededir? Cennet kapılarının üzerinde ne yazılıdır?" Râhip sustu ve cevap vermekten kaçındı. Diğer râhipler bu duruma bozuldular ve; "Ey büyüğümüz mağlup mu oluyorsun?" dediler. O da; "Hayır mağlûb olmak istemiyorum." deyince; "Peki öyleyse niçin cevap vermiyorsun." dediklerinde; "Şâyet cevap verirsem benim cevabıma katılır mısınız?" dedi. Bunun üzerine hepsi birden söz verdiler. Râhip; "Dinleyin, şimdi cevap veriyorum. Cennet'in anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı olan ibâre; Lâ İlâhe İllallah Muhammedün Resûlullahdır." deyip müslüman oldu. Diğer râhipler de hep bir ağızdan Kelime-i şehâdeti getirip müslüman oldular. Bâyezîd-i Bistâmî de onların yanında bir süre kalıp İslâmiyeti öğretti.
Ekleme Tarihi: 01.03.2007 - 09:34
Bu mesajı bildir   SuskunSuvari üyenin diğer mesajları SuskunSuvari`in Profili zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1304 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.61023 saniyede açıldı