0
Start Giriş Üye Ol üyeler ((( RAVDATe@m))) Arama
Toplam Kategori: 69 *** Toplam Konu: 30100 *** Toplam Mesaj: 148193
Forum Anasayfa » SERBEST KÜRSÜ » Gerçek Adaletin Yaşandığı Toplumlardaki Huzur

önceki konu   sonraki konu
Bu konuda 1 mesaj mevcut
Sayfa (1): (1)
Ekleyen
Mesaj
Muhtazaf su an offline Muhtazaf  
Gerçek Adaletin Yaşandığı Toplumlardaki Huzur

Moderator
4254 Mesaj -

Kayıt Tarihi: 04.06.2007
En Son On: 30.07.2020 - 23:50
Cinsiyeti: Erkek 
Gerçek Adaletin Yaşandığı Toplumlardaki Huzur

Bir ülkede toplumsal barışın ve huzurun tesis edilmesi, ancak adaletin tam olarak sağlanmasıyla mümkün olur. Bu da, her şeyden önce yürürlülükte bulunan hukuk kurallarının tüm vatandaşlara hiçbir ayrım yapılmaksızın eşit bir şekilde uygulanmasıyla sağlanabilir. Aksi yönde uygulamalar söz konusu olduğunda, toplumun adalet sistemine olan güveni azalır.

Adaletin ihtiyaç duyulduğu şekilde uygulanabilmesi içinse, insanlara, adalet uğruna kendi çıkarlarını bir kenara bıraktırabilecek bir ahlaka ihtiyaç vardır. Bu ahlak, Yüce Rabbimiz`in bizlere bildirdiği Kuran ahlakıdır. Çünkü Kuran ahlakı insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece haktan ve doğrulardan yana, katıksız bir adaleti emretmektedir.

Yüce Allah Kuran`da gerçek adaleti, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, insanların hakkını korumak, zulme asla rıza göstermemek, zalime karşı mazlumdan yana tavır almak, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmak olarak emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirir. Bunlardan birinin eksikliğinde gerçek adaleti uygulamak zorlaşır. Örneğin olayları itidalli değerlendiremeyen, heyecanına ve hislerine kapılan bir insan, sağlıklı karar veremez, bu duygularının etkisinde kalır. Oysa adaletle hükmeden bir kişi, tüm kişisel duygu ve düşüncelerini bir tarafa bırakmayı, kendisinden yardım talep eden iki tarafa da hakkaniyetli davranmayı, her şart ve durumda doğrulardan yana olmayı, dürüstlükten ve doğrulardan asla taviz vermemeyi Kuran ahlakı ölçüsünde kendine yol edinmelidir. Kişi, öyle bir ahlaka sahip olmalıdır ki, kendi çıkarlarından önce karşı tarafı düşünmeli, kendisine bir zarar gelecek olsa dahi, eğer hak karşı taraftan yanaysa, adil olabilmelidir.

İnsanın Allah`ın rızasını kazanması, cehennem azabından kurtulması ve Allah`ın sonsuz nimetlerine kavuşabilmesi için yapması gereken, Kuran ahlakını eksiksiz bir şekilde yaşamaktır. Bunun için her insanın, bu ahlaka ulaşmak için bireysel olarak çaba sarf etmesi, tüm bencil isteklerini ve kişisel menfaatlerini bir yana bırakıp, adaleti, merhameti, hoşgörüyü, şefkati ve barışı kendine yol edinmesi gerekir. Allah Kuran`da gerçek adaleti ayrıntılı olarak bildirmekte, her türlü anlaşmazlığın adaleti ayakta tutmakla çözüleceğini haber vermektedir.

Adil yöneticilerden ve adil insanlardan oluşan bir toplumda her türlü anlaşmazlığın kolaylıkla çözüleceği açıktır. Kuran`da adaletin eksiksiz olarak tarifi yapılmış, iman edenlere olaylar karşısındaki tutumları ve adaletin nasıl uygulanacağı açıkça bildirilmiştir. Bu, iman edenler için çok büyük bir kolaylık ve Allah`tan bir rahmettir. Bu nedenle de iman edenler hem Allah`ın hoşnutluğunu kazanmak, hem de huzurlu, güvenli ve barış içinde bir hayat yaşayabilmek için insanlar arasında eksiksiz bir şekilde adaleti uygulamakla sorumludurlar.

Bu önemli hüküm, Kuran`da şöyle bildirilmiştir:

`Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.`(Nisa Suresi, 58)

Yalnıca; insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, sadece Allah rızası gözetilerek, Allah`tan korkarak sağlanan adalet gerçek adalettir. Böyle bir adalet hedeflendiğinde, ne şahsi bir menfaat, ne dostluk, ne düşmanlık, ne de kişinin hayata bakış açısı, dili, ırkı, teninin rengi kararlarına etki edemeyecek, sadece ve sadece haktan yana karar verilecektir. Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda gerçek adaletin, gerçek huzurun ve güvenin de yaşanacağı mutlaktır. Çünkü ancak Allah`tan korkan, hesap gününde yaşamı boyunca tüm yaptıklarından hesaba çekileceği bilen bir insan, gerçek adaleti sağlayabilir.

İdeolojik Ayrılıklar Müminleri Adaletten Alıkoymaz

Bir insanın adil karar vermesini, sağduyulu düşünmesini ve akılcı davranmasını engelleyebilecek etkenlerden biri, karşısındaki kişiye ya da topluluğa olan kızgınlığı ve kinidir. Aslında bu, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda oldukça yaygın bir bakış açısıdır. Bu toplumlarda insanlar ideolojik ayrılıklar yaşadıkları kişilere karşı her türlü adaletsizliği, ahlaksızlığı kolaylıkla yapabilirler. Fikren karşı oldukları kişinin üzerine işlemediği suçları atar, masum olduğunu bilseler dahi bu kişi aleyhinde şahitlik yapabilirler. Günümüzde dahi sadece bu gibi düşmanca tutumlardan dolayı birçok insan suçsuz yere çok büyük mağduriyetler yaşayabilmektedir. Bazı kişiler doğruyu bilmelerine rağmen kendilerine düşman gördükleri kişilerin lehinde şahitlik yapmaz, ellerinde bu kişinin suçsuzluğunu kanıtlayacak delil olsa bile ortaya çıkarmazlar. Hatta bu kişinin başına kötü bir olay gelmesi, haksızlıklarla karşılaşması ya da zulüm görmesi, söz konusu kişilerde büyük bir sevinç uyandırır. En büyük tedirginlikleri ise adaletin üstün gelmesi ve bu kişinin suçsuzluğunun ortaya çıkmasıdır.


İşte bu nedenle de Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların birbirlerine güvenmeleri çok zordur. Herkes bir an sonra karşısındaki kişiden kötülük göreceği endişesiyle yaşar. Birbirlerine karşı güvenlerini kaybetmelerinin sonucunda ise yardımlaşma, hoşgörü, şefkat, merhamet, kardeşlik gibi insani özelliklerini zamanla yitirir, birbirlerinden nefret eder hale gelirler.


Oysa bir topluluğun ya da kişinin karşıt fikirden olması, iman eden bir kişinin aldığı kararlarda kesinlikle etkili olmaz. Karşısındaki kişi ne kadar kötü ahlaklı olursa olsun, ne kadar düşmanca bir tutum içinde olursa olsun, iman eden kişi bir karar vermesi gerektiğinde tüm bu duygularını bir kenara bırakıp, adaletli davranır, adaletle karar verir, adaleti tavsiye eder. O kişiye karşı hissettikleri aklının ve vicdanının önüne geçemez. Vicdanı ona her zaman Allah`ın emirlerine uymayı, güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi söyler. Çünkü bu, Allah`ın iman edenlere Kuran`da bildirdiği bir emirdir. Maide Suresi`nde şu şekilde bildirilir:


`Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah`tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.`(Maide Suresi, 8)


`Söylediğiniz zaman â€`yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah`ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.`(Enam Suresi, 152)


Adalet, Dil, Irk, Etnik Köken Gözetilmeden, Tüm İnsanlar Arasında Eşit Olarak Uygulanmalıdır


Dünya üzerinde gelişen olayları incelediğimizde adaletin yer, zaman ve kişilere göre farklı şekilde uygulanabildiğine şahit oluruz. Örneğin bazı toplumlarda kişilerin tenlerinin rengi adaleti uygulayan kişilerin kararına etki eder. Beyaz ten rengi olan bir kişiyle siyah ten rengi olan kişiye aynı durumlarda, aynı kararla hükmedilmez. Geçtiğimiz yüzyılda Hitler`in Ari ırkı diğer ırklardan üstün görüp, milyonlarca insanı sırf ırkları nedeniyle yok etmek istemesi de bu adaletsizlik anlayışının ve vicdansızlığın bir örneğidir. Oysa Kuran ayetlerinde farklı halkların ve kabilelerin yaratılmasının hikmetlerinden biri, insanların `birbirleriyle tanışmaları` olarak bildirilir. (Hucurat Suresi, 13)


Farklı ırk ve milletlerin var olmasının amacı, çatışma ve savaş değil, kültürel bir zenginliktir. Bu çeşitlilik Allah`ın yaratışındaki bir güzellik ve hikmettir. Bir insanın daha uzun boylu, birinin kısa boylu olması, bir kişinin teninin beyaz diğerinin sarı renk olması bu kişiye herhangi bir üstünlük getirmediği gibi, bir eksiklik olarak da nitelendirilemez. Bunların her biri Allah`ın takdir etmesiyle ve çok büyük hikmetlerle yaratılmıştır. Ancak bu farklılıkların Allah Katında hiçbir önemi yoktur. İman eden bir insan tek üstünlüğün takva ile, yani Allah korkusu ve Allah`a imandaki üstünlükle olduğunu çok iyi bilir. Allah, Hucurat Suresi`nde bu gerçeği şu şekilde bildirir:

`Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.`(Hucurat Suresi, 13)

Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav) de, kavmine, Kuran ahlakına uygun davranılmadığında insanların sadece renkleri ya da ırkları farklı olduğu için birbirlerine karşı düşmanca duygular besleyebildiklerini hatırlatmış ve Müslümanları Kuran`da uygun olmadığı bildirilen bu davranıştan sakınmaya davet etmiştir. Bundan 1400 yıl önce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) aracılığıyla insanlara bir rahmet olarak gönderilen Kuran`da, tüm bu ilkel mantıklar ortadan kaldırılmış, rengi, ırkı, dili ne olursa olsun tüm insanların eşit olduğu bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav) iman etmeyen toplumlarda var olan, insanları ırka ve renge göre değerlendirme anlayışının basitliği üzerinde durmuş ve Veda Hutbesinde Arap kavmine hitaben şöyle söylemiştir:

`Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah Katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır.`

Kuran Ahlakında Kişinin Zengin Ya da Fakir Olması Uygulanan Adalet Anlayışını Değiştirmez

Kişinin fakir ya da zengin olması da müminin adaletle hükmetmesini engellemez, kararlarını etkilemez. Bir insanın sadece maddi güç sahibi olduğu için diğer insanlara haksızlık yapması, zulmetmesi ve bundan da hiçbir karşılık görmeden kurtulması çok büyük bir adaletsizliktir. Oysa günümüzde bazı dünya devletlerine baktığımızda, zenginleri kollayan, fakirlere ise ikinci sınıf insan muamelesi yapan bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Buna göre bazı zenginler adaletten daha fazla faydalanmakta, fakirlerden üstün tutulmayı kendilerinde bir hak gibi görmektedirler. Dahası, adalet mekanizmalarını kendi menfaatleri için yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu anlayış din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda çok büyük adaletsizliklere neden olmakta, insanların bir bölümü çok büyük bir sefaletle mücadele ederken, diğerleri zenginliklerinin verdiği ayrıcalıkları kullanmaktadır.


Ancak tüm bunlara rağmen adaletin hakim olması, insanlar arasında toplumsal barışın sağlandığı bir hayatın hakim kılınması mümkündür. Bu da, Kuran ahlakının yaşanmasıyla ve insanların Kuran ahlakından taviz vermemeleriyle olabilir. Çünkü Allah bir ayetinde şu şekilde emreder:

`... Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.`(Nisa Suresi, 135)

Allah`ın bu emri uyarınca Allah`tan korkan mümin, karşısındaki kişi fakir de olsa zengin de olsa, her ne şart olursa olsun, mutlaka adaletle hükmeder, o kişinin maddi durumu nedeniyle farklı bir tutum içine girmez. Çünkü zenginlik ya da fakirliğin Allah`ın insanları denemek için yarattığı geçici dünya şartları olduğunu bilir. İnsan öldüğü zaman dünyadaki malının ve mülkünün hiçbir değeri kalmayacak, sadece takvasıyla karşılık bulacaktır. Allah`ın hoşnut olacağını bildirdiği tavır ise hakkaniyettir, adalettir, dürüstlüktür, doğruluktur ve bu güzel ahlakın karşılığı, sonsuz ahiret mükafatları olacaktır.

Toplumdaki her türlü kötülüğün kökeni adaletsizliktir. Adaletsizliğin yaygınlaştığı toplumlarda ahlaksızlık, suç ve kargaşa da yaygınlaşır.

Verilecek Karar Kendi Yakınları ile İlgili Olsa Dahi, Mümin Adaletle Hükmetmekle Sorumludur

Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda bir kişi sevdiği bir kişiye, başka birine olduğundan daha toleranslı davranabilir, bir an olsun bazı gerçekleri görmezden gelebilir. Ancak asıl önemli olan insanın her şart ve durumda adaletten hiçbir şekilde taviz vermemesi, Allah`ın `Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun...`(Nisa Suresi, 135) ayetine titizlikle uymasıdır. İnsanlarda güven duygusu oluşturacak olan da karşılarındaki kişinin her şart altında doğrulardan yana tavır alacağını bilmektir. Sadece kan veya dostluk bağı olduğu için yakınların korunup-gözetilmesinin, adalet bekleyen kişilerde huzursuzluk oluşturacağı ve güvensiz bir ortam meydana getireceği kesindir. Özellikle de yönetici konumundaki kişilerden bu yönde bir tavır görmek, toplumda çok büyük bir tahribat meydana getirir.

Ancak Kuran`ın hükümlerine göre hareket eden bir kişi, Allah`ın ` Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah`ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.`(Enam Suresi, 152) şeklinde bildirdiği emirlerine uyar. Bu tavır, onun Allah`a olan güçlü imanının ve güzel ahlakının bir göstergesidir.

Türk İslam Tarihinden Adalet Örnekleri

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)`den sonra da Kuran ahlakından taviz vermeyen ve elçilerin yolunu izleyen adil yöneticiler, barış ve huzur dolu toplumlar oluşturmayı başarmışlardır. Kuran`da haber verilen gerçek adalet, doğruluk ve dürüstlük, bu yöneticiler döneminde de hüküm sürmüş ve bu yönetimler kendilerinden sonra gelecek insanlara birer örnek teşkil etmişlerdir. Çok şerefli bir geçmişe sahip olan Türk halkı da adaletli, hoşgörülü ve dürüst yönetimiyle tarihe geçmiş bu ender topululuklardan biridir. Bu gerçek, Batılı pek çok tarihçi tarafından teyit edilmekte, geçmişte Türklerin yönetiminde asırlarca yaşamış halklara mensup araştırmacılar tarafından da samimiyetle dile getirilmektedir. İki büyük Türk imparatorluğu olan Büyük Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğu bu konuda akla gelen ilk örneklerdir. Bu imparatorlukların yönetimi altında asırlar boyunca yaşayan çeşitli halklar arasında gerçek adalet sağlanmış, toplumda barış ve hoşgörü hakim olmuştur.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu`nun Adaletle Hükmeden Hakanları

Türklerin İslamiyet`i kabulüyle birlikte hakanların, padişahların yönetimi de İslam ahlakına göre olmuştur. Kuran`da Allah`ın bildirdiği adaleti uygulayan yöneticiler, bu tutumları neticesinde çok büyük başarılar elde etmiş, büyük fetihler gerçekleştirmiş ve İslam`ın yayılmasında önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Örneğin Selçuklu İmparatorluğu`nun en parlak devrinde yönetimde olan Melikşah, Kuran`ın hükümlerini uygulama konusunda oldukça hassas davranmıştır. Ele geçirdiği topraklardaki halka karşı büyük bir hoşgörü ve merhametle yaklaşmış, bunun neticesinde de fethettiği ülkelerin halkları tarafından büyük bir sevgi ve saygıyla anılmıştır. Ermeni tarihçisi Urfalı Mathiu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu`nu şu şekilde anlatır:

`Melikşah`ın saltanatı Allah`ın lütfuna mazhar oldu. Hakimiyeti uzak ülkelere kadar yayıldı ve Ermenilere huzur verdi. Kalbi Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. Geçtiği ülkelerin halklarına karşı bir baba gibi davrandı. Birçok şehir ve vilayetler kendi arzuları ile onun idaresine girdi; bütün Rum ve Ermeni beldeleri onun kanunlarını tanıdı.`(Osman Turan, Türk Dünya Nizamının Milli, İslami ve İnsani Esasları, Cilt 2, s. 138)

Tüm tarafsız tarihçiler Melikşah`ın adaletini ve hoşgörülü tavrını içtenlikle dile getirmektedirler. Onun hoşgörüsü Kitap Ehlinin kalbinde de kendisine karşı bir yumuşama oluşmasına vesile olmuştur. Hatta bu nedenle tarihte eşine az rastlanır şekilde, birçok şehir kendi isteğiyle Melikşah`ın idaresi altına girmeyi kabul etmiştir. Tarihçiler tarafından yazılan bu satırlar, İslam ahlakının savaş ya da zorluk döneminde de adaleti gerektirdiğinin örnekleridir. Türklerin -tüm dünyanın zorba imparatorlarla yönetildiği, zulmün hüküm sürdüğü bir dönemde- gösterdiği bu üstün tavır, Kuran ahlakına olan bağlılıklarının ve yüksek karakterlerinin önemli göstergelerinden biridir.

Fatih Sultan Mehmet Döneminde Gerçek Bir Adalet Sağlanmıştır

Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılan fetihlerle İmparatorluk üç kıtaya yayılmış, İstanbul`un fethi ise bir çağın kapanıp, yeni bir çağın açılmasına neden olmuştur. Bu fetih Osmanlı`da olduğu gibi, Avrupa tarihinde de bir dönüm noktasıdır. İstanbul`u olağanüstü bir askeri deha ile fetheden ve böylelikle dünyada bir çağı değiştiren Fatih, gittiği her yeni ülkeye İslam ahlakının adaletini ve hoşgörüsünü götürmüştür.

Fatih Sultan Mehmet`in İstanbul`u fethi, ilk başlarda gayrimüslim halk arasında büyük bir korkuya neden olmuştur. Baskılara ve saldırılara maruz kalacaklarını düşünen bu kişilerin büyük bir bölümü ya firar etmiş ya da Ayasofya`da toplanmıştır. Ancak Fatih Sultan Mehmet onlara hoşgörü ve adaletle yaklaşmış, her türlü korkudan uzak olarak evlerine dönmelerini ve işleriyle rahat bir şekilde uğraşmalarını istemiştir.(Prof. Dr. Bilal Eryilmaz, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Basın-Yayın LTD. Mart, 1996, s. 29-30) Onlara dinleri konusunda hiçbir baskı yapmamış, aksine birçok din mensubunu büyük bir hoşgörüyle karşılayarak, onların dinlerini rahatça yaşayabilecekleri bir ortam hazırlamıştır.(Cumhuriyet Gazetesi, Fatih ve Fetih 4, Erdoğan Aydın, 31 Mayıs 2000, s. 9)


Allah Korkusu Adaletin Temel Kaynağıdır

Allah`tan korkmayan insanlar, Allah`ın beğenmediği her türlü tavrı gösterebilirler. Allah`a hesap vereceğini unutmuş insanlardan oluşan bir toplumda kişilerin dürüst olması, insanlara fedakarlıkta bulunması, adil ve namuslu olması, kısacası güzel ahlaklı olması için hiçbir neden yoktur. Oysa `… Allah`tan korkup-sakının ve bilin ki Allah, muhakkak ki korkup-sakınanlarla beraberdir.` (Bakara Suresi, 194) ayetinin hükmü gereği Yüce Allah`tan korkan ve vicdanını dinleyen insanların oluşturduğu bir toplumda insanlar hangi mevkide ya da kesimde olurlarsa olsunlar kendi aralarındaki ilişkilerinde adaletsizlik yapmaktan titizlikle sakınır, hukuk sisteminin uygulayıcıları da toplum baskısı, kişisel husumetler ve ideolojik farklılıklar gibi nedenlerden hiçbir şekilde etkilenmezler.

Böyle bir adaletin ve hoşgörünün hüküm sürdüğü bir toplum yapısı, günümüzde dünyada en çok özlenilen modeldir. Bunun için de tek çözüm, Kuran ahlakını eksiksizce yaşamaktır. Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi Müslüman Türk halkı da tarih boyunca adaletiyle, hoşgörüsüyle, merhametiyle, vicdanıyla, haysiyetiyle dünyaya nizam vermiş şerefli bir geçmişe sahiptir. Kuran`da emredilen ahlak yaşandığı için, toplumun her kesiminden ve seviyesinden insanın adaletli, merhametli, hoşgörülü, sevgi dolu, saygılı, affedici, dürüst olması, toplumlara huzuru ve barışı getirmiştir. Bu huzur dolu ortamın bugün de yaşanması ve devamlılığının sağlanabilmesi için tek yapılması gereken, milli birlik içinde olmak ve Kuran`da bildirilen gerçek adaleti hakim kılmak için ciddi bir çaba göstermektir. Adl(adil olan, adaleti emreden) isminin sahibi ve adalet yapanların en hayırlısı olan Rabbimiz, adaletin Kendi Katındaki önemini Kuran`da şöyle haber vermiştir:

`… Aralarında hükmedecek olursan adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.`(Maide Suresi, 42)

Hz. Muhammed (sav)`in Tüm İnsanlığa Örnek Adaleti

Hz. Muhammed (sav)`in peygamberlikle görevlendirildiği dönemde, Arabistan`da, özellikle de Mekke`nin toplumsal düzeninde, birçok sorunlar vardı. `Cahiliye dönemi` olarak adlandırılan İslamiyet`ten önceki bu zamanda, ırklar ve dinler arasında çok şiddetli bir ayrım ve bu ayrımdan kaynaklanan huzursuzluklar, farklı dinlere mensup kavimler arasında hoşgörüsüz bir ortam, aşiret kavgaları, adaletsiz bir ekonomik düzen, yağmalamalar, zengin ve fakirler arasında çok büyük uçurumlar ve daha pek çok adaletsiz uygulamalar mevcuttu. Adalet sağlanamıyor, zayıf olanlar gücü ve parası olanlar tarafından olabildiğince eziliyor, insanlara ırkları, dinleri ve dilleri yüzünden zulmediliyordu.

Ancak bu olumsuz şartların yaşandığı dönemde Hz. Muhammed (sav)`in tebliği ve güzel ahlakı, tüm Arap Yarımadasında çok büyük bir etki uyandırmış ve onun döneminde insanlar akın akın İslam`ı kabul etmişlerdir. Kuran`da bildirilen adil hükümler, güzel ahlak, hoşgörü ve barış, sosyal hayata bir düzen ve huzur getirmiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Hz. Muhammed (sav)`in, `...insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor`(Nisa Suresi, 58) ayeti gereği, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın adaleti korumasıdır.

Peygamber Efendimiz(sav)`in Kitap Ehlinden Necran Halkı ile yaptığı bir sözleşme de bunun bir örneğidir. Bu metin Hz. Muhammed (sav)`in o dönemde benzerine rastlanmayan bir adalet anlayışını insanlar arasında uyguladığını göstermektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)`in `Adalet isteyen bulacaktır, ne zalim ne de mazlum olacaktır...`(Majid Khoduri, İslam`da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 209) şeklindeki sözü, insanlar arasında nasıl bir adalet uyguladığının da ifadesidir. İşte bu benzersiz yönetiminden dolayı Allah`ın elçisine karşı o dönemde çok güçlü bir güven oluşmuş, hatta en şiddetli düşmanları dahi, onun dürüstlüğünü kabul etmişlerdir.

Peygamberimiz (sav)`in Allah`ın emirlerini eksiksizce uygulaması sonucunda ortaya çıkan bu güzel ahlak örnekleri, elçilerin sosyal hayata getirdikleri adil, hoşgörülü, barışçı, huzurlu düzeni de tarif etmektedir. Kuran ahlakının eksiksizce yaşandığı bir ortamda ise aynı yukarıdaki örnekte gördüğümüz gibi kardeşçe ve huzur içinde bir yaşam sağlanacağı açıktır.

İman Edenlerin Adaleti Her Kesimden İnsanın Saygısını Kazanır

İman eden bir kişi, ancak adaletle davrandığı zaman Allah Katında bir hoşnutluk kazanacağını bilir. Bir müminin güzel ahlakına şahit olan her insan bu kişiye güvenir, yanında rahat eder, her türlü sorumluluğu ve görevi gönül rahatlığı ile kendisine verebilir. Böyle kişiler, düşmanları tarafından dahi saygı ile karşılanır. Hatta onun bu tavrı, iman etmeyen birçok insana örnek olarak iman etmelerine vesile olabilir. Nitekim bu konuda bizim için en güzel örnek Hz. Muhammed (sav)`dir. Peygamberimiz (sav)`in, hiçbir ayrım yapmadan, hoşgörü ve merhameti herkese göstermiş olması, o dönemde yaşayan Hıristiyan, Yahudi, dinsiz, müşrik her kesimden insanın kalbinin İslam ahlakına ısınmasına vesile olmuştur.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 50. sayı (Ağustos 2008) 12. sayfada yayınlanmıştır.
Ekleme Tarihi: 03.05.2009 - 23:57
Bu mesajı bildir   Muhtazaf üyenin diğer mesajları Muhtazaf`in Profili Muhtazaf Özel Mesaj Gönder zum Anfang der Seite
Pozisyon düzeni - imzaları göster
Sayfa (1): (1)
önceki konu   sonraki konu

Kategori Seç:  
Sitemizde şu an Yok üye ve 1312 Misafir mevcut. En son üyemiz: Didem_


Admin   Moderator   Vip   Üye ]

Hayırlı ömürler dileriz.    Bu üyelerimizin doğum günlerini tebrik eder, sıhhat ve afiyet dolu bir ömür dileriz:
hicran_50 (37), usri_yusraa (37), DÝYARBAKIR.. (33), ahmet_erdogan33.. (38), eryal (62), ((-AySeNuR-)) (29), Memet (43), berfo2004 (44), HÜKÜM (54), nerro_22 (34), engin03 (39), cenngiz (55), apo28 (41), KalbiGüzelKiz (41), ismail36 (38), hakikat_nuru (46), gencolhan (48), roket (39), yasarozdemir (44), harbi (55), yusuf_k9 (44), bhdr_84 (40), tugbali (37), orhan yurt (53), mehmet balaca (43), Mehmet Balaca (43), serkantokmak (49), rabiaaslan (39)
24 Saatin Aktif Konuları
0

Copyright © ((( RAVDA.net )))  *  İrtibat   *   RAVDA Reklam Servisi   *   Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
Sitemizde yayınlanan imzalı yazıların içeriğinden yazarları, forum ve yorumlardan ekleyen şahıslar sorumlu olup, kesinlikle sitemiz sorumlu değildir.
© by ((( RAVDA.net )))

Sayfa 0.60824 saniyede açıldı